İslâmcılık ölebilir mi?
Bir entelektüel hareket olarak İslâmcılığın “ölmesi” mümkün değildir. Sorun onun beklenen entelektüel sıçramayı yapamaması, zikredilen aktivizmin ideolojik zeminini oluşturmanın ötesine geçememesi ve sığ bir “dindarlık laiklik” çatışmasına sıkışmasıdır.
Geçen yaz başlayan “İslâmcılık” tartışması araya giren güncel olayların gündemi değiştirmesi nedeniyle yavaşladı. Entelektüel hayatımız için büyük önem taşıyan bu tartışma daha sonra yeniden canlanmasına karşın hak ettiği ilgiyi görmedi. Bunun temel nedeni ise onun “İslâmcılar arası” bir tartışma boyutuna indirgenmesidir.
Bu, büyük çapta, toplumumuzdaki seküler kesimlerin “İslâm” ve “entelektüel tartışma” ifadelerinin yan yana getirilmelerinin bir oksimoron teşkil ettiği kanaatine sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Bu yaklaşımın düşünsel arka planında ise son dönem Osmanlı ve Erken Cumhuriyet entelektüellerinin bir bölümünü derinden etkileyen asır sonu dünyasının “din” yaklaşımı vardır. Bunun temel tezi ise modernlik ve bilimsel gelişmenin kısa sürede dinlerin folklorik karakter kazanacağı bir dünyanın doğumunu sağlayacağı olmuştur.
Bu dönemin egemen tartışması “din”in yerinin nasıl doldurulacağı üzerine yoğunlaşmıştır. Üç temel seçenek olarak ise “deneysel bilim,” “yeni pozitivizm” ve “bireyi felsefî anlamda dindar yapacak yeni bir felsefe” ortaya konulmuştur. Diğer bir ifadeyle varsayılan senaryoda dine yer bulunmamaktaydı. Doğal olarak dinin entelektüel hayattaki tek tartışılma biçimi de onun “sosyolojik bir olgu olarak incelenmesi” olabilirdi. Din ve entelektüel hayat ifadelerinin bunun dışındaki bir bağlamda gündeme gelebilmesi mümkün değildi.
İslâmcılık ve entelektüel hayat
Gündemdeki “İslâmcılık” tartışmasının en ilginç noktalarından birisi bu hareketin siyasî boyutuna yapılan vurgudur. Konuya farklı bir açıdan yaklaşmakla birlikte bu altını çizme de “entelektüel” boyutu neredeyse tamamen devre dışı bırakmaktadır. Kaba hatlarıyla özetleyecek olursak İslâmcılık bir program geliştirmiş, bununla iktidara gelmiştir. Siyasî iktidar olması ve bunun üzerinden devletle bütünleşmesi ise onun sonunu getirmiştir. Bu nedenle de artık İslâmcılıktan değil, iktidarda kalabilmek için değişik sentezler yaratmaya, kendisini farklı yaklaşımlarla telif etmeye çalışan bir “siyasî yaklaşım biçimi”nden bahsedebilmek mümkündür.
Bu yaklaşımın temel sorunu düşünsel arka planında Fukuyama’nın Tarihin Sonu’ndaki vurgularını andıran bir “entelektüel zaaf” ve “siyasîlik” varsayımına dayanmasıdır. İslâmcılığın (Fukuyama bunun radikal olmasının gerektiğini düşünmektedir) İslâm dünyası dışında entelektüel bir ilgiye mazhar olamayacağı dolayısıyla da ya modern, seküler demokrasilere dönüşecek toplumlarda kaybolacağı ya da ortadan kalkacağını savunan bu yaklaşım temel tezlerini İslâmcılığın son tahlilde “siyasî” olduğu ve geleceğinin iktidar ile olan ilişkisi tarafından belirleneceği düşüncesi üzerinden şekillendirmişti.
