Ercan Yıldırım’ın Star Açıkgörüş’te, Türkiye’de İslamcılık hareketinin değişim ve kırılma süreçlerini ve bu süreçteki İslamcı aydınların etkileri ile Erdoğan faktörünü değerlendirdiği yazısı…
Türkiye’de İslâmcılık hareketi ilk büyük ayrılığını, parçalanmasını ve çeşitlenmesini 27 Mayıs’tan sonra yaşamış, 1970’li yıllardan sonra pek çok yeni cemaat, tarikat, fraksiyon ve grup kendi ‘dünyalarını’ kurmuşlardı.
1980 sonrasında dünyadaki neoliberal siyasallığın etkisinin Turgut Özal ile yaşanmasıyla birlikte de, bilhassa şirketleşme ve sivil toplum hareketleriyle yine tarikat ve cemaatler güçlenmeye, itikadi, doktrin ve anlayış olarak birbirlerinden keskin çizgilerle ayrılmaya, kendi dünyalarını tahkim etmiş, yeni yeni gruplar ortaya çıkmıştı.
Neoliberal siyasallığın tezleri 90’lı yıllarda İslâmcı aydınların tek gündem maddesi oldu. Etnik kimlikler söylemlerini İslâmcılık olarak sunar, diğer gruplar Kemalist devlet yapısını yani ‘Büyük Öteki’ni 80 öncesi İslâmi tezlerle değil çokkültürlülük, çoğulculuk, bir arada yaşama, ötekileştirmeme, hoşgörü gibi kavramlarla eleştirirken, devlet ve millet bağını Kemalistlere münhasır sayıp, Müslümanları marjinalitede gördü. 90’ların bu siyasallığı, 28 Şubat ve Refah Partisi’nin kapanmasının tesiriyle İslâmcı kesimin içerisine liberallerin de alındığı, tüm cemaat ve tarikatları tek ilkede, ‘ehven – i şer’de birleştiren ‘büyük ittifak’a itti. Bu ittifakın içine bir tek Gülen hareketi dâhil olmadı.
‘Büyük Öteki’ karşısında dindarların güçlenmesi, her cemaat ve tarikatın, İslâmi grubun 90’ların söylemlerini içselleştirmeseler de, ‘kerhen’ kabul etmelerine neden oldu. Milli hassasiyetler, İslâmi dönüşüm, Milli Görüş, İslâm devleti gibi iddiaların üzeri yavaş yavaş ileride daha da korlanacak şekilde toprakla örtülmeye başladı. AK Parti iktidarında, bilhassa 2007 sürecinde Danıştay saldırısı, Cumhuriyet Mitingleri, 27 Nisan Bildirisi ve kapatma davası İslâmi kesimin tüm gruplarını hatta Gülen hareketini de bu büyük ittifaka dâhil ederek genişletti.
2011 kırılması
2007 kopmasındaki ‘Büyük Öteki’nin saldırgan tutumu, AK Parti’yi destekleyen, İslâmcı kimlikle ve tezlerle yani 90’ların söylemiyle arası hiç hoş olmayacak, onları kabul etmeyecek ama Recep Tayyip Erdoğan karizmasına ‘tutkun’ büyük çoğunluğun milli ve yerli reflekslerini sindirdi. Öyle ki “One minute” ve 2011’de Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni söylemleri Gülen cemaatini, İskenderpaşa’nın bir kısmını, liberal ve sol kesimleri ‘Büyük İttifak’tan koparırken, sandıkta gücünü gösteren millet yapısını, diğer İslâmi grupları birbirine daha çok kenetledi. Otantik radikaller, oy vermeye taraftar olmayan kesimler bile 2011’den itibaren sandığa gitmekle kalmayıp, etrafındakilere sandığa gitme yönünde telkinlerde bulunmaya başladı.
