‘Bana vursan da cevap vermem, tavrım bu…’

Fikir
Engin Dinç’in röportajı Suriye’nin son yüzyılda yetiştirdiği en önemli İslam düşünürlerinden olan Cevdet Said, ülkede süren iç savaş sebebiyle Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı. Cev...
EMOJİLE

Engin Dinç’in röportajı

Suriye’nin son yüzyılda yetiştirdiği en önemli İslam düşünürlerinden olan Cevdet Said, ülkede süren iç savaş sebebiyle Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı. Cevdet Said’in Türkiye’ye göçü, bu önemli İslam düşünürünün düşüncelerinin yeniden gündeme gelmesini sağladı. Halen Suriye’de süren savaşa bakışı Türkiye’de kamuoyu tarafından pek hoş karşılanmasa da, Cevdet Said’in düşünceleri ve hayatındaki tutarlılık onun fikirlerinin mutlaka ciddiye alınması gereken bir bakış açısı olduğunu gösteriyor. Özellikle El Ezher’de aldığı eğitimin ardından döndüğü ülkesinde fikirleri yüzünden farklı zamanlarda 5 kez hapse girip çıkan Cevdet Said, pasif direnişi İslami mücadele yönteminin merkezine yerleştiriyor. Cevdet Said’in şiddet karşıtı bu tavrı günümüzün şiddeti bir yöntem olarak seçmiş ve İslami mücadele yaptığını ifade örgütleri tarafından hem tam olarak anlaşılamıyor, hem de dikkate alınmıyor. Cevdet Said’in şiddet karşıtı bu söylemi tabi ki, sadece İslami yapıları kapsamıyor; Cevdet Said her yıl milyarlarca doları silaha yatıran İslam ülkelerini de eleştiriyor.

Cevdet Said, demokrasiyi ise Müslüman toplumlar için mutlaka ulaşılması gereken bir hedef olarak görüyor. Bu konuda Avrupa Birliği’nin 27 ülkeden müteşekkil halinin bir örnek teşkil ettiğini belirten Cevdet Said, tıpkı Başbakan Erdoğan gibi BM Güvenlik Konseyi’nde 5 ülkenin sahip olduğu veto hakkını ise kıyasıya eleştiriyor. Cevdet Said’in fikirleriyle ilgili bu kısa girişten sonra kendisiyle yaptığımız uzun ama bir o kadar ufuk açıcı olduğunu düşündüğümüz söyleşide ifade ettiği fikirleriyle sizleri başbaşa bırakıyoruz.  Son olarak sorularımızı Çerkez diline çeviren Kafkas Vakfı Kurucular Kurulu Başkanı Mehdi Çetinbaş’ın da bu söyleşinin gerçekleşmesindeki katkılarından bahsetmeden geçmek istemiyor ve kendisine teşekkür ediyoruz.

HAYATIMI KUR’ANI İNSANLARA DAHA İYİ ANLATMAYA ADADIM

Sizin bir tarihe ve olaylara farklı bir bakış açınız var. Tarihi nasıl anlamamız gerekiyor? Tarih bize ne öğretir? Tarihi süreç içerisinde İslam dünyasının durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle benim söylemek istediğim şey şu: Ben çok önemli biri değilim. Ben bu Kuran’ı insanlara anlatmak, Kuran mesajını insanlara daha iyi anlatmak için hayatımı bu davaya adadım. Benim birinci meselem bu. Bunun için uğraş veriyorum.

Ben bir garip Adem’im, bir insanım. Esasında insanlığın tarihini, insanlığın geçmişini, öncelikle onu bilmek lazım, onu öğrenmek lazım. Bu konuda benim çok faydalandığım ünlü bir İngiliz filozof var; Arthur Herbert Wilde. Ben herkese onu okumalarını tavsiye ediyorum. İnsanlığın tarihiyle ilgili, insanlığın dünya üzerindeki geçmişiyle ilgili çok güzel bilgiler veren (1906 basımı History of Ancient Civilization adlı) bir kitabı var.

Tabii ki insanoğlu köken itibariyle, ilk insan Afrika’dan neşet etmiş. Habeşistan’da üç milyon yıl öncesinden bir insan fosili, iskeleti bulundu, bugünkü insana benzeyen bir fosil bulundu. Dolayısıyla insanlığın ana kaynağı Afrika’da. Amerika’dakiler de Afrika’dan, Avrupa’dakiler de Afrika’dan, dünyanın her yerindekiler Afrika’dan dünyaya yayıldılar.

