“Hiçbir Öğrencinin Üstü Çizilemez!”

Fikir
Röportaj: Arzu Erdoğral Pörsümeyen, bayatlamayan, son kullanma tarihi geçmeyen bir dergiye hayat veriyorlar. Kampüslerde en az ağaçlar, çiçekler ve börtü böcekler kadar, öğrenci yetişmesine itina göst...
EMOJİLE

Röportaj: Arzu Erdoğral

Pörsümeyen, bayatlamayan, son kullanma tarihi geçmeyen bir dergiye hayat veriyorlar. Kampüslerde en az ağaçlar, çiçekler ve börtü böcekler kadar, öğrenci yetişmesine itina gösterilmesini istiyorlar. Anayasaları “hiçbir öğrencinin üstü çizilemez”

Onlar tüm gençlere sesleniyorlar ve “böyle gelmiş böyle gider” şeklindeki umutsuzluk duygularının kilometresini sıfırla ve gel Dergi pe. Dr.’ye katıl diyorlar.

Toplumsal arenada yaptığı işlerle “Helal Olsun” onlara diyebileceğim her gencin sonuna kadar arkasında olmayı bir görevden çok şevkle gerçekleştirmeye çalışan biri olarak söylemek isterim ki “bu gençler ileriki yıllarda tarihe önemli notlar düşecek bireyler olarak hayatımızda yer alacak". Onlardan biri olan pe.Dr.’nin Yazı İşleri Müdürü Abdullah Yalnız ile hoş bir söyleşi gerçekleştirdik. Uzun zamandır yaptığım en hoş söyleşi diyebilirim. Sancılı bire süreçte dergilerinin akciğerlerini genişleten bu gençlerin yolculuğuna tanıklık etmek isteyenlerin pişman olmayacağını düşünüyorum.

KPSS İLE ATAN OL YİRMİ BEŞ YIL YATAN

“Dergi pe.Dr” nasıl ortaya çıktı? Dergiye hayat veren üniversite gençliği olarak ana hedefiniz nedir?

Dergi pe.Dr. bizim bile ondan haberdar olmadığımız ve yıllardır zihnimizde taşıdığımız bir cenindi. Doğum vakti saati geldi ve sonunda ortaya çıktı. Bir anda pat diye oluşmadı veya sezaryenle alınmadı yani.
pe.Dr.’nin ilk nefesi zorlu oldu, pek de komik olmayan bir trajediyle başladı yolculuk. Kendi kampüsünde bile kıymeti bilinmedi. İçeriğinde sade, neşeli ve akademik olmayan bir dil tercih edilmesine rağmen yeterince benimsenmedi, çok takan olmadı. Eğitim Fakülteleri’ndeki “KPSS atan, ol yirmi beş yıl yatan” idealinden midir nedir bilinmez; üniversitenin monotonluğundan ve hiçbir faaliyet yapılmamasından şikâyetçi olan arkadaşlarımız dahi fazla ilgilenmedi bu çalışmayla. 

 
SANCILI SÜREÇ DERGİNİN AKCİĞERLERİNİ GENİŞLETTİ

Bu nedenle başlarda ümitsizliğe olmasa da karamsarlığa kapıldık açıkçası. Tası tarağı toplamayı, kalemi defteri atmayı, Word’ü, klavyeyi bırakmayı bile düşündük… Ama sonrasında durum değişti, çok güzel yerlere vardık, olumlu tepkiler aldık. pe.Dr.’nin böyle sancılı bir doğum süreci yaşaması, derginin akciğerlerini genişletti, yere sağlam basmasını sağladı belki de. Yaşadığımız süreci ve serüveni, doğum metaforuyla anlatmamın, olayı daha açıkça ortaya koyduğunu ve bu bağlamda isabetli olduğunu düşünüyorum.
Dergi pe.Dr. dört yıllık üniversite hayatımızda yaptığımız düşünsel harcamaların bir bonus puanı… Faydalı çalışmalar yapmak isteyen arkadaşlarda mıknatıs vardır, birbirini çekerler. Biz de bir süre sonra bir araya geldik. Zamanla doğal seleksiyon gerçekleşti ve dergi çıkaracak bir grup oluştu zaten. Okumak, düşünmek akıl etmek, fikir edinmek, yazmak ve yazdıklarımızı paylaşmak düşüncesiyle şekillenen bir kümenin ortak elemanlarıydık artık. Ve düşüncelerimizi açıklamak için, büyük bir iştahla dergi çalışmalarına giriştik. İşaret, Düşünsel Diriliş gibi fanzin dergiler çıkardık önce.
Son olarak, bugünlerde çıkardığımız, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik(PDR) ile Psikoloji Bölümlerine ulaşmayı önceleyen fakat “ulusal öğrenci dergisi” formatıyla ön plana çıkan Dergi pe.Dr.’yi ürettik. Daha önceki çalışmalarımız bir nevi idmandı, antrenmandı, şimdi ise sahaya çıktık. Umarız ki bu uğraşımızdan başarılı bir sonuç alırız.