2011 süreci o derece farklı bir kırılma yaşattı ki, Erdoğan üzerindeki ‘tutku’ kuvvetlendikçe ‘Büyük Öteki’ 2013’e bu ‘saygın ve karizmatik imge’yi dağıtacak malzemeleri toparlayarak, hazırlık yaparak girdi.
2011’den itibaren Erdoğan, ameliyatının etkisi, MİT Müsteşarı’nı kurtarma çabası, annesinin ölümü, en yakınındakilerin ihanetleri nedeniyle içe kapanmaya, İslâmcı söylemini artırmaya, milli ve yerli vurguları güçlendirmeye, Necip Fazıl ve Akif’i ‘mensubiyet bağı’ biçiminde telaffuz etmeye başladı. Çözüm Süreci ve Alevi Çalıştayları’nı, ‘milletin başındaki belaları defetmek’ için yürürlüğe sokan Erdoğan’a ve ‘Erdoğan karizması’na destek esirgenmedi. Çözüm Süreci ve Alevi Açılımı’ndan sonra Kürt ve Alevi kimliklerinin ‘siyasallaşması’, ‘ulusçuluk’ anlayışının güçlenmesi Erdoğan’ın arkasındaki milleti çok rahatsız etse de Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki destek bunun ‘arızî’ olarak algılandığını göstermeye yetti.
2015 yılındaki seçimlerde HDP’nin ‘barajı patlatarak’ geçmesi, partiyi güçlendiren Nişantaşı Sosyetesiyle ‘AK Parti eliti’nin aynı dilde buluşması, AK Parti içinde yıllardır toprak altında duran ‘milli ve yerli köz’ün canlanmasına neden oldu.
Erdoğan’ın ‘ihanetlerden nefret eden’ karakterinin sürekli sınanması, 90’ların dilini kullananların AK Parti ile millet arasını açtı. Yapılan icraatlara rağmen her seçimde Doğu ve Güneydoğu’da oy oranlarının düşmesinin eklenmesiyle artık Türkiye’de sadece AK Parti içinde değil, İslâmcılar arasında da bir kırılmanın eşiğine gelindi.
Köklerden habersizlik
27 Mayıs 1960’tan itibaren diğer fikir hareketlerinde olduğu gibi İslâmcılık hareketinde de kendilerinden önceki kökleri ihmal eden, Osmanlı dönemi kaynaklarıyla irtibatı kesilen bir nesil ortaya çıktı. Cumhuriyet İslâmcılığı’nda Necip Fazıl’ın büyük etkisine karşın İslâmcıların konuştuğu ‘yabancı dil’, Türkiye gerçeklerinden kopuk İslâmi tezleri doğurdu.
1990’lı yıllarda entelektüel faaliyetlerin artmasının yanında yurtdışında okuyan, orada uzun yıllar üniversite faaliyetleri gerçekleştiren dolayısıyla Türkiye’de olup bitenlere üst perdeden yaklaşıp, ‘kökleri’ hafif gören yeni İslâmcı nesillerin de ortaya çıkmasına neden oldu. Büyük oranda ‘eski radikaller’den, etnik kimliklerden oluşan bu kesim, belli başlı düşünce kuruluşlarında, düşünce üretmekten ziyade kendi ‘kadro network’lerini oluşturup, birbirlerini sırtlamaya başladı.
Statüko ve vesayet kelimelerinden başka siyasal alana, iktidar varlığına katkıları olmayan bu yeni aydınlar, Recep Tayyip Erdoğan’ın söylemlerini, dilini, entelektüel birikimini yeterli bulmayıp eleştirmeye; Erdoğan’ın 2011’e doğru dozajı gittikçe artan Akif ve Necip Fazıl vurgularını hafif görmeye, küçümsemeye başladı. Batıdan edindikleri söylemleri, toplum mühendisliğini Türkiye’ye taşıyan bu kesim AK Parti’ye destek veren yüzde 49’luk millet yapısını dahi ‘değerli’ bulmaktan uzak, eleştirdikleri Tek Parti CHP’sinin, halkı yönlendirilmesi gereken ‘cahiller’ olarak bakma tavrını İslâmcılığa taşıdılar.
