Cemaat kavramına iade-i itibar

Fikir
 Mesut Kaya Genç Dergi’deki yazısında, cemaatin islam’daki yeri ve son dönemde “cemaat” olarak adlandırılan bir grubun ortaya koyduklarıyla “cemaat kavramı...
EMOJİLE

 Mesut Kaya Genç Dergi’deki yazısında, cemaatin islam’daki yeri ve son dönemde “cemaat” olarak adlandırılan bir grubun ortaya koyduklarıyla “cemaat kavramının” itibarına getirdiği zararı konu ediyor.Çok önemli gördüğümüz bu onuyu dile getiren o yazı…

“Cemaat” kavramının tek başına bir kesimi belirtmek üzere kullanılmasından oldum olası hoşlanmadım. Evet, gözümüzde o kesim de İslamî cemaatlerden biriydi. Doğrusuyla yanlışıyla, günahıyla sevabıyla onlar kardeşlerimizdi. Ama yine de cemaat gibi Şeâir-i İslam’dan olan çok kapsamlı bir kavramın sadece o kesimi nitelendirmek için kullanılması kabul edilemezdi. Bunun yanı sıra Türkiye’de İslamî hizmet yürüten pek çok cemaat vardı ve o kesim bu cemaatlerden sadece biriydi. O bakımdan onları “A Cemaati”, “B Cemaati” gibi bir ön ekle nitelendirmenin daha doğru olacağı düşüncesindeydim.

Ancak gelinen nokta gösterdi ki, tek başına cemaat kavramı şöyle dursun, o kesimi tanımlamak için cemaat kavramını ön ekli kullanmak bile sakıncalı hale geldi. Zira Şeâir-i İslam’ın bu nezih kavramı, her geçen gün daha çok yara alıyor. Amaca giden yolda her türlü aracı meşru görme anlayışıyla siyaset bilimci Makyavel’e bile dudak uçuklattıracak girişimlerde bulunan bu grup, cemaat olarak nitelendirilemeyeceğini fazlasıyla göstermiş durumda.

Bizim lügatimizde cemaat, öncelikle Sevâd-i A’zam (Büyük Cemaat) da denilen Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’i ifade eder. Bu yönüyle Cemaat’in en ayırıcı niteliği (alâmet-i farikası), dinî, siyasi ve fikrî birlik içinde bulunmaktır. Nitekim “Bir karış da olsa cemaatten ayrılan kişi İslam bağını boynundan çözmüş olur” (Tirmizi, Edeb, 78); “Allah ümmetimi dalalet üzerinde birleştirmez; Allah’ın eli cemaatle birliktedir; kim cemaatten ayrılırsa cehenneme ayrılmış olur” (Tirmizi, Fiten, 7) şeklindeki hadis-i şeriflerde, cemaatin aslî unsurunun birlik ve bütünlük olduğu vurgulanır.

Bunun yanı sıra Cemaat, günde beş, haftada bir, yılda iki kez toplanan müminleri ifade eder. Günde beş kez bir araya gelip omuz omuza saf bağlayan müminler, cemaat şuurunun en müstesna örneğini gösterirler. Bu birliktelik sünnetlerin en güzelidir. Sosyal olduğu kadar siyasi birliğin en güzel sembolü, tartışmasız Cuma namazı için toplanmaktır. Hutbe Müslümanların bir duvarın tuğlaları gibi birbirine kenetlendiğini anlatan siyasi mesajlar içerir. Yılda iki kez bayramlarda, en çok da kardeşlik duygularını perçinlemek için bir araya gelir müminler. “Müminler dinde kardeştirler” (Hucurât 49/10) beyanının sırrına ererler.

Bunların da ötesinde Cemaat, saf ve samimi niyetlerle, Allah’ın dini yüce, Fahr-i Kâinat’ın sünneti baş tacı olsun diye bir gayret kuşanan insan topluluklarını ifade eder. Bu çerçeve, kuşkusuz “Bizim uğrumuzda mücadele edenleri biz yollarımıza ulaştıracağız” (Ankebût 29/69) ayetinde buyrulduğu üzere vahdet içinde kesreti (birlik içinde çokluğu) ifade eder. Yani farklı cemaatler, bir tefrika sebebi değil, rahmet vesilesidir. Son kalkışmalarıyla bu yapının hedefinin, Türkiye’de çoğu dinî cemaatin de hedefi olan saf bir dinî hizmet olmadığı anlaşılmıştır. Dinî bir hizmetin ötesinde çok farklı düşünceler ve hesaplar varmış işin içinde. Öyle ki, bu hesaplar uğruna Türkiye bile feda edilebilirmiş! Kardeşlerini boğma pahasına yıllar yılı, hizmet adı altında yapılan “ötekileştirme faaliyetlerini” Müslüman camia, niyetlerinin son tahlilde İslam olduğu tesellisiyle sineye çekmişti. Ancak ananın bağrına hançer saplamaya dönük son girişimler nasıl sineye çekilebilir ki? Siz istediğiniz kadar, “Biz anamızın dilini, şanını dünyanın dört bir köşesine taşıyoruz” deyin. Ananın itibarı ayaklar altına alınmaya kalkışılırken, o faaliyetler neye yarar ki!