HEDEFİMİZ TÜM ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ ARASINDA ORGANİK BİR BAĞ OLUŞTURMAK

Ana hedefimiz Türkiye’nin batısından doğusuna kadar, tüm üniversite öğrencileri arasında organik bir bağ oluşturmak… Aynı sıralarda oturduğumuz, sınıftaki oksijeni bölüştüğümüz arkadaşlarımızla aramıza girmiş saydam duvarları yıkmak… Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümü alanındaki kültürel kuraklığı ortadan kaldırmak… Dergi çevresinde yapılanmış bir “aksiyoner grup” oluşturarak, kolektif ama şiddetsiz olarak seslerimizi birleştirmek, taleplerimizi iletmek… Yani bir kâğıt parçasını renklendirmekle yetinmiyor; Dergi pe.Dr.’nin içine bir tutam can, bir avuç ruh ve bir miktar umut katıyoruz.  
Bakınız, bize aynı okuldan ve birbirini tanımayan iki ayrı kişiden mail geliyor. İnternet üzerinden onları tanıştırıyoruz. Veya farklı okullardan, örneğin Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nden bir arkadaşla Selçuk Üniversitesi’nden bir arkadaş birbiriyle haberleşiyor, arkadaş oluyor, bir süre sonra ziyaretleşiyorlar. Geyik muhabbeti yapmak için veya spor olsun diye değil; ortak amaçlar uğruna çalışmalar yapmak için… Bundan daha güzel ne olabilir?

BİZLER MEKANİK VEYA BİYONİK ÇOCUKLAR DEĞİLİZ

Hangi konulara daha çok ağırlık vermeyi tercih ediyorsunuz?

Öncelikle çıkış noktamız olan ve 20 üniversitenin bizi benimsemesini sağlayan “PDR alanında bir mesleki dergi” kimliğimizi inkâr etmiyoruz. İçeriğimizde, PDR alanıyla ilgili yazılara yer veriyor, Psikolojik Danışma merkezi yöneticileriyle veya üniversitedeki hocalarımızla röportaj yapıyoruz. Genelde üniversite öğrencilerinin, özelde PDR’cilerin sorularına cevap bulmaya, sorunlarına çözüm aramaya çalışıyoruz. Bu anlamda, gönüldaşlarımızla kol kola girerek hem mesleğimizin hem de ülkemizin ilerlemesine bir katkı da bizden olsun diye çabalıyoruz.

Bunun yanı sıra alıyoruz elimize kâğıt kalemi, çıkıyoruz sokağa, insanlarla söyleşiyoruz. Örneğin Gazi Üniversitesi’nden bir arkadaşımız Dergi pe.Dr. için Ankara sokaklarına çıktı ve insanlara PDR kavramının ne anlama geldiğini sordu. Oldukça enteresan ve güldüren cevaplar aldı. Böylece mesleğimizin kısaltması olan PDR kelimesini, Petrol-Dağıtım-Rafineri sanan insanların, PVC zanneden kişilerin var olduğunu öğrendik.

Diğer yandan salt teknik ve mesleki bir dergi de çıkarmıyoruz. Çünkü insan robocop değildir, bizler de mekanik veya biyonik çocuklar değiliz. Akademik gereksinimlerimiz olduğu gibi kültürel, sosyal, şiirsel ihtiyaçlarımız da var. Bu anlamda, PDR okumamasına rağmen “insan” üzerine düşünen, ruh’a kafasını yoran, edebi lezzetlerden tatmayı bilen, psikolojiye ilgi duyan, kendini tanımaya çalışan arkadaşlarımızın da keyifle okuyabilecekleri bir içerik hazırlıyoruz.

