Son yüz yılda ümmet varlığı perdelenince ve paranteze alınınca adaleti de barışı da kaybettik. Şimdi keşfetme, tanıma ve yeniden onunla buluşma vakti. Su akacak, yol bulunacak! Her gün kendimizi daha fazla İslam dünyası ile beraber hissetmemizin manası budur. Her gün daha fazla Kahirelinin İstanbul ile kendini beraber hissetmesi bundan. Filistin davasının yankılanarak herkese değmesi bundan. “Hepimiz Filistinliyiz”e gelmemiz bundan.
Son “emperyal siyaseti” tarihe gömüldü. Coğrafyası onlarca devlete bölündü. Ulus devletler icat edildi topraklarında. Onlarca duvarlar örüldü halkları arasında. Her halk bir Babil kulesi olarak inşa edildi. Kemalizm, Nasırcılık ve Baasçılık ideolojileri hakim kılındı. Milliyetçilikler ortaya çıktı. Batıdan eğitim gören ve Batıya hizmetle yanıp tutuşan, ancak halkına ve coğrafyasına yabancılaşan aydınlar yetişti.
“Ümmetten ulus devlete” denilerek yeni yalanlar icat edildi. “Her ulus kendi kaderini belirler”(self-determinasyon) yalanı! Milet, ulus yapılmaya çalışıldı. Şehvetli ulus projeleri uygulandı. Ulus toplumu kutsayan sosyolojiler ortaya çıktı. Kabileden ümmete, ümmetten ulusa doğru tarihi bir yürüyüşün sosyolojik kanunlarından bahsedildi. Pozitivizm, sosyoloji kılıfıyla ve bilimsel imajlarla dolaşıma sokuldu. Ziya Gökalp gibi sosyologlar türedi. Uluslaşma için ideolojiler, bilimler, hareketler ve mektepler doğdu.
Bürokrasi askeri ve sivil kanatlarıyla vesayetçi rejimleri ikame ettiler. Vesayetçi rejimler, ümmet varlığını dönüştürmek ve onu top yekün imha ederek yerine ulus ikamesine gittiler. Türklere “Araplar sizi arkadan bıçakladılar” derken, Araplara da “Türkler yüzyıllarca sizi sömürdü” dediler. Halkaları birbirine düşman ve öteki varlıklar yapmak istediler. Kurgu tarihler, kurgu fikirler, kurgu mektepler ve kurgu kahramanlar çıktı ortaya. Aslında tam bir kurgu toplumu icadıydı bu. Çünkü toplumlar coğrafyasından, tarihinden, inancından, medeniyetinden ve ruhundan beslenmiyordu.Osmanlının yıkılışıyla kurgu toplumlarından oluşan bir coğrafya meydana getirilmeye çalışıldı. Ulus olacak, kendi kaderini belirleyecek, medenileşecek ve özgürleşecek denildi. Hiç biri olmadı.
Avrupa tarzı ulus devletler olmadığı gibi kendi kaderlerini de tayin edemediler. Çünkü halkaların kaderlerini halklar için uygun sınırlar, ideolojiler ve siyasetler uygun görenler belirledi. İngiltere, Fransa, İtalya ve daha sonra ABD kaderleri tayin etti. İslam dünyası kendini yönetmedi. Çinlilerin Çini, Avrupalıların Avrupa’yı ve Rusların Rusya’yı yönetmesine karşın, İslamlar kendilerini yönetemedi. Onlara “kendi kaderini tayin hakkı” yalanı sunularak Batılılar yönetti. Önce doğrudan yönettiler, sonra çekilerek yerlerine kendi emirlerini uygulayan elitleri ve rejimleri bıraktılar.
Post-Osmanlı ve millet
Hiç biri tutmadı. Ne ulus devlet, ne Kemalizm, ne Nasırcılık, ne Batıcı elitlerin düzenleri ne de halklar arasında örülen onlarca duvarlar. İslam coğrafyası, post- Osmanlı tarihi dönemdeki bütün bu yapısal düzenlemelere rağmen kendi ümmet gerçekliğini sürdürdü. Millet varlığını korudu. Elitler bu varlığın tarihi ve medeniyet mirasını reddetseler de, onun birlik ruhuna olan inançlarını kaybetseler de o, var olmaya devam etti. Ümmetin gerçekliği üst yapısal ideolojilerin, rejimlerin ve entelijansiyanın kurgusal projelerine rağmen sürdü. Modernitenin entellektüelleri, kendi ümmet varlıklarını reddettikleri için entelektüel mürtet oldular. Üstat Muhammed İkbal, böyle diyor. Ümmet, yüzyılların içinde oluşan imajlar, kurumlar, gelenekler, fikirler, alışkanlıklar, mezhepler, kavimler, gayri-Müslimler ve tarikatlarla vardır. Derin sosyolojinin ruhundan yükselir. Ümmet, derin sosyolojidir ya da sosyolojik derinliktir. Bundan dolayı post-Osmanlı yüzyılın bütün üst yapısal operasyonlarına karşın hala var olmaya devam ediyor. Ulus devlet kurguları, ideolojileri ve sınırları işlevlerini kaybettikçe bu daha da belirginleşiyor. Ulus devletlerin ulusal tarih, milliyetçilik, sekülerizm ve tekil modernleşme politikaları iflas ettikçe ümmet daha da görünürlük kazanıyor. Çünkü ümmet, bir “toplumlar toplumu” olarak yüzyıllık üst yapısal operasyonların baskıları, yalanları, ideolojileri vs. ile perdelenmişti. Halbuki Batı Anadolu’daki küçük bir Nakşi şeyhi ve müritleri Kabe’de İslam dünyasının farklı gruplarıyla görüşmelerini sürdürüyordu. Kitaplar, bayramlar, haclar ve ezanlar ortak imajları, sembolleri, “sesleri” ve “renkleri” beslemeye devam ediyordu. Mevlana, Gazali, İmam-ı Rabbani her zaman ve her coğrafyada kesintisiz bir biçimde okunuyordu.
