Feminizm ve Biz

Fikir
  Giriş             Feminizm dünya siyaset tarihinde en son ortaya çıkan kimlik arayışındaki ideolojiler arasında ilki ve belki de onların e...
EMOJİLE

 

Giriş

            Feminizm dünya siyaset tarihinde en son ortaya çıkan kimlik arayışındaki ideolojiler arasında ilki ve belki de onların en önemlisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kimlik politikaları arasında ırk hareketleri, öğrenci hareketleri, engelli hakları hareketleri sayılabilir. Genel olarak bu kimlik ideolojilerinin ortak iddiası yüzyıllar boyunca politika, iktisat şekillendirilirken bir şekilde dışarıda bırakılan; ayrımcılığa uğradığı iddiasını taşıyan grupları harekete geçirmeleridir. Dünyanın globalleşmesiyle birlikte tıpkı yediğimiz, içtiğimiz, kullandığımız metaları “gelişmiş” Batı medeniyetlerinden ithal ettiğimiz gibi politik ideolojileri ve sözüm ona toplumsal ayrışmaları da oralardan ithal eder olduk ve bu gibi daha önce bizim problemimiz olmayan birçok mesele sıklıkla tartışılır oldu.

            Feminizm, özellikle ikinci milenyumun başlamasıyla birlikte Müslüman genç kadınlar arasında fazlasıyla popülarite kazanan pek çok kimlik ideolojisinden etki alanı en büyük olanıdır. Bu ideoloji temelde “patriyarka” diye adlandırdığı ataerkil toplum yapısının görünür ve görünmez yüzleriyle kadını baskıladığı, onu pek çok alandan -gerek çalışma alanları, gerekse sosyal ve kültürel aktiviteler- dışladığı iddiasını güderek söylemlerini bu maddeleştirmenin azalması yönünde sıklaştırmaya çalışıyor. Toplumumuzda süre gelen bir ahlaki yozlaşmanın son bir iki on yılda zirve yaşadığını ve taciz, tecavüz, istismar olaylarının gerek nicelik gerekse nitelik (ahlaksızlığın niteliği mi olur? Evet malesef oluyor, her geçen gün bu tarz edepsizliklerde yeni bir eşiğin daha atlandığına şahit oluyoruz) olarak arttığı tabii ki yadsıyamayacağımız bir gerçek. Modern ahlaksızlıklar bir yana, bizim çoğu zaman üzerinde fazla düşünmeden hatta genellikle ezberden söyleyedurduğumuz “Anadolu irfanı” kavramı da halk arasında kullanımı gün geçtikçe daha çok yaygınlaşan bazı kadını aşağılayıcı, ahlaksızlığı yüceltici atasözleri, deyimler, sloganik ifadelerle meşruiyetini her geçen gün biraz daha sorgulatıyor.

            Tüm bu problemlerin arasında psikiyatrik rahatsızlığı olan gençlere “Kur’an oku bir şeyin kalmaz.” deme sığlığına yakın bir kafa yapısıyla “Bu toplumsal yozluğun ilacı ancak ve yalnız İslam’dır!” sloganikliğinde kalan ifadeler de gençleri, özellikle genç kadınları bu yarı ithal yarı yerli ve milli sorunlara karşı ithal çözümlere sarılma tembelliği ve yanılgısıyla baş başa bırakıyor. Birer Müslüman olarak hepimizin kabulüdür, bu sorunların ilacı ve çözüm yolları Kur’an’da ve İslam şeriatında bizlere sunulmuştur amenna; fakat bu çözümlerin nidüğünü ve nasılını tartışacak, bunları gençlere anlatacak ve kafalarını enformasyon çağının kirli bilgi bombardımanından arındıracak bir metodolojiyle onlara sunacak yepyeni bir yaklaşım sunmaya hiç kimse yanaşmıyor.

Nedir bu feminizm?

            1800’lerin ikinci yarısında ABD’de pek çok yeni ideoloji, demokrasi kültürünün iyice oturmasıyla beraber haklarını aramak için bir araya gelip daha resmi, kurumsallaşmış araçlarla mücadeleye başladılar. O dönem ABD’si siyahilerin vatandaş sayılmadığı, köleliğin kurumsallaşmış bir adet olduğu, özellikle batı yakasında pek çok silahlı soygun, cinayet vb. hadiselerin yaşandığı adeta Thomas Hobbes’un “doğa durumu” diye tabir ettiği yalnızca güçlü olanın yaşama hakkı olan evrimsel bir mücadele toplumundan oluşuyordu. 1876 Bağımsızlık Bildirgesiyle beraber yukarıda sayılan hakkı yenilmiş pek çok azınlık bir araya gelerek federal hükümetin anayasaya eklemeler yapmasını ve en azından bazı vatandaşlık haklarını edinmeyi sağladılar. Tüm bu curcuna içinde kadınlar da bir aktör olarak ilk defa siyaset arenasında ortaya çıkmaya başladı. Bahsedilen dönemde yalnızca otuz beş yaş üstü, belli bir mal varlığına sahip beyaz erkeklerin oy kullanma hakkı olduğundan feminizmin birinci dalgası olarak adlandırılan bu ilk dönem feministler daha çok “sufraje” adını verdikleri oy kullanma ve vatandaş olabilme hakkı için çalıştılar. Bu birinci dalgada esasında sonradan gelecek ikinci ve üçüncü dalga feminist hareketleri için ilk tohumlar atılmış oldu.[1]

