Kapitalizm mimariyi nasıl etkiledi?

Fikir
Ütopya koleksiyonuyla 2007 yılında başladığı bu sorgulamayı her geçen gün genişletmeye de devam edecek gibi görünüyor. Berghe ile mimariyi, Marxizmi ve modernizmi konuştuk. Cihan Keyif: Öncelikle Ütop...
EMOJİLE

Ütopya koleksiyonuyla 2007 yılında başladığı bu sorgulamayı her geçen gün genişletmeye de devam edecek gibi görünüyor. Berghe ile mimariyi, Marxizmi ve modernizmi konuştuk.

Cihan Keyif: Öncelikle Ütopya adını vermiş olduğunuz ve 2007’den beri sürdürdüğünüz bu seri sergilerden bahsedelim isterseniz. Ütopya neyi hedefliyor?
Luk Berghe:
Ekranda oynayan videoyu görüyorsunuzdur. Ben önceden bir performans sanatçısıydım ta ki geçirdiğim kazaya kadar. Bu videoda gördüğünüz okuma içerisindeki küçük değişikliklerle beraber daha önce Berlin’de gerçekleştirmiş olduğumunun bir tekrarı niteliğinde, Şu anki çalışmalarıma da aslında ben ve Pınar (Sergi Küratörü) farklı isimler veriyoruz. Ben onlara çizim diyorum. Pınar ise onların resim olduklarını söylüyor. Benim çizim diyor olmamdaki neden resmin kanvas üzerine yağlı boya, akrilik gibi malzemelerle çalışılıyor olduğunu düşünmem ancak bu sadece bir isimlendirme bunun önemi yok. Sergide yer alan çizimlerin ilk girişteki sekiz eser hariç hepsi 2008 yılından sonra yapıldı ve koleksiyona Ütopya adıyla eklendiler. Yani kısacası kazadan öncede çizim yapıyordum ancak performans sanatçılığını bırakıp sadece çizime odaklanmam kaza ile birlikte oldu. Aslında sanatımın özünde bir değişiklik olmadı o zamanki söylediklerimi şimdi çizimlerle anlatıyorum, anlattığım şeyin temel fikrinde bir değişiklik yok sadece şeklen değişiklik gösterdi.

Çok ilginç bir hikayedir; son performans gösterimi stüdyomda yalnız başına gerçekleştirmiştim. Üzerimde eski bir yeşil Çin askeri parkası ile daktiloda, 70’lerin ruhu içerisinde Mao’ya dair yazıyordum. Bunu seslendirme şansım olmadı. Her gün oturup yazıyordum, toplamda 350 – 400 sayfalık bir yazı ortaya çıkmıştı. Söylediğim gibi seslendirmeye şansım olmadan geçirdiğim kaza sebebiyle performansı ortaya koyacak bir olanak kalmadı, ancak bu şekliyle bitemeyeceğini de biliyordum. Çünkü bir sanatçı olarak yemeniz, içmeniz, nefes almanız gerekir diğer insanlar gibi ancak tek fark onlar gibi duramazsınız mutlaka birşeyler üretmeniz gerekir ben de sürecin ilk başlarında mahkum olduğum tekerlikli sandalye üzerinde Ütopya serisinin çizimlerine başladım. Çizimlerin hepsinin arkasında tersten damgalar görürsünüz çünkü tüm o yazılı kağıtların üzerine yapıldı bu çizimler. Şu an itibarıyle seriye ait 800 kadar çizim mevcut. Şunu bilmelisiniz ki burada gördüğünüz hiçbir eser satılık değil. Diğer sanatçılar gibi koleksiyonerler için çalışmıyorum, yaptığım resimleri kendim biriktiriyorum, "kendi" koleksiyonumu yapıyorum.

CK: Ütopya serisinde ne görüyoruz?
LB:
Ütopya serisi çizimlerinde insan göremezsiniz daha çok mimariyi bulursunuz. Çakmaktaş Modernizmi (Flintstone Modernism) bölümünde de, Hayalet Şehir (Ghost City) bölümünde de en önemli parçalar mimarindir. Mimari benim için hayati bir öneme sahip çünkü mimarinin tanımı insanı içerisine alan yerdir. Yani insanın barındığı, yaşadığı, hayatını sürdürdüğü yer, sadece güzel evler, modern ofisler değil. Kocaman bir villa, çok lüks malikaneler birileri için ev olabileceği gibi sokaklarda yaşayan insanlar için de sokaklar mimari alanlardır.