Milletin ‘AK Parti’ye mecburiyeti’ni öne alarak, toplum mühendisliğini her türlü milli ve yerli değeri ezme olarak gören yeni İslâmcı akademisyen kuşak, bir yandan Erdoğan sonrası AK Parti hazırlıklarını yaparken, öte taraftan Erdoğan’sız AK Parti’nin siyaset üretememesi karşısında acziyetini kapatmak için farklı atraksiyonlar gerçekleştirdi. Erdoğan aynen yüzde 52’lik kitlesi gibi Osmanlı İslâmcılığı ile Cumhuriyet İslâmcılığının değerlerini, şahsiyetlerini dikkate alır, tasavvuf çevreleriyle irtibatını sürdürürken, yeni İslâmcı akademisyenler milletle olan bağlarının zayıflığı nedeniyle hem aktüel, siyasal ve sosyolojik hareketlenmeyi hem de İslâmcıların düşünce yapısını, gelişmeler karşısındaki reflekslerini ölçemediler.
Öyle ki, literatürle bağlarının kopukluğu, değerlerle aralarının açıklığı nedeniyle Seyyid Kutup, Mevdudi gibi 27 Mayıs sonrasında İslâmcılık üzerinde etkili olan isimler bile 2000 sonrasında yerli ve milli hale geldi! 90’ların tezlerini savunanlar önce bu isimleri tenkit ederek varlıklarını korumaya aldı.
2015 kırılması aynı zamanda bu yeni İslâmcı akademisyenlerin literatürle ilişkisi, milleti, eleştirdikleri CHP gibi cahil görmeleri, Erdoğan’ın mensubiyet yapısını küçümsemeleri üzerinden gerçekleşecek.
90’ların söylemleri
90’lı yıllarda İslâmcıların merkeze yaklaşmasıyla ortaya çıkan siyasallık, ‘Büyük Öteki’ karşısındaki kin ve nefret, milli ve yerli olan her türlü değerin geri plana itilmesine neden olmuştu.
İktidar olmanın getirdiği sorumluluk nedeniyle, devlete vaziyet eden İslâmcılar, ‘devlet gerçeğiyle’ karşılaşınca, daha önce birleştirdikleri Tek Parti elitiyle devleti yavaş yavaş ayırmaya başladı. Dolayısıyla devlet karşısında, devletin kadim tarihi ve gelenekleri konusunda yerli ve milli anlayışı tekrar kazanan İslâmcılar, Recep Tayyip Erdoğan’ın bilhassa Cumhurbaşkanı olduktan sonra, devletin tarihini Cumhuriyet öncesine götüren sözleriyle yeni bir paradigmanın uç verdiğini gördü. Böylece statüko ve vesayet konusunda bilhassa 2011 yılına kadar tekrarlanan tezler ve ezberler, yeniden tartışılmaya, statüko ve vesayet kavramları yeniden tanımlanmaya başladı.
Erdoğan’a destek veren millet yapısı 90’ların tezlerini toptan kabul etmez; hatta bunlardan haberdar bile değildir. Yeni İslâmcı kariyerist elitin Türkiye’nin ‘ulus – devlet’ kimliğine, oradan kadim devlet felsefesine yönelen eleştirileri, ciddi manada kamusal etkinlik kazanmaya başlayınca parti üzerindeki destek azalmaya, ‘kerhen’ anlayışı gelişmeye başladı. Kürt meselesinin çözümü için gerekli ihtiyat ve sabırla birleşen realpolitik, statüko ve vesayet kavramları üzerinden ‘Büyük Öteki’ ile hesaplaşmaktan ziyade kadim devlet yapısına yönelince sabırsız hınç ve hırçınlık arttı. Erdoğan’ın siyasi söylemlerinde, millet ile olan irtibatında ve vaatlerinde Türk milletine yeniden özgüven kazandırma, tarihteki yerini yeniden elde etme hedeflenmişti.