            Önemli bir not olarak, bu birinci dalga feminist hareketin dünyadaki ilk uluslararası toplantısı “feminist enternasyonel” 1900’lerin başında İstanbul’da gerçekleştirilmiştir. İkinci Meşrutiyet’in özgürlükçü ortamından en çok faydalanan gruplardan biri ve onu en büyük coşkuyla karşılayan toplumsal yapı kadın hareketleri olmuştur. 2. Abdülhamid’in reformları özellikle kadın hareketinin Osmanlı’da gelişmesinin önünü açmıştır: bizzat Abdülhamid’in emriyle kurulan “muallime mektepleri”nde yetişen kadınlar, orada öğrendiklerini taşradaki kadınlara öğreterek onların da toplumda daha etkili bir konuma gelmesini sağlamışlardır.[2]

            1960’larda ise dünyada siyahi hareketiyle iç içe geçmiş bir kadın hareketi olduğunu söylemek mümkün. Bu noktada ikinci dalga feminizm olarak adlandırılan 60-80’ler arası halk hareketleri genel olarak orta yaş beyaz kadın problemleriyle ilgilenmiş ve onların iş hayatındaki, sosyal yaşamdaki bazı sıkıntılarını ve maruz kaldıkları ayrımcılığı aşmak noktasında söylemler geliştirmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası bu dönemde kadınlar, ABD’de istedikleri çoğu hakkı elde etmeyi başarmış ve en azından görünür arenada kadın-erkek farkı kurumsal olarak sıfıra inmiştir. Kadınlar erkeklerle en azından teorik olarak aynı işlerde çalışabilir, aynı maaşları kazanabilir, aynı okullarda okuyabilir hale gelmiştir.

            Üçüncü ve son dalgada ise feminizmin “mikropolitikaları” ile ilgilenilmiş, bunların içinde gerek eşit işe eşit ücret gibi yine kadınları ilgilendiren ve onların dertleriyle dertlenen birtakım sosyoekonomik fenomenler olsa da daha çok globalleşen dünyanın da etkisiyle mikro ölçekte cinsiyet politikaları, LGBTİ+ ahlaksızlığı gibi birçok bize taban tabana zıt ve genel tavır olarak İslam’a nefret kusan gruplarla iş birliği içerisinde yürümüştür.

İslamcı Feminizm

            İslam, tıpkı Yahudilik gibi inananların yirmi dört saatini düzenleyen bir dindir. Günlük hayatta yaptığımız küçük bir alışverişten yolda yürürken kenara başkası basıp ayağını incitmesin diye alıp kenara koyduğumuz taşa kadar her davranışımızın mana âleminde bir karşılığı, dolayısıyla mahşer gününde bir hesabı ve İslam düşüncesine göre bir mantığı vardır. Elbette böylesine detaylı ve insan hayatına yön verici bir dinde kadın – erkek ilişkileri de düzenlenmiş ve bu konuda da pek çok norm, sınır, kaide belirlenmiştir. Dünya’ya inen ilk iki insandan biri kadın, biri erkektir dolayısıyla insanoğlunun var oluşundan bu yana kadın – erkek ilişkileri de var olmuştur ve düzenlenmeye ihtiyaç duyar.

            Kadın ve erkeğin varoluşsal ve ontolojik farklılıkları İslam şeriatınca belirlenmiş olup tarih boyunca kadın hareketleri kendi söylemlerini geliştirirken dinsel metinlerde sıklıkla faydalanmıştır. Fakat ironik olarak, kadın-erkek ilişkisini daha baskılayıcı ve hükmedici bağlamda geliştirmeye çalışanların da sıklıkla başvurduğu kaynaklardan biri yine aynı dini metinler oluyor[3]. Bu noktada en büyük tartışma konusu “fıtrat”tır elbette ki İslam’da kadın-erkek ilişkisinin fıtrat bağlamında incelenmesi ayrı bir yazı hatta belki yazı dizisine konu olabilecek derinlikte olduğundan bu sularda şimdilik yüzmemek daha isabetli olacaktır.

            “İslamcı feminizm” kavramı her ne kadar kurumsallaşmış anlamıyla 90’lı yılların başında İran dergisi Zenan’da kullanılmış olsa da Müslüman ülkelerdeki feminist hareketler tarihsel olarak yirminci yüzyılın başlarına kadar giden bir geçmişe sahiptir. Önceleri batılı feminizme bir alternatif hatta bir meydan okuma olarak ortaya çıkan bu İslamcılar özellikle  Suudi Mai Yamani, İranlı Afsaneh Najmabadeh gibi yazarlar tarafından öncülenmiştir. Bu alternatiflik temelde argümantasyon olarak batılı feminizmin basitçe eşit olduğunu iddia etmesinin aksine kadınla erkeğin birbirine “tamamlayıcı” roller taşıdığı iddiasıydı. Fakat özellikle 90’lardan itibaren “modern” İslamcı yazarlar ve daha eğitimli kadınlar bu tamamlayıcılık iddiasının kadının sömürülmesine karşı çıkmadığını, hatta onu desteklediğini iddia eder olmuş, bu durum da fıtrat tartışmasını daha da alevlendirmiştir.

