Çetiner Çetin’in Star Açık Görüş’teki “Haziran’dan bir başka Haziran’a Kürtlerin yol hikâyesi” başlıklı yazısı..
Kamuoyu anketlerinin kahir ekseriyetine göre HDP hâlâ barajın altında görünüyor. Bununla birlikte HDP’nin barajı aşma imkânı ve potansiyeli olduğu da bir gerçek. Şimdi kamuoyunda en çok merak edilense HDP barajı geçemezse ne olacak sorusu. HDP baraj engelini aşarsa sorunun cevabını bir ölçüde biliyoruz. Çünkü HDP Parlamentoda temsil edildiği 2007’den bu yana küçük bir grup olsa bile ana muhalefet partileri CHP ve MHP’den kısmen daha aktif bir şekilde çalıştı. Kimi zaman nitelikli denebilecek muhalefet yaptı. Ama eminim ki “ya barajı aşamazsa?” sorusunun cevabını daha çok merak ediyorsunuz.
Türkiyelileşme patinajı
HDP, ulusal sınırları esas aldığını, mevcut rejim içinde hareket ettiğini ve ulus devlet merkezli bir demokratikleşme programını yürürlüğe sokmak istediğini belirtiyor. HDP var olan ulusal sınırları kabul ederek ulus devlet ile çatışmadan demokratikleşme programı yürütmeyi halka taahhüt ediyor. Bu taahhüt “ülke bölünüyor paranoyası” yaratanları sakinleştirecektir. Ama Kürt siyasal hareketlerinin, özelinde de HDP’nin, bu müthiş dönüşümünde Yeni Türkiye tartışmalarının, tartışma olmaktan çıkıp fiili duruma dönüşmesiyle beraber Ak Parti’nin 12 yılda hayata geçirmeye çalıştığı demokratikleşme adımlarının büyük payı olmuştur. Bardağın dolu tarafından bakıldığında HDP’nin parlamentoya girmesi, CHP ve MHP’ye oranla kısmen kaliteli bir muhalefet ortamı doğurabilir(di). Ama…
HDP’nin, kendisini her şeyden önce bütün Türkiye’ye hitap eden bir parti olarak konumlandırması ilk bakışta heyecan verici bir pozisyon. Fakat bunu ne kadar daha sürdürebileceği konusunda Türk kamuoyunun ciddi bir kaygı oluştu. Şu aşamada HDP’nin söylemlerine baktığımız zaman liberal bir dilin hâkimiyetini görürken, perde arkasında bulunan en büyük aktör olan PKK’nın ön plana çıkmasının ise bu büyüyü bozmasından endişe ediliyor. Demirtaş’ın seçim konuşmalarını sadece Başkanlık sistemi ve Erdoğan karşıtlığı üzerine kurmasının nedeni de bu liberal dil ve kitlelere farklı görünme telaşıdır. Oysa Kürt siyasi hareketini yakından tanıyanlar bilir ki HDP’nin böylesi kritik bir konuda kendi başına karar alma yetkisi yoktur. Bu konunun muhatabı Öcalan olurken, Öcalan ile İmralı’da yapılan görüşmelerde kendisinin Erdoğan’ın başkanlığına karşı olmadığını açıkça söylediği biliniyor.
Nükseden karşıtlık
İşte HDP’nin görünen veya görünmeyen yüzleri seçim ile birlikte açığa çıkacak. Sanırım bu konuda geçmişteki eylemleri dikkate aldığımızda pek de haksız sayılmazlar. HDP ve bağlı bulunduğu PKK hareketi asıl büyük sınavı 7 Haziran seçiminden sonra verecek. Zira seçim güvenliği, halkın sandık başına kendi iradesi ile hiçbir baskı olmadan gitmesi ve kendi tercihini özgürce yapması en önemli olgudur. Fakat Doğu ve Güneydoğu kentlerinde PKK’nın kent yapılanmasının HDP’den bağımsız bir şekilde hareket ederek seçmen üzerinden etki oluşturmaya çalıştığı iddiaları bu noktada oldukça ürkütücü. Yine aynı sırada HDP’ye kıyasla PKK ile daha organik bağları olan Demokratik Bölgeler Partisi’nin (DBP) seçimlere girmemesine rağmen, HDP adına bölgede çalışma yürütmesi ve bu çalışmaların baskı eksenli oluşu insanı düşündürüyor. Türkiyelileşme yolunda patinaj çeken HDP’nin yeni süreçte de Kandil’in perspektifiyle hareket edeceğine dair belirgin özellikler bulunuyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde PKK’nın pozisyonu bu denli Erdoğan ve Ak Parti karşıtı değildi.