Ümmet toplumu, karşı ideolojilerle ötekileştirildi hep. Ulus devletlerin yalan tarihleriyle II.Abdülhamit dönemine has ve iflasla sonuçlanan bir siyaset olarak lanse edildi. Oysa ümmet, her zaman yeryüzünde vardı, her zaman var oldu ve yine her zaman var olacak! İnsan tarihinde ümmet perdelenebilir, zayıflayabilir, kan kaybına uğrayabilir; ancak hiçbir zaman bitmez. Çünkü kıyamete kadar baki olan tek toplumsal gerçeklik ümmet ve onun muarızı olan cahiliye toplumudur. Komünist toplum, liberal toplum, modern toplum… Hepsi tarihsel, nispi ve geçicidir. Belli bir tarihle doğar ve yine içine doğduğu tarih sona erince onlar da sona erer. Ancak ümmet öyle değil. O, varlığın varlığıyla( yaratılışla) varlığa geldi ve dünyada hep var oldu. Metafiziği olan, ruhaniyet ve ahlak temelinde örgütlenen bir toplumdur. Tarihsel olduğu gibi tarih üstüdür de, zamanlarla yaşadığı gibi zamanlarla bitmez. Tarihi dönemler sona erebilir, ancak ümmet devam eder. Çünkü belli bir zaman içinde doğan bir varlık değil. Hem özü hem de tarihselliği var. Oysa sosyalist toplum, liberal toplum, milliyetçi toplum tezlerinin idealite iddiaları boşunadır. Özden ve metafizikten yoksun tarihsel -beşeri var oluşlardır bütünüyle. Bundan dolayı ümmet toplumunda kalıcı, barışçıl ve herkesi kapsayıcı siyasetler geliştiremediler. Nitekim ne Kemalist milliyetçi toplum ne de Sosyalist Arap toplum tezi çözüm oldu. Bu toplum tezleri ümmet toplumunda baskı, terör ve asimilasyon(dinsel, kavmi, mezhebi, dilsel vs.)politikalarına yol açtılar.
Şimdi, yeniden ümmetin uyanış zamanlarından geçiyoruz. Çünkü ümmeti perdeleyen son yüzyılın kurgusal varlıkları çöküyor. Bu hegemonyaya karşı direnişler, fikirler, hareketler ve aydınlar ortaya çıkıyor. Her çöküş, beraberinde yeni bir yükselişi haber verir. Ümmet için de bu böyle. Osmanlı çöküşüyle ümmeti talana gelen işgal sürüleri ve onların işbirlikçileri, karşılarında ümmet direnişlerini gördüler. İhvan-ı Müslim, liderinin başında Osmanlı kalpağı olan bir şahsiyettir. Nahdatul Ulma’nın lideri de öyle. Yüzyıla yakın tarihlere sahip olan bu iki hareket, biri Mısır’da diğeri Endenozya’da. Bugün her birinin tarihi bir çok ulus devletten daha uzun. Ürdün’ün tarihi, Irak’ın tarihi ya da Suriye’nin tarihinden daha uzun tarihleri var bu hareketlerin. Anadolu’da yükselen Risale-i Nur ve hep devam edip gelen Nakşilik geleneği de öyle. Bundan dolayı ümmet olan bunlardır.
Kemalizm, Baasçılık, Nasırcılık değil. Arap ve Türk milliyetçilikleri de değil. Bu ideolojiler ve milliyetçilikler ümmetin içinde çıkan hastalıklardır, dışardan gelen vebadan ümmete düşen paylardır! Delalet mezhepleri ve delalet kelamlarıdır! Bir dönem karmatilik, batınilik ve Ahmedilik vardı; modern zamanlarda da pozitivizm, Marksizm, Kemalizm, Nasırcılık vs. var.