            2000’lerin başlamasıyla birlikte de enformasyon çağının artması, internetle birlikte bilgi akışının hiç olmadığı kadar hızlanmasının etkisiyle yazının başında da bahsettiğimiz gibi bu ithal sorunlara ithal çözüm yolları sunulur oldu. İşte ABD ve batı feminizminin basit bir kopyası olarak özellikle Türkiye’deki feminist hareketler de söylemlerini kadın-erkeğin sosyal hayatta tümüyle eşit olması, kadının erkeğe ekonomik ve sosyal ihtiyacının ortadan kaldırılması üzerine temellendirmiştir.

Sonuç

            Burada İslam dünyasına uyarlanmaya çalışılan feminizmle ilgili birkaç açmazı maddelemek yanlış olmaz:

  • Feminizm, Batı kaynaklı bir düşünce olduğundan İslam’ın dinamikleriyle ve doğu toplumlarının yapısıyla çelişebilir. Bu noktada örneğin ibne hakları(!) hareketiyle feminist hareketin fazlasıyla iç içe olması bu hareketin bir Müslümanın peşinden gitmesi ne kadar mantıklıdır?
  • Ontolojik olarak feminizm, Ortaçağ Hıristiyanlığının (esasında diğer onlarca sosyal grupla birlikte) kadına uyguladığı sömürü ve baskı düzenine karşı olarak ortaya çıkmıştır. İslam toplumlarda en azından bahsedildiği gibi sistematik ve kurumsallaşmış baskı, görünür alanda hiç var olmamıştır. Baskının var olduğunu reddetmek fazla naif olacak olsa da kadına (ve diğer bazı sosyal gruplara) baskının şekli ve araçları Batı’daki muadillerinden fazlasıyla başka olduğundan Batı feminizminin doğuya uyarlanması mantıklı mıdır?
  • Feminizm yine ontolojik olarak orta sınıf beyaz orta yaş kadının haklarına hizmet ettiği dönemde tabanda en fazla karşılığını bulmuştur. Böylesi bir sosyal, kültürel ve ekonomik sınıfa özgü bu hareketin doğu toplumlarına uyarlandığında karşılık bulabilmesi epey zor olacaktır, bulabilse dahi bu karşılık geniş kitlelere yayılabilecek midir?

Sema Maraşlı, “Kadının eline ‘kadın hakları’ diye bir afiş verip ondan kadın olma hakkını aldılar.”[4] diyor. Tüm bu tartışmalar sonunda en fazla düşünmemiz gereken olgulardan biri de bu belki. Kadın olma hakkının içerik ve kapsam yönüyle ne olduğunu kadınlarımızın daha fazla düşünmesi, bu noktada hem onları hem de onların haklarını ellerinden alan düzeni anlama ve yorumlama noktasında elimizi rahatlatacaktır.

Kaynakça

Badran, Margot, Islamic feminism: what’s in a name?, Al-Ahram Weekly, 17-23 January 2002.Al-Ahram

Fernea, Elizabeth Warnock (1998). In search of Islamic feminism: one woman’s global journey. New York: Doubleday.

A Brief History: The Four Waves of Feminism

Ömer Çaha, “Türkiye’de Kadın Hareketi Tarihi: Değişen Bir Şey Var mı? [The History of Women Movement in Turkey]”, Kadın Bienali Ekinlikleri Çerçevesinde Türkiye’de Kadın ve Sivil Toplum, İstanbul/Turkey, Mar. 2001

Sevmek Bu Kadar Güzelken, Sema Maraşlı. Sayfa 20

Şahin Aynur, Hatice. “İSLAMÎ FEMİNİZM ve FEMİNİST KUR’ÂN OKUMALARI ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME.” Dinbilimleri Journal 13.3 (2013).

Tucker, Judith E. “Arab Women, Old Boundaries, New Frontiers”, Indiana University Press, 1993.

 

 


[1] https://www.progressivewomensleadership.com/a-brief-history-the-four-waves-of-feminism/

[2] Ömer Çaha, “Türkiye’de Kadın Hareketi Tarihi: Değişen Bir Şey Var mı? [The History of Women Movement in Turkey]”, Kadın Bienali Ekinlikleri Çerçevesinde Türkiye’de Kadın ve Sivil Toplum, İstanbul/Turkey, Mar. 2001

[3] Şahin Aynur, Hatice. “İSLAMÎ FEMİNİZM ve FEMİNİST KUR’ÂN OKUMALARI ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME.” Dinbilimleri Journal 13.3 (2013).

[4] Sevmek Bu Kadar Güzelken, Sema Maraşlı. Sayfa 20

 

Osman Zinnur Aksu

Genç Öncüler Dergisi