Üniversite öğrencilerinin birbiriyle mücadele etmek yerine, aynı yöne farklı gözlüklerle bakarak güçlerini birleştirmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Bu anlamda dergimizde siyasi değil ama politik yazılar da yayınlıyoruz. İdealize edilen apolitik gençliğin, mezuniyet sonrası toplum içinde amaçsızca yaşadıklarını gözlemlediğimiz için; gencin politik olmasından korkulmaması gerektiğini savunuyor, diğer yandan da siyasal holiganlığın herkese zarar getirdiği kanaatini taşıyoruz. Başkasının inancına sövmedikten ve toplumu dinamitleyecek olmadıktan sonra hemen her türlü fikri yayınlıyoruz. Bu bizim omurgasız olduğumuzu, her çeşit sebzenin bulunduğu bir düşünsel çorba haline dönüştüğümüzü göstermez. Tam tersine bu yaklaşımımız, kültürümüzdeki “gel” seslenişinin tezahürüdür.     

KOPYALA YAPIŞTIR MANTIĞI BİZİM TARZIMIZ DEĞİL

“pe.Dr.” hızlı bir çıkış yaptı ve hızlı adımlarla başarı merdivenleri çıkıyor. Bu yolda kendinize nasıl bir güzergâh belirlediniz?

En önemli özelliğimiz, Türkiye çapında faaliyet gösteren bir “üniversite öğrenci dergisi” olmamız. Bir diğer ayırıcı vasfımız ise, tüm yazılarımızın üniversiteli arkadaşlarımız tarafından oluşturulması…
Kitaplar yayınlamış olsa bile yazan olmaktan öteye geçememiş birçok kişi “yazar” sanılıyor ülkemizde. Böyle bir ortamda yaşadığımız için, aşağılık kompleksine kapılmıyoruz. Meşhur yazarları veya artistik kalemleri dergimize transfer edelim diye özel gayret sarf etmiyoruz. Öğrenci arkadaşlarımıza güveniyoruz. Çünkü onlar yazılarının her bir cümlesini itinayla dokuyorlar, samimiyet sermayesine sahipler… Başarımız da buradan geliyor. Okuyan kişi, “aa beni anlatıyor” diyebilmeli, insanların kalbine dokunan yazılar yazmalıyız. Böyle bir güzergâhta ilerlemeye çalışıyoruz. İnternetten veya diğer kaynaklardan kaliteli olduğu söylenen yazıları derleyerek, kopyala yapıştır mantığıyla hareket eden, kimsenin anlamadığı ve havalara girmiş bir bilimsel üslupla yayın yapmak istemiyoruz. Sade, neşeli, eğlenceli, ciddi, haylaz, ağırbaşlı, incitmeyen bir dil ve tüm bunlara artı olarak da, okuyan kişinin vaktini ziyan etmeyecek bir format oluşturmaya çalışıyoruz. Amaçladığımız çizgiyi büyük oranda oluşturduğumuz yönünde geri bildirimler almamız, şevkimizi artırıyor. Azmimizin karesini-küpünü almamızı sağlıyor.    

ŞİDDETLİ GÖSTERİLERE ŞİDDETSİZCE KARŞI ÇIKIYORUZ

Şiddete, şiddetsizce karşı çıkmanın yollarını arayan bireyler olarak önümüzdeki günlerde bu minval de neler yapmayı planlıyorsunuz?

“Aydın insan olarak yetiştiği söylenen üniversite öğrencisinin bir politik görüşü olmalıdır” şeklinde düşünmekteyiz. Böyle düşünüyoruz derken, tek tipliği kastetmiyorum. Dergimize gönül vermiş arkadaşlarımızın tümü aynı düşünceye sahip olacak diye bir şey yok, tornadan çıkmadığımız için seri malı fikirlere sahip olmamız da gerekmiyor, bu anlamda sıkıntı yok.
Biz de bilirdik, “şiddetli” gösterilerle aramıza mesafe koymayarak herkesi kapsayalım zırvalığını dillendirmeyi… Ama kamufle olmayı hiçbir zaman doğru bulmadık. Neysek oyuz, karşımızdakinin de neyse o olmasını isteriz.

