Kürt sorununa Osmanlı çözümü

Fikir
Vahdettin İnce’nin Star Açıkgörüş’teki yazısı… Türkiye Kürt sorunu bağlamında adam akıllı bir stratejiye sahip olmadığı için içeriden, özellikle sınırlarının dışında Kürtlerle ilgili...
EMOJİLE

Vahdettin İnce’nin Star Açıkgörüş’teki yazısı…

Türkiye Kürt sorunu bağlamında adam akıllı bir stratejiye sahip olmadığı için içeriden, özellikle sınırlarının dışında Kürtlerle ilgili bir gelişme baş gösterdiğinde arayışlara girer. Bir süre önce Kuzey İrlanda modeli gündemdeydi ve modeli yerinde görmek üzere resmi ya da gayri resmi ziyaretler gerçekleştirilirdi. Geçenlerde aralarında değerli gazeteci Fadime Özkan ve dostumuz Yılmaz Ensaroğlu’nun da bulunduğu bir heyet Moro’ya gitti. Uzun yıllar süren iç savaştan sonra varılan anlaşmayı yerinde görmek için. Fadime Özkan gözlemlerini yazı dizisi olarak da yayınladı. Değerli ve dikkatle üzerinde durulması gereken bilgiler verdi. Mutlaka istifade edilmesi gerekir.

Ama Kürt sorununu çözmek için önümüzde kendi tarihimizden iki model vardır. Biri Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisi arasında gerçekleştirilen ittifak, diğeri Sultan Abdulhamid’in Kürt aşiret reislerine kurdurduğu hamidiye alaylarıdir. Kaderin cilvesine bakın ilki Osmanlı devletinin imparatorluk olmaya başladığı döneme denk geliyor ikincisi de çözülme sürecine denk geliyor. Ama ikisinin de ortak noktası dışarıdan herhangi bir dayatma, bir zorlama olmaksızın tamamen yerli, tarihin ve coğrafyanın gerçekliğine uygun ve stratejik olmalarıdır. Her iki modelde de Kürtlerin gönüllülüğünün esas alınmış olması da ayrıca dikkat çekicidir.

Daha önce Yavuz ile Bitlisi arasında gerçekleştirilen Kürtlerin ve Türklerin tayin edici ittifakını yazmıştım. Arabistan ve Avrupa kapılarının bu ittifaktan sonra açıldığını vurgulamıştım. Bu yazıda ise Sultan Hamid’in Kürt aşiret reislerini Yıldız sarayında misafir ederek bir yerel güç olarak hamidiye alaylarını kurmalarını istemesi üzerinde durmak istiyorum. Hem günümüze yakınlığı hem de benzer koşulların hala geçerli olmasından dolayı son derece önemlidir. Büyük bir siyasetçi olan Abdülhamid Osmanlıyı bekleyen kötü günleri seziyor. Kürtlere zımnen şunu diyor: “Düvel-i Muazzamanın üstümüze abanması kaçınılmazdır. Niyetleri sizin topraklarınızda bir Ermenistan kurmaktır. Bizim onlarla mücadele ederken sizi savunma imkanımız olmayabilir. Topraklarınızı kendiniz koruyun.” Böylece hamidiye alayları kurulur ve Kürdistan’ın elden çıkması, Ermenistanlaşması önlenir. Elbette başka etkenler de bu neticenin alınmasında rol oynamıştır. Benim maksadım, tarihsel bir vakıayı bütün detaylarıyla, belgeleriyle anlatmak değildir. Maksadım stratejik bir adımın milletlerin kaderi üzerindeki tayin edici etkisine dikkat çekmektir.

Kürt – Türk beraberliği

Bu adımın atılmasını isteyen Sultan Abdülhamid’in stratejisi bize dışarıdan dayatılan ve düşman olması kaçınılmaz bir Ermenistan’ın kurulmasındansa bizim önayak olduğumuz dolayısıyla bize ebediyen dost olacak bir Kürdistan’ın kurulması daha evladır şeklindedir. İstanbul’da ve Diyarbekir’de, bölgenin başka illerinde kurulan “Kürdistan Teali Cemiyeti“, “Kürt Teavun Cemiyeti” gibi derneklerin tümü işte bu stratejik fikri desteklemek amacıyla Sultan’ın desteği ve telkiniyle kurulmuşlardı. Bir Kürdistan kurulmadı, ama halihazırda elimizde ileriye dönük stratejiler için büyük bir güç ve enerji kaynağı niteliğindeki Kürt-Türk beraberliği bu dahiyane stratejinin bir sonucudur.

Tarihsel örnekler birebir tatbik edilmek için değildirler. Bugüne uyarlanmak için önemlidirler. Daha doğrusu tarihsel örnekler stratejiler edinmek açısından değerlidirler. Ve Kürt sorununu çözmek için çabaladığımız bu süreçte en önemli eksiğimizin de bir stratejimizin olmaması olduğu ortadadır.