Cumhurbaşkanlığı ve 2015 seçimleri, AK Parti’de, İslâmcılık düşüncesinde statüko, vesayet gibi kavramların yeniden tanımlanmasına, ‘Büyük Öteki’nin mahiyetinin tartışılmasına, kadim devlet ve millet yapısı ekseninde yeniden yapılanmaya imkan verecek düzeye gelmiştir.
İslâmcılığın geleceği
90’ların söylemi, neoliberal siyasallığın belirlediği İslâmcılık, Müslümanları Büyük Öteki karşısında taşraya ve çevreye taşımıştı. Yeni akademisyen İslâmcı aydınlar 90’larda “iktidar” kavramını Foucault üzerinden tartıştıkları için, Müslümanları ve İslâmcıları merkezin çevresine yerleştirdi. 80’lerde bile kendini her daim Türkiye’nin merkezinde gören Müslümanlar ve İslâmcılar, 90’larda Büyük Öteki ile çatışma adı altında millet yapısına, merkeze, aslolana uzak düştü. İslam’ın bu ülkenin asli kimliği olduğunu dile getiren İslâmcı entelektüeller milliyetçi, Türkçü yaftalarıyla eleştirildikçe “memnuniyetsizler” “Türkiye dışına düşme” çabasını kuvvetlendirdi. Büyük Öteki, uygulamaları nedeniyle ‘ulus devlet ceberrutluğu’ biçiminde eleştirilirken İslâmcılar bir anda kendilerini İstiklal Harbi’ni, Türkiye’nin kuruluşunu sorgular; etnik, gayri Müslim tezlerinin, çokkültürlülük, çoğulculuk, ötekilik gibi söylemlerin neferi haline gelir oldu.
İslâmcılık neoliberal dönemde yerleştiği devletin merkezinde, merkezin çevresindeki konumundan kurtulmanın kararını vermeye yaklaştı.
90’larda İslâmcılığın merkeze kaydığı ve bu nedenle iktidarı zorladığı, ‘endişeli Kemalistler’ tarafından tartışılsa da aslında İslâmcılar merkezde, İslâmcılık marjinalitede kaldı. Recep Tayyip Erdoğan karizmasına meftun millet yapısının kabul etmediği 90’ların söylemleri 2012 yılından itibaren şiddetle yerilmiş, 2015 seçimleriyle bilhassa HDP’nin yükselişe geçmesi, Kürtlerin oylarını o tarafa kaydırmasıyla zirveye çıkmıştı. Neoliberal siyasallığı savunan, menşei yurtdışına dayanan ve AK Parti içinde büyük yer tutan yeni İslâmcı elit, söylemlerinin iflas etmesini kabullenemedikleri için iddialarını sürdürürken, başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere partinin tabanı bir dönemin kapanma, İslâmcılığın tekrar Türkiye ile kadim millet ve devlet geleneğiyle buluşma, İslâmcılığın fikren merkeze yerleşme gerginliğini hatta çatışmasını yaşamaya başlamıştır.
Erdoğan önce sol ve liberalleri, sonra Gülen hareketini, ihanet eden başka unsurları trenden indirmeyi; trene devletin temel direklerini almayı başarmıştı. 2015 kırılmasıyla köksüz yeni İslâmcı aydınları, milli ve yerli her türlü adımı faşist diye niteleyen kesimleri vagondan indirmenin mücadelesini veriyor.
2015 kırılmasıyla Erdoğan, 2002’de başlattığı hareketi tahkim ederken dolaylı olarak da İslâmcılığı, Akif ve Necip Fazıl üzerinden yeniden İstanbul / Osmanlı İslâmcılığıyla tanıştırıyor.