Fakat zurnanın zırt dediği yer şurası: İnsanlar politika kelimesi duyunca tırsıyorlar, ürküyorlar. Özellikle gençler arasında çok sık kullanılan “politika umurumda değil” cümlesi, adeta bir karizma belirteci olmuş durumda. Keşke derginizde politikaya değinmeseydiniz diyenlerin görüşlerine saygılıyız ama biz daha farklı bir noktada duruyoruz. Bunu savunurken, siyasi borazan olmamız gerektiğini savunmuyoruz ki; taraftarlık yapalım, tuttuğumuz görüş için kavga edelim demiyoruz ki… Bu konuda derdimizi anlatmakta zorlanıyoruz insanlara… İki seçenek var: Birincisinde apolitize gençlik idealize ediliyor. İkincisinde ise, bir gencin politik fikirler taşımasının, beraberinde kaldırım taşı, biber gazı, siren sesi, uçan tekme, kafa atma şeklinde durumlar getireceği sanılıyor. Hâlbuki gerçek böyle değil, bu şekilde olmamalı… İkimiz de ülkemizin gelişmesini istemiyor muyuz? Evet, eee öyleyse bu ayrılık niye? Yani sonuç olarak farklı düşünen insanlar ne zamanki birlikte iş yapabilirlerse, kendi kimliklerini gizlemeden fakat karşısındakinin gözüne de sokmadan, o zaman milletçe başarılı olacağız demektir.

Bakınız, bizim rahatsız olduğumuz temel nokta şu. Toplumumuzda yaygın olan “Üniversite Öğrencisi” imajı; elinde kâğıt-kalem yerine sopa, taş ve motolof bulunan kişiler şeklinde… Bizler, mutlaka eleştirel düşüncenin desteklendiği bir zeminde yetişmeliyiz, bu doğru. Fakat protestoların şiddete bulaşarak değil, sosyal-kültürel çalışmalar aracılığıyla, fikirle, yazıyla ifade edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. “Şiddetli” gösterilere, şiddetsizce karşı çıkıyoruz yani…

İTİRAZIMIZ VİCDANDAN ŞARJ ALIYOR

Yoksa öğrenci adamın her zaman eleştireceği, memnun olmadığı durumlar olacaktır. Öğrenci harçlarının pahalılığı, hocaların yetersizliği ve kampüslerdeki fiziki imkânların yetersizliği… İkinci öğretim öğrencilerinin, özellikle kızların laf atma/sataşma gibi sosyal tacizlere uğraması…  Bu ve benzeri birçok eleştiriyi biz de yöneltiyoruz. Sonuçta biz de öğrenciyiz, eleştiriyoruz, eleştiririz. Şiddetli gösterilere olan itirazımız vicdandan şarj alıyor, kimsenin parayla tuttuğu şiddet karşıtları değiliz!
Yani özetle öğrenci insanın eleştirmesi gayet doğaldır, hatta gerekli ve güzel bir durumdur. Zira tepki koymadan etki oluşturamayız. Fakat tepkimizi nasıl göstereceğiz, nasıl bir yöntem izleyeceğiz, bunun üzerinde durmamız ve düşünmemiz gerekiyor.  

KAVGACILAR ARACILIĞIYLA GÜNDEMDE OLMAKTANSA KEŞKE HİÇ HATIRLANMASAYDIK

Üniversite gençliği olarak en öncelikli beklentileriniz neler?