Mesela Demirtaş aday olduğu Cumhurbaşkanlığı seçiminde kitlelerin önüne çıkıp “Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı yaptırmayacağım” demedi. HDP’deki bu hızlı değişim 2015 seçim söylemiyle birlikte bir genişlemeden ziyade, eski Türkiye tezahürleri üzerinden keskin bir daralma yaşandığını gösteriyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Demirtaş şahsında HDP’nin “psikolojik barajı” aşması, Türkiye toplumunda yeni bir siyaset tarzına duyulan arzunun somutlaşmış hali olarak görüldü. Bu başarının ardından HDP ile radikal demokratik bir siyasetin giderek taban bulması kaçınılmaz bir hal aldı. Şüphesiz siyasal iklim değişmiş, 1990’lardan günümüze değişim ve dönüşümler yaşanmıştı. Ama Demirtaş “psikolojik barajı” aşmasına rağmen ve aldığı yoğun desteğe rağmen sürecin geride kaldığı gözleniyor.
Oysaki SHP çatısı altında ilk kez 1991’de meclise giren Kürt hareketi ilk kez siyasetin ve Kemalizm’in soğuk yüzü ile tanışmıştı. O günden bu yana cezaevleri, işkenceler, Kürt siyaseti içinde yer alan isimlerin bir bir ülkeyi terk ettiği yılları artık hatırlamamak üzere tarihe gömdük. Çözüm süreci ile namluların toprağa çevrildiği dönemde ‘2013-2014’ yılları Kürt siyasal hareketinin en önemli hamleleri hayata geçirdiği dönemde oldu. 40 yıldır süregelen düşük yoğunluklu savaş sürecinde Türk kamuoyu nezdinde oluşan ayrışma ve ötekileştirmenin aksine bu dönemde bugüne kadar hep Türklerin duygularını düşünerek hareket ettiğimiz bir ortamdan Kürtlerin de duygularının tartışıldığı bir süreç başladı. Ve belki de “Analar ağlamasın”, “Kürtlerin İnkârı bitmiştir” söylemi de ilk kez Türklerin ve Kürtlerin ortak duygusu haline dönüştü. Bu duygu gariptir ama Türkler tarafından çok daha kabullenildi.
HDP ve Sol
Bu ülkede 1970’lerin sonunda Ecevit Hükümetinde bakanlık yapan Kürt siyasetçi Şerafettin Elçi Kürt olduğunu söylediği ve 1989’da Paris’teki bir Kürt konferansına katıldığı için 6 Kürt milletvekili partileri SHP’den ihraç edildiler. Türkiye’de sol, sosyalist, sosyal demokrat tandanslı partilerde dahi Kürtlerin taleplerini dile getirmesi “pek de hoş” karşılanmıyordu. 1990’lara gelindiğindeyse Kürt siyasal hareketi yeniden doğmayı, yeni bir başlangıç yapmayı hedefledi. 7 Haziran 1990’da küllerinden yeniden doğan Zümrüdüanka misali Halkın Emek Partisi’ni (HEP) kurarak yola çıktı.
Kürt siyasal hareketinin özelde HDP’nin dünden bugüne kendi başına kararlarını vermekte zorlandığını süreçle birlikte daha net gördük. İçinden çıktığı ve buram buram Kemalizm kokan Türk soluna her zaman bir minnet duygusu ile hareket etmeyi tercih eden HDP maalesef Kürtleri kendi gerçekliğinden kopardı. Öyle ki, çözüm için pazarlığa oturduğu Ak Parti ile görüşme ve diyalog kanallarını çeşitlendirmek geliştirmek yerine, kendilerini her fırsatta terörist ilan eden Türk solu söylemleri üzerinden kendi taleplerini bile hiçe sayabildiler. HDP’nin 7 Haziran seçimleri için hazırlanan beyannamesinde bile ‘Kürt sorunu’ birçok sorunun ve talebin gerisinde kaldı.
Türkiye’deki solculuk umut bağlanacak kadar güçlü mü? Soldan beklenti abartılmıyor mu? Güçlü olsa bile, ne kadarı HDP’nin arkasında? Türkiye’de “toplumsallığını yitirmiş bir sol gerçeklik” söz konusu. Bu anlamda bir yargıya varmayı zorlaştıran şu: Sol potansiyel ve Aleviler üzerindeki geleneksel Türk milliyetçi duyguları ne kadar kırılmıştır? Bu soruların cevabını 7 Haziran seçimlerinin sonuçları ortaya çıkınca göreceğiz.
7 Haziran sonrası
7 Haziran 2015 seçimleri HEP çizgisinden bugüne gelen HDP’nin yeniden doğuşu mu yoksa kafasında tasarladığı ikinci yol haritasının başlangıcı mı olacak? İkinci yol haritası demişken HDP’nin barajı aşamaması durumunda hayata geçirmek isteyeceği plan elbette kendisinden önceki partilerden farklı olacaktır. En baştan söyleyeyim, HDP baraj bandının çok üstünde bir oy da alsa, gerisinde de kalsa Demirtaş genel başkanlık koltuğunu bırakacaktır. Bu konuda elbette belirleyici Öcalan olacaktır. Ve İmralı’dan gelen sinyaller her koşulda Öcalan’ın seçim sonrasında HDP içinde çok ciddi bir değişime gideceği yönünde.