Son on yıldır, İslam ümmetinin ufuklarında siyasi ve sosyal birliğe yönelik bir ışığın belirdiği inkâr edilemez bir gerçek. Ancak söz konusu yapının, mevcut iktidarla yolunu ayıran etkenlere bakıldığında, bu etkenlerin hep o ışığı karartmaya yönelik meseleler olduğu görülüyor. Mavi Marmara, Suriye, ya da Türkiye’de barış süreci… Ortada adam akıllı, İslam cemaatinin birliğini sağlama teşebbüslerini kırmaya yönelik bir suikast var. Daha açık bir ifadeyle, Cemaat içinde tefrika!

Esasen Türkiye’nin adını farklı coğrafyalara götürelim derken, bir başka kötülük daha yapıldı sanki bu topraklara. Bilindiği gibi bu grup başlangıçtan beri, İmam-Hatiplere, İlahiyatlara yıllar yılı mesafeli durdu. Baktılar ki, İmam Hatip’siz, İlahiyat’sız olmuyor, bu kez oralara yöneldiler. Yine ince hesaplar, farklı amaçlar! Ancak hesapları tutmadı, istedikleri teveccühü göremediler. Çünkü İmam Hatip şuuru almış bir insan, iradesini kolay kolay samimiyetine inanmadığı, duruşuna güvenmediği birilerine teslim etmez. Onun varoluşuna aykırıdır bu. 28 Şubat süreciyle İmam-Hatiplerin kapatılması en çok bu grubun işine yaradı. Halk o döneme kadar, dişiyle tırnağıyla İmam-Hatip Liseleri, yurtlar, camiler inşa ederdi. Ancak bu süreçten sonra bu grup, suyun yönünü kendilerine doğru çevirdi. Dinî hizmet ve himmet adı altında hayır sahiplerini, deyim yerindeyse hortumladı.

Cana geleceğine mala gelsin denir ya, bu, nispeten telafi edilebilir bir durum. Ancak telafi edilemeyecek esas konu, insan israfıdır. Beyin israfıdır. Bu grup en baştan beri, Türkiye’nin aklını, zekâsını kontrol etme amacındadır. Toplum yararına, Türkiye yararına, Ümmet-i Muhammed yararına ivazsız ve garazsız hizmet edecek büyük zekâlar, artık neye hizmet ettiği belli olmayan bir amaç uğruna heba edilmiştir. İnsanlar, Cengiz Aytmatov’un, Gün Olur Asra Bedel romanına konu ettiği gibi mankurtlaştırılmışlardır. Biat, itaat adı altında insanların, Allah Teâlâ’nın halife kıldığı beşerin en ayırıcı vasfı olan irade kuvvetleri bile köreltilmiştir.

Hiç kimsenin şöyle bir söz söyleme hakkı yoktur: “Biz bu kuzulara sahip çıkmasaydık, kim bilir hangi kurtlara yem olacaklardı!?” Böyle bir iddia, her şeyin merkezine kendini oturtmak, biz olmazsak bu işler olmaz bencilliğini taşımak bir yana, takdir-i ilahiye de aykırıdır.

Bu noktada İslamî cemaatlerin, öyle çok büyük hedefler ortaya koyup hesaplar yapmaksızın, hasbî duygularla insan yetiştirmelerinin çok daha elzem olduğu ortaya çıkmıştır. Zira dinî bilincini, insana, ümmete hizmet şuurunu almış, ahlaklı ve dürüst bir insan, her nereye giderse gitsin bulunduğu yere artı bir değer katacaktır. Bu bakımdan yetiştirilen insanların, illa ki belli bir cemaatin, özellikle de içinde yetiştiği muhitin fikrî yapısının, İslam anlayışının bir müntesibi olması beklenmemelidir. İhlâs ve samimiyetle hizmet… Gaye bu. Ötesi Allahu Teâlâ’nın yed-i kudretindedir. Ona havale edilmelidir.

Hâsılı cemaat kavramının itibarı iade edilmelidir. Çünkü cemaat, rahmetin, birlik ve bütünlüğün, samimi birlikteliğin bir ifadesidir. Tefrikanın, hizipleşmenin, çıkar ilişkilerinin değil.