Dikkate alınmak… Üniversite öğrencileri birçok kişinin umurunda değil, bizi sallamıyorlar. Onlarca Bakanlık var ama Gençlik Bakanlığı gibi bir yapılanma yok meselâ.
İllâ kavga eden, saldıran, kırıp-döken öğrenciler aracılığıyla mı gündeme gelecek üniversiteliler… O zaman da kötü bir imge çağrıştırarak hatırlanıyoruz. “Kavgacılar aracılığıyla gündem olmaktansa keşke hiç hatırlanmasaydık, onlar yüzünden biz de güme gittik” diyoruz; kıyıda köşede kalmış birkaç sağduyulu genç olarak…
Üniversitelerde hâlâ daha engelli zihne sahip olmasına rağmen önemli konumları işgal eden insanlar var. Özgürlük karşıtı, derse gelmeyen, argo konuşan, düşüncesinden ötürü öğrenciyi dersten bırakan… Eğitimde kullanılan ölçme değerlendirme araçları ciddi şekilde revize edilmeli… Mevcut haliyle çalışan öğrenciyi değil çakal öğrenciyi, bilen kişiyi değil az bilen ama iyi pazarlayan kişiyi ödüllendiren bir öğretim işleyişi var.
Ayrıca özellikle sosyal derslerde öğrendiklerimizi içselleştirmemizin herhangi bir not değeri yok. Örneğin çocuğa yere çöp atmamasını öğretiyoruz ama bu güzel davranışı uygulayan öğrenciye cılız bir ‘aferin’ i zar zor lâyık görüyoruz. Özellikle küçük yaşlarda somut pekiştireçler eğitimin yerleşmesi açısından çok önemli…
Üniversitede de durum çok farklı değil… Sırf akademik başarısı yüksek olduğu için; ağzı zehir saçan, kalbi taşlık olan, bitkisel hayatta yaşayan ve karakteri sadizm üzerine bina edilmiş sorunlu tipler taltif ediliyor. Oysa ideal olan bilgin değil bilge olarak yetişmek… Zihnimiz, kalbimiz yüklenen bilgileri sindirmeden habire yenileri yükleniyor. 13 yılda İngilizce öğrenemememiz de bundan kaynaklanıyor, onca eğitim-öğretim sezonunu devirmesine rağmen eğilmemiş/eğitilmemiş insanların hızla türemesi de…   
Sınavların hemen hepsi özel yeteneğe bağlı: Kopya çekebilmeye… Bu sorunlara eğilecek amcalar, teyzeler arıyoruz.
Ben şimdi burada harçlar kalksın, devam zorunluluğu olmasın, okulsuz toplum isteriz gibi popülist jargonla da konuşabilirim ama bunun sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Kuru kuruya kabulcülük gibi kökten retçilik de yanlıştır. Her şey uygun sınırlara çekilmeli… Biz öğrenciler olarak kendimize de eleştirel bakabilmeliyiz.
Diğer yandan bizim her itiraz ettiğimiz meseleyi “klasik tembel öğrenci refleksi” olarak gören ve kulakardı eden, sözlerimizi ağzımıza tıkan mekanizmanın çatlayacağı günü umutla bekliyoruz. Velhâsıl bağırmadan sesimizin duyulmasını, çabalarımızın desteklenmesini, sözlerimizin önemsenmesini istiyoruz.     

HAYATI BİR SONRAKİ SAYFAYA GEÇMEK İÇİN TÜKETİYORUZ

Öğrencilik yıllarında size göre yapılacak en güzel şey nedir?

Pek keyif verici olmasa da, öğrencilik yılları öğrencilik sonrasını düşünmekle geçirilmeli… Olayı abartmadan, günü ıskalamadan tabii… Zaten hayatı, hep bir sonraki sayfaya geçmek için hazırlık yapmakla tüketmiyor muyuz?
Bir işin ve oluşun son demlerini yaşarken, her şeyin nihayete erdiğini ve ereceğini daha net anlıyorsunuz. Bilge dede veya sütnine modunda öğüt veriyorum gibi algılanmasın ama gerçekten öğrencilik çok çabuk bitiyor. Her ne kadar huysuzlansak da, eleştirsek de farkında değiliz ki en güzel günlerimiz bugünler ve bir nevi sırça köşkte yaşıyoruz kampüslerdeyken…
Bir de bulunduğumuz ortamı sahiplenmeliyiz. Biz kampüs vatandaşlarıyız. Ülkemize sahip çıkmalıyız. Sen çalışmazsam, ben çalışmazsam tabii ki hepimizin en büyük hedefi yata yata okul bitirmek olacaktır arkadaşım! Sınıfın bir köşesinde kendi dünyamızda yaşıyoruz, maksat yeşillik olsun diye okula geliyoruz. Hangi dersten yırtarımın ince hesabını yapıyoruz. E böyle olunca da, “ceketimi assam mezun olur” fakültelerine dönüşüyor üniversiteler… Bu anlamda kitaplar kankamız, düşünceyle yoğrulan bir mayamız olmalı…     

Hemen, şimdi, amfilerde eğreti olarak yaşayan arkadaşların, çalışmaya bir yerlerden başlamalarını rica ediyoruz. “Çalışmak” derken, salt ders başarısı ve önüne konulanı yemeyi kastetmediğim yeterince açık sanırım.

Dergi hangi periyotlarda yayınlanıyor?  Nasıl ulaşılabilinir?