CK: O zaman Ütopya çalışmasının aynı zamanda disiplinlerarası bir yanı da var çünkü çizimler bir çok farklı alana uzanıyor. Sosyoloji, felsefe, ekonomi bunlardan birkaçı…
LB:
Ütopya koleksiyonu yüz yıllık modernizm tarihine yeniden bir bakış. Her fikrin avangarde dönemlerinde olduğu gibi modernizm de iyi bir moral yaklaşımdı. Bugün ise modernizm kavramı politikacıların da "Burayı modernize edeceğiz. Şu ülkeyi modernize edeceğiz" sözlerini dikkate alacak olursanız göreceksiniz ki bu artık insanın ve insanlığın karşısındadır. Mimari de modernizm kavramının tam temelinde yer almaktadır çünkü modern sanatların başlamasında dekoratif sanatlar ve mimarinin önemi çok büyüktür.

Modernizmin başlangıcını ise herhangi tarihe bağlamıyorum. Benim için modernizmin başlangıcı tarihi kaç olursa olsun kişiye bağlıdır ki; bu da Marx’dır. Kütüphanemde benim içerisinde yaşadığım tarihi anlatan aynı zamanda bu tarihten önce yazılan bir kitapdır Das Kapital. Dünyanın değişimine, internet sayesinde, ulaşabildiğim kadar bilgiyi topladığım arşivlere de baktığımda Marx ile modernizm arasındaki ilişki daha netleşiyor. Siz başka kabul edilebilir nedenlerle başka tarihler de verebilirsiniz ancak benim için modernizm kavramı Marx ile başlamıştır. Manifestoyu okuduğunuzda anlıyorsunuz ki, 68 Hareketi, Sovyet Rusya, Mao büyük hatalardır, Stalin çok çok büyük bir hatadır. Kapitalizm, Rönesans ile başladı ve bu bakımdan çok uzun bir tarihi var, Marx ise çok daha kısa bir tarihe sahip ve bu yüzden ondan öğrenecek çok şeyimiz var. Şu an Avrupa’da neler olduğuna dair, savaşların nasıl çıktıklarına dair ve daha bir çok şey…

Ancak kapitalizm artık sona ermiştir. Çok kez kendisini kurmayı denedi, yeniden ve yeniden apncak artık daha fazla ayakta kalamayacağı çok açık.

CK: Tam da burada bir soru sormak istiyorum. Kapitalizm tarihsel süreç içerisinde birçok kez şekil değiştirdi ve başkalaştı. Şu an küresel ekonominin içerisinde işleyişine devam ediyor sadece adı globalizm oldu. Bunun karşılığında ise Marksizm, öncelikle Gramsci sonra da yeni dönem Marxistler tarafından yeniden yorumlandı. Siz bu yorumları globalizmin karşısında duracak kadar güçlü buluyor musunuz?
LB:
Evet kesinlikle. Ben 1950’lerde, 2. Dünya Savaşı’nın hemen ardından Belçika gibi Almanya’ya komşu bir ülkede doğan biri olarak tam anlamıyla kapitalizmin çocuğuyum. Savaş sürecinde ve sonrasında burada olanları rahatlıkla yorumlayabiliyorum. Olanlara katılmamak ve onları desteklememekle birlikte kapitalizmin savaştan yeni çıkmış Avrupa’ya desteğini gördüm. Savaş kapitalist süreçler için çok önemli bir olgudur çünkü ister çok büyük savaşlar olsun isterse Zapatistalar gibi küçük ve ulusal ayaklanmalar hepsi silahlarını kapitalist ülkelerden satın alırlar. Bu sadece silahlıların gücünü artırır yani Türkiye’de dahil olmak üzere tüm silahlanmalar sivilin gücünü, halkın gücünü artırmaz sadece ait oldukları ülkelerin ya da grupların içinde yer alan orduların gücünü artırır. Sorum şu, "neden eski sistemlerden biri olan Marxizm’in söylediği gibi halk gücüne dönmüyoruz?" Milliyetçilik ordunun manipülasyonu iken Marxizm insanların manipülasyonudur. Neden bunu denemiyoruz? Hep birlikte Komünist Parti’nin manifestosunu okuyalım, herkes bunu okusun demiyorum ancak herkes Marx’ın Das Kapital’ini okusun. Bu kitap felsefe ile ilgili değil, Das Kapital finans bazlı bir ekonomi çalışması, enternasyonel bir öğreti öneriyor. Sürekli olarak seyahat ediyorum ve yepyeni insanlarla tanışıyorum ancak bu insanlarla aramda sürekli olarak sınırlar bulunuyor. Ülkeler kapitalist zihniyetlerce sınırlarla birbirlerinden ayrılıyorlar.

