Engin Dinç’in röportajı
Türkiye gündemi çok hızlı değişse de, özellikle geçtiğimiz günlerde yaşanan “kızlı erkekli birlikte yaşama” polemiği henüz hafızalarda tazeliğini koruyor. Başbakan Erdoğan’ın dile getirdiği bu konu, tıpkı 3 çocuk tavsiyesinde olduğu gibi bazı kesimlerin tepkisi çekmişti. Yaşanan bu tartışmaları Sosyolog Prof. Dr. Yasin Aktay’la konuştuk.
KIZLI ERKEKLİ TARTIŞMAS, BİR KÜLTÜR TARTIŞMASIDIR
Yapılan araştırmalarda kızlı erkekli birlikte yaşamaya gençlerin yüzde 75’inin karşı olduğunu gösteriyor. Bu konuyla ilgili sizin değerlendirmenizi almak istiyorum. Bu tartışma doğru bir tartışma mı? Doğru bir yönde ilerliyor mu? Toplum buna nasıl bakıyor?
Bu tartışma bir kültür tartışmasıdır aslında. Şu anda Türkiye’de bir yaşam tarzlarının özgürleşmesi meselesi var ama bir yaşam tarzının hegemonya kurması gibi bir durum da söz konusu. Bu hegemonyaya karşı bir farkındalık yaratılması gerekiyordu bence. O açıdan bu önemli bir tartışmaydı ve bu tartışma dolayısıyla çok önemli şeyler dile geldi. En azından reşit bir insanın davranışlarına kimin ne kadar yön verebileceği konusu, biraz daha farklı kesimler tarafından daha önce alışık olmadığınız bir şekilde ifade edilmiş oldu. Daha önceleri reşit bir insanın başını bile örtemeyeceği düşünülürken bugün bir anda baktık ki, aslında reşit bir insanın isterse cinselliğini hiçbir kayıt ve şart altında olmaksızın rahatlıkla başkalarına sunabileceği veya kullanabileceği ifade edildi. Bu ikisi arasında ciddi bir çelişki var gibi görünüyor ama aslında bir kadının başını örtmesi ile kızların cinselliklerini istedikleri gibi kullanabileceği iddiası veya savunması arasındaki irtibat çok süreklilik arz eden bir irtibat. Aslında istenen şey, bir yaşam tarzının dayatılmasıdır. Bir yaşam tarzının hegemonik ölçüde bütün unsurlarıyla toplumda avantajlı kılınmasıdır. Nitekim, şu anda o tarz bir yaşam tarzı, popüler kültür ile biraz daha teşvik ediliyor. Buna Batılı yaşam tarzı da diyebiliriz. Batı’nın bugünkü yaşam tarzı, Hristiyan kökenlerindeki yaşam tarzı değildir ama Batı’nın bugün almış olduğu şekil, kültürün bugün ulaşmış olduğu form biraz böyle bir form. Bu giderek bütün dünyada hegemonize edilmeye çalışılan bir form. Bu aileyi kökünden sarsan, aile kurumunun dikiş tutmasını engelleyen bir yaşam tarzıdır. Oysa Türkiye’de bir yandan da çözülme tehlikesi, baskısı altında bulunan bir aile hayatı vardır. Bu aile bizim en büyük avantajımız ama bu aileyi tehdit eden bir takım gelişmeler, zihniyetler var. Bu zihniyetlerin farkına varmak, bu zihniyetlere dikkat çekmek önemli. Tabi bu elbette ki hiç kimsenin özel hayatına nihai anlamda müdahale edilebileceği, edilmesi gerektiği gibi bir algıyla, bunun böyle bir kampanyaya dönüştürülmesi gerektiği anlamına gelmiyor. Ama en azından biraz daha kamusal hale gelmiş birtakım davranış kalıplarının üzerinde bir baskı hissedilmesinin hiç de fena olmayacağını söyleyebiliriz.
KENDİ DEĞERLERİYLE UYUMLU TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ, OLUMLU BİR MÜHENDİSLİKTİR
AK Parti’nin sahip olduğu oy oranına güvenerek bir toplum mühendisliği gerçekleştirdiği eleştirileri yapılıyor. Gerçekten bir toplum mühendisliği mi var yoksa sizin dediğiniz gibi farklı yaşam tarzlarının ortaya çıkışı mı söz konusu? Bu eleştirilere nasıl bakmak lazım?