Şu anda daha çok öğrenci dergisi yönü ağır bastığı için, kampüsün ışıkları açık olduğu müddetçe pe.Dr.’de çıkıyor. Nisan sayımızdan sonra bir de önümüzdeki günlerde, Mayıs’ta bir sayı çıkaracağız ve bu eğitim sezonunu kapatacağız. Önümüzdeki yıl, yeterli talep ve yoğun ilgi olursa, Dergi pe.Dr.’yi alanda çalışan tüm kişilerin istifade edecekleri ve benimseyecekleri bir şekle sokmak istiyoruz. Fakat yine yayın politikamız değişmeyecek, öğrenci merkezli, kendi yazılarımızdan ve çabalarımızdan oluşan bir çalışma ortaya koyacağız. Kuşkusuz ki hedef çıtamızı ve kalitemizi yükselterek bunu yapacağız. 
Dergimizin web sitesi www.dergipdr.com. Sanal ofisimizin inşaatı sürüyor bugünlerde ve yakında hizmete girecek. Şu anda bize ulaşmak için dergipdr@gmail.com adresine veya bilgi@dergipdr.com’a mail atabilirsiniz. Ayrıca www.facebook.com/dergipdr sayfamızı tıkırdatmadan geçmeyin.

77 YAŞINDA NİCE GENÇLER 17 YAŞINDA NİCE İHTİYARLAR GÖRDÜK

Hani bazen deriz ya “çok büyük bir laf etti” diye… Bu işler ısmarlama olmaz ama böyle başarılı bir derginin içerisinde olan bir isim olarak tarihe bir not geçmenizi istesem, ne söylersiniz?

Genç Dergi editörü M. Lütfi Arslan Türkiye’yi dolaştıklarında “77 yaşında nice gençler, 17 yaşında nice ihtiyarlar gördük” demişti. Bu bağlamda gerçekten de biz gençlerin birçoğu 17 yaşında veya 20 yaşında veya 22 yaşında, sanki yaşlanmış gibi takılıyor. Bıkkın, yorgun, yılgın…
Dünya tarihi gençlerin etkisiyle biçimlenmiştir. Birçok devlet adamı ve komutan her ne yaptıysa çok genç yaşlarda yapmıştır. Bu anlamda “genç” meselesi konusuna köklü çözümler getirilmeli, biz gençlerin her yönden önü açılarak özgüven sorunu giderilmeli. Meselâ ‘çocuk’luk barajı olan 18 düşürülebilir. Küçükken mahalle maçları yapardık ve orada “fasulye” şeklinde bir tabir kullanılırdı. Yani top oynamayı bilmeyen, küsmesin diye oyuna alınan, öyle sahada sağa sola boş boş koşturan çocuğa fasulye denirdi. Biz gençler de aynen öyleyiz toplum içinde, büyüsek bile küvezde yaşıyoruz uzun yıllar, pış pışlanmayı bekliyoruz. Bu durum bizi atıllaştırıyor. Yani gençlere güvenilmeli… Sosyal, duygusal, cinsel ve estetik gereksinimleri önemsenmeli… Şimdi burada evliliğin 30 yaşına dayanmasının getirdiği yıpranmalardan kapsamlı olarak söz edip; gençlerin evlilik sorunsalını çözümlemeden, büyük büyük amcalarımız bizden bir şey üretebilmemizi beklemesin, de diyebilirim ama ana konudan uzaklaşmış oluruz.    
Ayrıca zaten mevcut şartlarda çok fazla genç “boyundan büyük” işlere kalkışmıyor, kalkışanlar da şevk kırıcılar tarafından sanki ağız birliği edilmişçesine hücuma uğruyor. Bu böyle olmamalı, genç insanların her türlü çabası desteklenmeli… Kısa film çekmeye, dergi çıkarmaya, kongre-seminer düzenlemeye çalışıyor olabilir; bunların tümü ve daha fazlası, gerek finansal gerek duygusal yönden desteklenmeli, teşvik edilmeli… Aksi halde ne durumlara düştüğümüzü ve düşeceğimizi tasavvur etmek bile istemiyorum.
Son olarak düşüncelerimizi, dergimizi ve derdimizi anlatmamıza fırsat verdiği için on5yirmi5 ailesine ve sevgili Arzu Erdoğral ablamıza teşekkür ediyorum.  

 on5yirmi5.com