Filistin Mescid-i Aksa’dır
Ümmet, bugün daha güçlü bir biçimde uyanıyor. Çünkü ulus devletlerin ümmeti parçalayan fiziki duvarları ve zihni duvarları yıkılıyor. Ümmet coğrafyası “akış toplum”un yeni bir tarzıyla bütün kurgulara meyan okuyor. Bütün ümmet coğrafyası, bugün ateş altında olmasının manası da bu. Kaos, şiddet ve çatışma her tarafta hükümran. Artık yüzyıldır onlara reva görülen düzen son buluyor. Hakim normlar iflas ediyor. Yine herkes bir biçimde meydan okuyor. Çözülen egemen siyasal kodlar ve siyasal normlar yerine terör bırakıyor. Bütün bunlar memnuniyetsizliğin, uyanışın ve hakim rutinin dışına çıkışın göstergeleri. Bunu en çok Filistin meselesinde görüyoruz. Çükü Filistin’in özel bir anlamı var.
Filistin, Kudüs’tür; Mescid-i Aksa’dır. Filistin, İslamın ilk kıblesini işgal eden güçlere karşı isyandır, meydan okumadır. Bu meydan okuma bütün ümmet varlığında yankılanıyor bugün. Ümmetin mahşeri vicdanı hareketleniyor. Bütün Müslümanlar Filistinleşiyor. İslam milletleri hareketleniyor. Kentler ayaklanıyor. Yardımlar, dualar ve gıyabi cenaze namazları bütün ümmeti sarıyor. En sekülerinden en dindarına kadar ümmet insanları buna katılıyor. Hacılar, hocalar ve sofilerin davası değil sadece. Ümmet içindeki seküler kesimler, şarkıcılar, sinemacılar, iş adamları, akademisyenler, gençler… Hepsi de bu davaya sahip çıkıyor. Başbakan Erdoğan’ın Filistin davasını savunduğu bir İstanbul iftarında, “şarkıcı/alemci” olarak nitelediğimiz insanların ona alkışlarıyla mukabele ettiklerini gördüğümde bunu hissettim. İnsanları pratiklerine göre yargılamanın yanlışlığını hissettim. Ümmet ruhunun kudretini hissettim. Anadolu’daki millet varlığının köklü geleneğini hissettim.
Ümmetin uyanışının başka bir göstergesi de milletin yeniden keşfidir. Bütün Türkiye, yeniden millet etrafında halkalanıyor. Kürtler ve Türkler millet etrafında birleşiyor. Kürt meselesinin çözüm formülü, millet düşüncesinden üretiliyor. İktidar, millet düşüncesinden aldığı ruhla ilerliyor bu konuda. Toplum da ona katılıyor. Ona onay veriyor. Çözüm süreci, yeniden milleti keşfetmemizin en bariz örneğidir. Yine uzun süre Ortadoğu’nun en büyük terör grubunu yöneten Abdullah Öcalan millet diyor. Anadolu ve Mezopotamya’nın birliğinden bahsediyor. Marksizmi milletle barıştırmaya çalışıyor! Kürtlerin var oluşunu yeniden milletten geçtiğine işaret ediyor.
Post-Osmanlı tarihi dönemde Batı hegemonyası İslam coğrafyasında Siyonizm üretiyor, , komünizm üretiyor, milliyetçilik üretiyor. Hatta devlet terörleri yanında karşı terör gruplarını da üretiyor. Bugün İslam dünyasında yaşanan budur. Ne İŞİD ümmet, ne de El-Kaide. Bunlar Batı egemen düzeninin İslam topraklarına reva gördüklerine karşı ortaya çıkan “karşı terörler”dir. Terör devletlerine karşı terör gruplarıdır. İhvan-ı, FIS’i, NAHDA’yı ve HAMAS’ı reddetmenin bedelleridir. İsrail’in Siyonist rejiminin bütün barbarlıklarını onaylamanın, Esed mezhepçiliğinin katil projelerini desteklemelerinin(Babasını Fransızlar ihtilal ile iş başına getirmişlerdi), Saddam’ı İran’a karşı silahlandırmanın, Körfez burjuva şeyhlerinin düzenine akıl vermelerinin, Mursi’yi devirerek SİSİ Firavununu iş başına getirmenin ve İslam topraklarındaki zenginliği talan etmelerinin bedelleridir.
Ümmet, tek çözümdür. Çünkü bizleri ortak coğrafyada halklar, mezhepler, diller, Gayri-Müslümler, seküler ve dindarlar olarak çoğul bir biçimde yaşatacak olan ümmet mirasıdır. Ümmet toplumu ve ümmet medeniyetidir. Tarih içinde bunları asırlarca yaşadık. Manevi ve ahlaki mirasıyla bizlere hayat ve beraberlik verdi. Neden şimdi yeniden vermesin? Tarih içinde ruhuyla, düşüncesiyle, tecrübesiyle ve kurumlarıyla adaleti ve barışı kendisiyle kurduğumuz bir varlığın otantisiyle yeniden neden kurmayalım? Son yüz yılda ümmet varlığı perdelenince ve paranteze alınınca adaleti de barışı da kaybettik. Şimdi keşfetme, tanıma ve yeniden onunla buluşma vakti. Su akacak, yol bulunacak! Her gün kendimizi daha fazla İslam dünyası ile beraber hissetmemizin manası budur. Her gün daha fazla Kahirelinin İstanbul ile kendini beraber hissetmesi bundan. Filistin davasının yankılanarak herkese değmesi bundan. “Hepimiz Filistinliyiz”e gelmemiz bundan.