Toplum mühendisliği kavramının çok ulu orta ve fazla savurganca kullanıldığını düşünüyorum. Bütün siyasi yönetimler bir tür mühendisliğidir. Ama bu mühendisliğin amacının ne olduğuna bakmak lazım; amacının ya da hedefinin toplumun genel değerleriyle uyumlu olup olmadığına bakmak lazım. Eğer toplumun hedefleriyle ve toplumun değerleriyle hiçbir ilişkisi olmayan bambaşka bir yönetim biçimi çerçevesinde toplumu şekillendirmeye çalışıyorsanız bu tarz bir toplum mühendisliği bir tür emperyal, sömürgeci bir mühendisliktir. Ama siz kendi toplumunuzu, kendi değerlerinizle, toplumun da değerleriyle uyumlu bir şekilde yönetmenin birtakım siyasetini yürütecekseniz bu da olumlu bir mühendisliktir. Mühendisliğin her türlüsü kötü değildir. Siz kötü bir bina yapmaya kalkışırsanız bu da mühendislikle yapılır, iyi bir bina yaparsanız yine mühendislikle yaparsınız, iyi bir mühendislik olur. Toplum mühendisliğin her türlüsü kötü bir şey değildir. Toplum mühendisliğinin kendisi bizatihi kötü bir şey değildir. Sosyoloji hattı zatında toplum mühendisliğidir. Önemli olan bu toplum mühendisliği ile yönetmek istediğiniz toplumun, özgürlüklerini ne kadar kısıtlıyor olduğunuzdur. Şimdiye kadar insanların kaç çocuk yaptıklarına, kaç çocuk yapacaklarına hiç karar vermeyen bir yönetim mevzu bahis olmamıştır. Cumhuriyet’in ilk zamanlarından itibaren, aslında Cumhuriyet’ten önceki zamanlardan itibaren devlet her zaman toplumun kaç çocuk yaptığıyla ilgili bir karar vermiştir.
Toplumun değerleriyle uyumlu bir siyaset güttüğünüz zaman her çeşit eğitim faaliyeti bir tür mühendisliktir. Toplum mühendisliğini bir anda pejoratif bir anlamla buluşturup, bu anlamın tamamını hükümete yıkmanın bir anlamı yok. Bunu yapanlar bence demagoji yapmış oluyorlar, konuyu özünden saptırmış oluyorlar. Anketler şu anda izlenen siyasetin toplumun tamamına yakın kesimi tarafından hatta Cumhuriyet Halk Partisi tarafından bile aslında onaylanıyor olduğunu gösteriyor. Kemal Kılıçdaroğlu bile kız ve erkeklerin birlikte yaşamasının onaylanamayacağını, bu konuya kendilerinin de karşı olduklarını söylemek zorunda kaldı. Bu ne demektir? Demek ki toplumun değerleriyle uyumlu bir siyaset güdülüyor, geriye bunun yaşam tarzına dönüştürülmesi, yaşam tarzının teşvik edilmesi ve o yaşam tarzının önünün daha fazla açılması kalıyor. Bunun için uygulanması gereken aileyi koruyucu, geliştirici ve güçlendirici birtakım politikalardır. Bu politikaları da zaten Ak Parti baştan beri politika olarak sunmuştur, takdim etmiştir, bu politikaları için halkından destek almıştır. Demokrasi tam da budur. Demokrasi halkınızdan aldığınız desteği siyasete dönüştürebilme sanatıdır. Eğer halkınızdan bir destek almamışsanız, halkınızdan destek almadan birtakım uygulamaları topluma empoze etmeye kalkıştığınız zaman o da mühendislik gerektirir ama o mühendislik biraz daha atom bombası atan bir mühendislik gibi olur.
Gezi olaylarından sonra kızlı erkekli tartışması ya da 3 çocuk tartışması, ODTÜ’deki olaylar vb olaylar üzerinden birtakım gençlik kesimleri mobilize edilip harekete geçirilmeye çalışılıyor. Bu da aslında tersinden toplum mühendisliği olarak Ak Parti iktidarına karşı yürütülen bir çalışma olarak görülebilir mi? Çünkü İzmir’de bir genç erkek ve bir genç kız ‘biz birlikte yaşıyoruz’ şeklinde kendilerini polis merkezine şikayet ettiler. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
O gençlere yapılabilecek bir şey yok. Türkiye’nin yasaları kimin kiminle ne yapabileceğini sorun etmiyor. Bunu kendi özgürlüklerine bırakmış durumda. Ama sonuçta buna böyle bir yaşam tarzının ortaya çıkmasıyla, alenileşmesiyle birlikte ona karşı gelişebilecek bir başka bir kültürün de bilinçlenmesi söz konusu olacak. Biraz daha pekişmesi de söz konusu olacak. En azından bu konuda aileler böyle bir yaşam tarzını isteyip istemedikleri konusunda bir soruyla muhatap olmuş olacaklar. Toplumun geniş kesimleri böyle bir yaşam tarzını gerçekten isteyip istemiyor olduklarına dair bir soruyla yüzleşmiş olacaklar. Sonuçta toplum karar verecek bu tür şeylere, burada belli bir yasal düzenlemenin gerektiğini de zannetmiyorum. Burada sadece toplumdaki değer yargıları konusunda bir tür farkındalık gelişmiş olacak.