Çakmaktaş Modernitesi’ndeki ele aldığım gibi bir ironi ile yaklaşmak gerekiyor konuya, bu alaya alan bir ironi aynı zamanda. Fred Çakmaktaş bir işçi, toplum içerisinde yer alan basit bir insan. Arkadaşı Barney ve eşi ile olan ilişkisi de öylece basit. Hayatlarını sürdürmek için herhangi bir şeye ihtiyaçları yok. Biz neden onların yetindikleri ile neden yetinemiyoruz? Hayatın algısı ve paradigması neden bu şekilde olamıyor? İşte ben bu şekilde yaşanabileceğine inanıyorum. O bakımdan biraz nostaljik bir istek ve ben işte bunun ütopya olduğunu düşünüyorum. Basit yaşamlar kapitalizmin getirdiklerinden çok daha yeğdir, bunlar büyük büyük paralar olsa bile.

Örneğin bir sanatçı olarak düşündüğümde, sanat ciddi getirileri olan bir ticari meta konumunda şu an ama benim umurumda değil. Ben sadece sanatımı, kuşkularımı, günlük yaşamımı ama en önemlisi de sorularımı ve hayata bakışımı sergiliyorum. Performans sanatçısı olduğum dönemlerde de aynıydı. V for Vandetta maskesinin arkasından, gerçek olmayan bir yüzle, gerçek insanların gözlerine bakıyordum. Aynı kapitalistlerin gerçek insanların gözlerine, gerçeği yansıtmayan sözler söyleyerek bakmaları gibi. Arap Baharı da bu kapitalist yalanlardan biri. Şu an insanlar daha önce ödemedikleri sağlık, eğitim hizmetleri için ödemeler yapmaya başladılar.

CK: Tüm Avrupa’yı ve bazılarının yorumlarına göre de tüm dünyayı yeniden şekillendiren 2. Dünya Savaşı’ndan bahsedelim. Edebiyattan, felsefeye tüm Avrupa Kültürü’nü değişikliğe uğratmış olan bir savaş. Zweig ve Benjamin gibi önemli kültür insanlarının intiharına neden olan bir savaştan bahsedelim. Mimariyi nasıl etkiledi?
LB:
Bazı şehirler savaştan sonra en başından inşa edildi. Dresden’i ele alacak olursak, savaş sürecinde ve savaştan kısa süre sonra ağır bir bombardımana maruz kaldı. Şehri eski haliyle yeniden inşa ettiler. Bunun yanında şehirler de tekrar şekillendi. Berlin’in ortasına büyük bir duvar inşa edildi. Böylece şehirlerde sadece binalar değil aynı zamanda şehirler yapısal olarak da değiştiler. Kitaplığımda savaş dönemi öncesini anlatan Bauhaus tarzında binaların bulunduğu bir kitap var. Bauhaus bir mimari yaklaşımın adı. Daha sağlam ve uzun süreli kullanabilecek binalar inşa etmeyi amaçlayan bir grup sol tandanslı mimar tarafından kurulan oluşumdu. Burjuvazi için evler yaptılar ancak bu evlerin mimari bir yaklaşımı vardı. Hitler geldikten sonra ise bu bakış açısı tamamen değişti. Savaş sonrasında da gördük ki Hitler’in bu yaklaşımı devam etti. İstanbul’daki Bankalar Caddesi’ne bakın. Orada da harika binalar var ancak bunların hepsi bankalara ait. Bir kafe ya da halkın kullanımına açık değil. Bu da gösteriyor ki, mimari kapitalizmin etkisiyle şekil değiştirdi aynı zamanda sanatta böyle. Ne yazık ki ben de hem mimar hem de sanatçıyım ancak bakış açım bu yapacak bir şey yok.