Bizim bir stratejimizin olmaması bir handikap olarak elbette tehlikelidir. Ama bundan daha tehlikeli olanı günümüzün düveli muazzamalarının Kürt sorunu bağlamında ciddi bir stratejilerinin olmasıdır. Komşu coğrafyalarımızda meydana gelen gelişmelerin seyrine bakınca bunu açıkça görebiliyoruz. Kürt sorunu bağlamında sürekli mevzi kazananlar onlardır. Çünkü bir stratejileri var. Bizim bütün bunlar karşısında yapabildiğimiz tek şey, yapılan hamleyi durdurmak, boşa çıkarmak, değilse zamana yaymak. Karşı bir hamle yapmak hiç aklımıza gelmez. Çünkü stratejimiz yok. Stratejiyle hareket eden düşmana karşı taktiklerle zaman kazanmaya çalışıyoruz.

Abdülhamid’in stratejisi mevcut durumun sonu gibi görünmesi itibariyle ürkütücü gelebilir. Ama çığır açıcı bir ittifakın başlangıcı olan Yavuz’un stratejisinin devreye girmesi için kaçınılmaz bir adımdır bu. Aksi taktirde adım adım kendini dayatmakta olan karşıt strateji bize o fırsatı vermeyecektir. Ve bu strateji de aynı sınırlar içinde veya ayrı sınırlar içinde Kürtlerin ve Türklerin bir daha birbirlerinin yüzüne bakamayacak düşmanlar haline gelmelerini öngörmektedir. Yavuz’un ve Sultan Hamid’in stratejileri ise aynı sınırlar içinde veya ayrı sınırlar içinde hep kardeş olmalarını öngörmektedir. Adım adım kanla gelişen sürece bakarsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Son seçimlerde ortaya çıkan manzara bile Kürtlere ve Türklere rağmen nasıl bir geleceğin öngörüldüğünü göstermeye yeter.

Aslında Sultan Hamid’den önce de bugünkü Kürt meselesine ışık tutacak başka bir stratejik adım daha var. Abdülmecid dönemini kast ediyorum. Kavalalı gailesiyle meşgul olan Devlet-i Aliye, doğuda kadim ve güçlü düşmanlardan gelebilecek bir tehdidi durdurmak için stratejik bir adım olarak Diyarbekir merkezli bir Kürdistan eyaletinin kurulması sürecini başlatır. En az Sultan Hamid’in ki kadar müthiş bir starejidir bu. Nitekim Kanuni’nin de bir ara Safevilere karşı aşiretler düzeyinde direnç gösteren Kürtleri devletleştirmeyi düşündüğü bilinmektedir. Eğer Osmanlıların bu stratejik aklı birinci dünya savaşı sürecinde egemen olsaydı, bugünkü neticeden çok farklı bir neticenin çıkacağı muhakkaktı. Ne varki İttihat ve Terakki zihniyeti egemen oldu ve ellerindeki tek strateji başını kaldıranı imha etmek olan bu asker zihniyetin elinde imparatorluk dağıldı ve bir daha birbirlerinin yüzüne bakamayacak ebedi düşman devletçikler kuruldu.

Osmanlı zihniyeti olsa…

Eğer Osmanlı zihniyeti hakimiyetini sürdürseydi, belki gene aynı yenilgi ve dağılma süreci ortaya çıkacaktı, ama istendiği zaman beraberlik için seferber olacak dost devletler olacaktı etrafımızda. Tıpkı Sovyetlerin dağılması sürecinde Rusya’nın yaptığı gibi. Dağılmanın kaçınılmaz olduğunu gören Sovyet yönetimi, bunun dışarıdan bir müdahale ile olmasındansa kendi kararıyla bünyesindeki halkların bağımsızlığını tanıdı. Rusya bugün bağımsızlık verdiği bütün ülkelerle dosttur ve bağımsız devletler topluluğu çatısı altında bir tür beraberlik de kurmuştur. İttihat ve Terakki imhacılığı yerine Osmanlı zihniyeti egemenliğini sürdürseydi belki de bugünkü Avrupa birliği benzeri bir birlikteliğimiz mümkün olacaktı.

Madem düşmanlarımızın bir stratejisi var, o halde dağılalım demiyorum. Her ne olacaksa biz karar verelim. Mesela bugün Suriye’nin veya Irak’ın kuzeyinde bir sınır taşının yeri değiştirilecek diye hop oturup hop kalkacağımıza orada bir Kürdistan gerekiyorsa onu da biz kurarız diyebilelim. Ben buna Osmanlı çözümü diyorum.


Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/on5y/public_html/wp-includes/functions.php on line 5464

Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/on5y/public_html/wp-content/plugins/really-simple-ssl/class-mixed-content-fixer.php on line 107