Kuran’da da belirtiliyor, ‘Sizin dillerinizin ve renklerinizin farklı şekillerde olması bizim ilmimizdir.’ Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’de Allah açık açık ‘sizi farklı dillerde, farklı renklerde yarattık’ diyor.
Allah Kur’an-ı Kerim’de melekleri toplayarak, ‘Ben yeryüzünde bir insan, bir halife yaratacağım’ dedi. Melekler de dediler ki ‘Ey Allah’ım. Senin yaratacağın bu insan gaspçı, insanları yerlerinden yurtlarından süren, kavga çıkaran, fitne-fesat yapan, kan dökücü bir şey yaratacaksın.’ Fakat bunları söyledikleri zaman Allah da onlara dedi ki: ‘Sizin bilmediklerinizi ben biliyorum.’ O ayetin hemen devamında ‘Biz insana dil verdik, konuşmayı öğrettik ve eşyayı isimlendirmeyi öğrettik. Varlıklara isim takmayı da öğrettik. Kendi gördüğünü başkalarına anlatmayı, aktarmayı, bunların hepsini öğrettik.’

Bizim dillerimiz farklı farklı da olsa Jakarta’dan başlayıp Endonezya’dan en batıya kadar bir tek kitabımız var. Farklı dillerimiz var ama herkes Fatiha’yı aynı şekilde okuyor. Kuran’da diyor ki; ‘Aslında insan hiç kimsenin değer vermediği bir varlık olarak dünyada yaşıyordu. İnsanlar birbirlerini katlediyorlardı, öldürüyorlardı.” Hala bugün bile biz birbirimizi öldürüyoruz, öldürmeye de devam ediyoruz. Hani Allah dedi ya meleklere, ‘Sizin bilmediklerinizi ben biliyorum’ diye, aslında burada bir başka noktaya dikkat çekmek isterim. Dünya yaratıldığından bugüne kadar dünya üzerinde Avrupa’daki gibi 27 tane ülkenin bir araya gelerek kurduğu tek merkezli bir yapı olmadı. Aslında Kur’an-ı Kerim’de Zilzal suresine baktığımızda orada açıkça; “Bakarsanız, konuşursanız, yeryüzü sizinle konuşur” diyor. Yeryüzü aslında konuşuyor. Aslında bu kitap indirildiği zaman bizim dünya ile bilgimiz bugünkü bilgimiz yoktu. Yeryüzüyle ilgili çok sınırlı bilgilerimiz vardı. Herbert Wilde’in kitabını okuduğunuz zaman orada çok güzel açılımlar göreceksiniz. Zaman ne zaman başladı, mekan ne kadar büyük gibi bilgiler oradan çok rahat edinilebiliyor. 500 sene önce yeryüzünün nihayetini bilmiyordu insanlar, ucunu bucağını bilmiyorlardı. Eskiden güneş dünyanın etrafında dönüyor zannediyordu insanlar. Şimdiki insanlar Tevrat’taki, İncil’deki bazı bilgilere göre insanlığın tarihi veya Hz. Adem hakkında birtakım rakamlar veriyorlar. Yani insanlık tarihi adına birkaç bin senelik bir şey koyuyorlar ortaya. Tevrat’ın Tekvin babında göklerin, yerlerin veya birtakım şeylerin yaratılışı ile ilgili bazı bilgiler var. Herbert Wilde’in kitabına baktığımız zaman insanlığın tarihi ise 7-8 bin sene önce başlatılıyor.  İnsanlık tarihini çok iyi bilmediğiniz zaman bazı şeylere çözüm bulmanız çok zor.

Ben 2. Dünya Savaşı’nı çok iyi hatırlıyorum, nasıl büyük savaşlar oldu. Ben çocuktum ama bizim köydeki insanların büyük kısmı savaşa gitti. Japonya’nın üstüne bombalar atıldı, Almanya teslim oldu. Bunun ardından yeryüzünde yeni tağutlar türedi, yeni ilahlar türedi. Tekrar yine aynı noktaya geliyoruz. En büyük sıkıntımız dünya ile ilgili, insanlık tarihiyle ilgili algılarımızdaki yanlışlar.  Bir konferansımda bunu anlatmıştım, insan kainatla, yaratılışla ilgili algılarında yeterli bilgiye sahip değilse o eksiklik devam eder. Mesela Japonya’nın üstüne atom bombası atıldığında bir cehennem bombası yağdı üzerlerine. Sonra teslim oldular. Hatta bazı pilotlar teslim olmayı gururlarına yediremeyip intihar eden pilotlar oldu.