Türkiye’deki tartışmada gelinen noktada da İslâmcılık’ın geleceği iktidarla olan ilişkisi çerçevesinde açıklanmaya çalışılmaktadır. Halbuki “İslâmcılık” daha sonra siyasî boyut kazanmasına karşılık bir modernliğin yarattığı bir “entelektüel” harekettir. Bu düşünce sadece İslâm dünyasının Batı karşısındaki gerilemesine çâre bulmaya ve İttihad-ı İslâm aracılığıyla anti-emperyalist bir siyasî birlik yaratmaya çalışmamış, modernliğin yarattığı dünyanın farklı sorunlarına cevap vermeye de çalışmıştır. Bu nedenle on dokuzuncu asır İslâmcı hareketini basit bir “anti-emperyalizm”e indirgemek yanıltıcıdır.
Modern dünyada, modernliğin yarattığı yeni sorunlara dinî cevaplar vermenin ne derece zor olduğu ortadadır. Kendisinin olmaması gerekliliğini savunan bir dünya anlayışı ile bağdaşma yaratma, sorunlara bu yolla cevap verme gayreti İslâmcı entelektüel hareketi fazlasıyla zorlamıştır. Batı’nın hegemonik gücü ve İslâm dünyasındaki önlenemez yayılımı, İslâmcı entelektüelleri, benzer cevapların entelektüel temellerini hazırlamaya çalışan Paul Janet benzeri düşünürlerin karşılaştığından daha büyük engellerle uğraşmak zorunda bırakıyordu. Bu aynı zamanda İslâmcılığın zorunlu olarak daha siyasî bir hareket olmasına neden oluyordu.
İktidara ne geldi?
Osmanlı toplumunda 1908 sonrası gelişen İslâmcı hareket de bu nedenle siyasî boyutu kuvvetli bir “Müslüman aktivizmi”nin zeminini hazırlamıştı. Ancak bu hareketin basit bir iktidar mücadelesinin oldukça ötesinde ciddî bir entelektüel temeli olduğunu da görebilmek zor değildir.
Erken Cumhuriyet’in inancı bireyselleştirerek sosyal alanın dışına çıkaran yeni toplum projesinin ve “din”in entelektüel alan haricine sürülmesinin İslâmcı hareketin, siyasî boyutu fazlasıyla baskın bir “muhalefet” biçimine dönüşmesine neden olduğu açıktır. Entelektüel alan aleyhine genişleyen bu siyasîleşme Cumhuriyet öncesi dönem İslâmcılarının sahneden çekilmesi sonrasında yeni bir ivme de kazanmıştır.
Bu açıdan bakıldığında Seyyid Kutub’un örnek İslâmcı düşünür olarak görülmeye başlaması tesadüf eseri değildir. Dolayısıyla bilhassa 1970 sonrasında gelişen İslâmcılık entelektüel zemini fazlasıyla zayıf bir “aktivizm” karakteri kazanmıştır. Bu dönemin İslâmcı neşriyatı 1908 sonrasının Sırat-ı Mustakim, Beyanü’l-Hak benzeri yayın organları ve önde gelen İslâmcıların eserleriyle karşılaştırıldığında entelektüel açıdan ne denli büyük bir gerileme olduğu kolaylıkla görülebilir.
Ölebilir mi?
Bu nedenle İslâmcılığın “iktidar”a geldiği varsayımıyla, onun ölü ya da sağ olduğunu “iktidar” ilişkisi üzerinden açıklamak fazla anlamlı değildir. İslâmî söylem kullanan siyasî aktivizm ile entelektüel boyut taşıyan İslâmcılık oldukça farklı olduğundan, bunlardan ikincisinin “iktidar” haline gelebildiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Bu nedenle öldüğü varsayılan bir sloganlar manzumesinin ötesine geçmeyen bir “aktivizm”dir. İktidar ve devletle kurulan yeni ilişki şekli bu aktivizmin muhalefet, başkaldırı ve yenilik talep eden karakterinde ciddî bir törpülenme meydana getirmiştir.
Buna karşılık bir entelektüel hareket olarak İslâmcılığın “ölmesi” mümkün değildir. Sorun onun beklenen entelektüel sıçramayı yapamaması, zikredilen aktivizmin ideolojik zeminini oluşturmanın ötesine geçememesi ve sığ bir “dindarlık-laiklik” çatışmasına sıkışmasıdır.
YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!..
Sabah