Bunu sadece savaşla görmüyoruz. Aynı zamanda Kanarya Adaları’na bakın şehircilik ve mimarlığın en önemli isimlerinden biri olan Cesar Manrique’yi göreceksiniz. Kanarya Adaları bir film sahnesi gibi en başından inşa edildi. Sadece zenginler için yaratılan bir Hollywood oldu. Buraya baktığımızda da insanları dışlayan bir modernizmden bahsediyor oluyoruz. Modernizm kendisini bir kez daha iyi ve iyimser bir yolla kurgulamalı. Ülkenizde inşa edilen TOKİ evlerini düşünün, estetikten uzak hiçbir kaygı taşımayan binalara kapitalizm, modernizm adı altında insanlar mahkum ediliyor. Şangay’da, Türkiye’de, Brezilya’da dünyanın her ülkesinde buna benzer oluşumlara insanlar mahkum bırakılıyor.

CK: Biraz da çizim tekniğiniz ile ilgili konuşalım istiyorum. Teknik olarak sulu boya ancak kullandığınız malzeme guaj. Neden böyle karma bir teknik kullanıyorsunuz?
LB:
sulu boya da guaj gibi yan yana iki kontrast rengi kullanmak şansınız yok. Çizimlere bakarsanız siyah ve beyazın ağırlığını görürsünüz özellikle Hayalet Şehir serisinde siyah ve beyazlar yan yana sulu boyada bunu yapmaya çalışsanız kesişim noktalarında gri renkler görülebilir ancak benim bakışım siyah ve beyaz kadar keskin. Bu bakımdan guaj boya malzemesi teknik ile birleşince daha güzel işler ortaya çıkıyor. Kağıt kullanmam ise bahsettiğim üzere son performans çalışmamda üzerine yazmış olduğum kağıtları tercih etmemden kaynaklanıyor. Çalışmalarda seriler farklı konuları ele alan bütünlüklü yapılar olarak duruyor mimari ise tüm koleksiyonu bir arada tutan ana tema olması bakımından önemli bir yer taşıyor.

CK: Kan metaforundan bahsetmek ister misiniz? Çizimlerinizde bir çok kez kullandığınız bir imge.
LB:
Kan kapitalist sürecin içerisindeki en tanıdık olgu. Kapitalizm zaten bunun üzerine kurulu. İnsanların canını çıkartana kadar sömürülmesi, savaşın kapitalizmde yenileyici ve kurucu bir öğe olması kanın kullanılmasını zorunlu kılıyor. Aynı zamanda bunun tam tersi olarak kan hayatın da ta kendisi. Bu bakımdan bazı çizimlerde kan içeride mi yoksa dışarından mı içeri geliyor belli değildir. Belçika’da BIS 127’nin hikayesi çok ilginçtir. Göçmenlerin tutulduğu bir hapishanedir ve birçok insan orada can verdi. Bu benim inandığım sosyalizmin değil kapitalizmin suçu. Kapitalizm kan döktü.

CK: Türkiye’deki mutenalaştırma faaliyetlerini takip ettiniz mi?
LB:
Türkiye’de İstanbul’da süren faaliyetleri takip ettim aslında Tarlabaşı’nda şu an süren mutenalaştırma genel olarak sermaye sahiplerine ve hükümete karşı çıkamayacak olan insanlara karşı sürdürülüyor. İnsanlar şehirde yaşadıkları yerlerden sökülüp başka bölgelerde yaşamaya zorlanıyorlar. Onlardan alınan yerlere lüks alışveriş merkezleri ve oteller inşa edilecek. Bu bakımdan süren bu mutenalaştırma faaliyeti şehirde büyük dönüşümlere neden olacak. Ancak şu kesin ki TOKİ Evleri, Türkiye’nin en büyük derdi. Kötü malzeme ve estetik kaygıdan uzak bu binalar İstanbul gibi önemli ve tarihi bir şehri şablonla yapılan köşeli evlere dönüştürecekler.

www.arkitera.com