Şimdi, asıl noktaya geliyoruz Japonya iki atom bombası yedi, teslim oldu ama bugün Japonya bir dünya devleti, gelişimini tamamlamış bir devlet. Cezayir 2,5 milyon insan hayatını kaybederek bağımsızlığını kazandı ama sürünüyor. Çocuk ana karnından ilk doğduğunda ne dili vardır, ne dini vardır. Çocuk annesinin diliyle dillenir. Beni annem Çerkez olarak doğurmadı, beni annem insan olarak doğurdu. Ama annemin dili Çerkezceydi, ben Çerkez oldum. Annem namaz kılardı, dolayısıyla onunla beraber ben de Müslüman oldum. Hatta anne öyle bir şey ki, çocuğunu kucağına aldığı zaman çocuk annenin yüzüne bakar ve o yüzden bile bir feyz, ilim alır. Annenin yüzü, çehresi bile çocuğun büyümesinde çok değerli bir etkendir.

BİZİM TEFSİRLERİMİZ GÜNLÜK MESELELERİ ÇÖZECEK TEFSİRLER DEĞİL

Peygamber kendi sağlığında ayetler geldiğinde vahiy katiplerine bu ayetleri dikkatle yazdırırdı. Ve karışma ihtimalini gördüğü için sağlığında ayet dışında, kendi sözlerinin yazılmasını şiddetle yasaklamıştı. Peygamberimizin sözleri, hadisler üzerine çalışmalar 100-150 yıl sonrasına dayanır.
Kur’an-ı Kerim’de bazı ayetler vardır, çok ilgisiz, çok alakasız gibi görünebiliyor. “Ben atları, katırları, eşekleri, ayrıca sizin bilmediğiniz şeyleri yarattım” diye bir ayet var. İlk bakışta hiçbir anlam veremezsiniz. Hatta o ayet geldiğinde Peygamber de onunla ilgili bir şey bilmezdi. Çünkü ayet şartlara göre ileride açıklanabilecek bir şeydi. İlk dönemlerde Hz. Bilal Habeşistan’dan, Selman-ı Farisi İran’dan, Suheyb Rum diyarından… Bunlar o dönemde Müslüman olan insanlar. “Bilal’in cennette ayak seslerini duyuyorum” demişti Hz. Peygamber. “Selman-ı Farisi neredeyse benim Ehl-i Beyt’im kadar bana yakın” demişti. Suheyb-i Rumi hazretleri çok iyi bir okçu, iyi bir savaşçıydı. Mekke’den Medine’ye hicrete başladığında peşine insanlar takılmıştı. Okunu yana bıraktı, ‘Eğer bir kişi bana yanaşırsa şu oklar bitene kadar hepinizi öldürürüm’ demişti onlara.

Aslında hilkatte herkes bir şeyde bulunuyor; zenci, beyaz, öteki bilmem ne… İnsanlar dünya üzerinde sürekli birbirlerine bir üstünlük taslıyorlar. Herkes anne karnından aynı şartlarda, aynı şekilde, hiç birbirinden farklı olmadan doğuyorlar. Halbuki bunu bilseler hiç mesele kalmayacak.

Cebrail ilk ayet-i kerimede ‘Oku’ dedi. Ben nasıl böyle oldum? Bahsettiğim kitapları okuduğun zaman ağaçla konuşuyorsun, denizle, kayalarla, dağlarla konuşabiliyorsun. Gökyüzündeki yıldızlarla konuşabiliyorsun. Biz yıldız diyoruz ama aslında onlar birer güneş. İnsanoğlu bunlara kafa yorduğu zaman, bunu da Kuran’la bağdaştırdığımız zaman orada bir hakikate varıyorsunuz. Malik bin Nebi de onu söylüyor. Yani geçmişten ders almadığımız zaman, geçmişte yaşanan olayları çok iyi değerlendirmediğimiz zaman, onları etüd etmediğimiz zaman hiçbir değerimiz yoktur, hiçbir anlam ifade etmez. Hocalarımız zaten okumuyorlar, âlimlerimizin en büyük sıkıntısı budur… Ben bu örneği verdiğim zaman hemen karşıma çıkıyorlar, ‘Gavurun kitabından mı faydalanacağız, ondan mı öğreneceğiz’ diyorlar. Kur’an da zaten yeryüzünün konuştuğunu söylüyordu. Eğer yerin, göğün, bunların konuştuğunu bilmiyorsan, bunlarla ilgili malumatın yoksa o zaman zaten ilimle de alakan yoktur.