NAMAZ BU DÜNYADAN SÖKÜLÜP ATILAMAZ
Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan da bir yazısında “Kemalizm siyasal iktidarı kaybetti ama Müslümanlar, İslamcılar arasında bile sekülerizmin yükselmesiyle aslında bir zafer kazandı” şeklinde bir yorum yaptı. 20-30 yıl sonra da Müslüman ya da İslamcı bir kuşak kalmayacağı endişesini de dile getirdi. Gerçekten Müslümanlar sekülerleşiyor mu?
Yusuf Kaplan çok sevdiğim bir arkadaşımdır, onunla ters düşmek istemem ama öyle düşünmüyorum. Çünkü sekülarizmin tanımı konusunda biraz daha farklı bir analize sahibim. Sekülarizmin bireysel ve öznel tecrübe boyutu vardır. İnsanlar dışarıdan seküler gibi görünen birtakım yaşam tarzları içerisinde çok güçlü dini bağlar da kurabilirler. Siz sonuçta dışarıdan bakıldığında bazen seküler olan ve seküler olmayan bir yaşam biçimini ayırt edemeyebilirsiniz. Aynı yemeği yerseniz, birisi Besmele çeker direkt o yediği yemeği dinileştirir, birisi de Besleme çekmeden yer direkt sekülerleşmiş olur. Form olarak bakıldığında bir davranış kalıbını seküler kılan veya seküler kılmayan ayrım noktası, sadece bir kişinin niyeti olabilir. Ben Müslümanların bu anlamda kendileri isteseler bile kendi içlerinden sökülüp çıkarılamayacak bir habitus ağına mahkum olduklarını, mecbur olduklarını düşünüyorum. Namaz sökülüp atılamayacaktır bu dünyadan, oruç sökülüp atılamayacaktır bu dünyadan. Hac, zekat ve kelime-i şehadet, dualar hiçbir şekilde sökülüp atılamayacaksa bu hayattan; bunların hepsi ne kadar farklılaşırlarsa farklılaşsın, modernleşirse modernleşsin bu hayat tarzlarının içinde kendilerine bir alan açıp var olmaya devam ederler. O zaman sekülerliğin işaretleri veya şiarları gibi görünen yaşam alanlarının daha fazla görünür olması yanıltıcı olmasın. Bunların esas itibariyle sekülerliğin işaretleri sayılır olması da çok doğru bir şey değil. Tarih boyunca her zaman maddi yaşam biçimleri daha görünür olmuştur. Ama onların yanında Müslüman yaşam biçimleri de bir şekilde kendilerine bir alan açarlar. Son kertede bir yemeği yenilir kılan şey, haram olan, seküler olan bir yemeği yenilir kılan şey sadece Besmele’dir. Besmele de öyle sesini duymazsanız görebildiğiniz bir şey değildir.
Peki “Müslümanlar, kapitalizme yenik mi düşüyorlar” yargısını nasıl değerlendirirsiniz?
Kapitalizm nedir? Emeği satın almak ve ondan kar etmektir. “Ben emekten kar edemem” diye bir sözü İslami açıdan söyleyebilir misiniz, söyleyemezsiniz. “İslam başkasının emeğinden kar etmeyi yasaklamıştır.” Böyle bir şey söyleyebilir misin? O zaman kapitalistsin sen. Müslüman kapitalist olmaktan kaçamaz, kurtulamaz. Tabi emek satın almaktan emek satın almaya fark var. Köle çalıştırmaktan köle çalıştırmaya fark var. Ebu Cehil köle çalıştırdığı zaman onun anasını ağlatıyor. Ama Müslümanın da kölesi oluyor. Müslümanlar köleliliği kaldırmamışlardır, onu unutmayalım. Kapitalizm eleştirisi yapan Müslümanlar hadlerini bazen aşıyorlar. İslam’ın onlara vaad etmediği şeyleri İslam adına vaad etmeye başlıyorlar. “İslam kapitalizmi kaldıracak.” Hiç de kaldıracak değil. Benim kapitalizme savaş açmak gibi İslam adına bir yükümlülüğüm yok. Ben Marksist, Komünist, Sosyalist değilim ki… Komünistsen, sosyalistsen senin ötekin, düşmanın kapitalizmdir. Benim ötekim kapitalizm falan değil. Benim ötekim doğrudan doğruya haddi aşan insandır. İslam hemen şimdi, hemen şu anda uygulanabilir bir sistemdir. Hemen şu anda “La ilahe illallah” dersiniz, içinizde o Tevhid’i hissedersiniz. Şu anda infak mı etmeniz gerekiyor? Çıkar ve infak et, o kadar.
on5yirmi5.com