Ben ilk önce Adem’in Oğlu Habil kitabını yazdım. Sonra ‘Oku’yu yazdım. Onu kim yazdırdı bana, yazdırma sebebi neydi? İnsanlar akılla ilime çok değer veriyorlar. Ben bu kitapta “akıl nedir, ilim nedir” önce bunu bir öğrenelim dedim. Kur’an zaten “bundan sonra peygamber yok” diyor. Hani o bahsettiğim “atlar ve katırlarla” ilgili ayette anlatılanı, bugün bizim gördüğümüz bu hikmeti peygamber görmedi, sahabe görmedi, onlar göremediler. Şu ses kayıt aletini görseydiler, ona farklı bir yorum getirirlerdi. Şeytanla, melekle ilgili farklı yorum yaparlardı. Suudi Arabistan tarihini okudum. Türklerle savaşan Abdülaziz’in, o meşhur Suud kralının emrinde alimler vardı. O âlimler öyle bir şey ki, Abdülaziz telefonla konuşunca, ‘Sen şeytan aletiyle konuşuyorsun’ diye buna karşı çıktılar. O insanı yönlendiren âlimler böyle konuşunca, Abdülaziz de bu alimleri temizledi. Bunlar İbn Teymiye’nin kitaplarını okuyarak yetişen âlimlerdi. Bu Kur’an diline sahip Araplar’ın 23 ülkesi var. Farklı din ve mezheplere sahip 27 Avrupa ülkesi Avrupa Birliği’ni kuruyorlar, idam hükmünü kaldırıyorlar. Türkler de Avrupa Birliği’ne katılmak için idamı yasaklıyorlar. Mesela Abdullah Öcalan’ı bile Avrupa’nın hatırına idam etmediler, bağışladılar. Bizim tefsirlerimiz günlük meseleleri çözecek tefsirler değil.


   Cevdet Said ve Mehdi Çetinbaş
 
MEZHEPLERİ ÖN PLANA ÇIKARDIK, AKLI GERİDE BIRAKTIK

Peki neden Müslümanlar, İslam dünyası Kuran’ı böyle yanlış anladılar, Avrupa Birliği ülkeleri ve Japonlar gibi akıllarını kullanamadılar, birlik sağlayamadılar, nerede yanlış yaptılar?
En büyük problem Kur’an’ı, Peygamber’i tanımamamız, bir de maalesef tefsir metodundaki yanlışlıktır. Tefsirler güncellenemedi. Dünyada olan biteni bir Müslüman takip etmiyorsa, dünyada yaşamıyor demektir. 57 yıl önce Suudi Arabistan’da iki yıl öğretmenlik yaptım. Mezheplerini çok iyi bildiğim için sıkıntı yaşamadım. Orada kadı var, kimini öldürüyor, kimine mal taksim ediyor, her yetki kendisinde… O kadıyla ikindi sonrası, mescitte yalnız ikimiz varken sohbet ediyoruz. Bana biraz güveniyordu. Bana, ‘Bu gâvurlar dünya dönüyor diyorlar. Bunlar nasıl görmüyorlar, biz yerimizde duruyoruz. Güneşin döndüğünü nasıl fark etmiyorlar.’ diye sordu. Gülüyorsunuz ama 57 yıl önce oldu bu olay. Bu akla sahip insanlar devlet yönetiyorlardı. Bizim çok takıntılarımız oldu, onlara takıldık. Şafii, Hanefi, Maliki gibi mezhepleri çok ön plana çıkardık, aklı daha geride bıraktık.

BANA VURSAN DA BEN CEVAP VERMEM, BENİM TAVRIM BU

Sizin çok önem verdiğiniz bir şey var; Kabil’e karşı Habil’in tavrı. Kabil onu öldürmek istiyorken Habil’in, ‘Ben sana karşı bir eylemde bulunmayacağım, bana istediğini yapabilirsin’ gibi bir tavrı var. Ama bugün baktığımızda Müslümanların El Kaide’si var, silahlı mücadele eden örgütleri var. Neden Müslümanlar şiddete bir yol olarak tercih etti?
Biraz önce söylediklerimi çok iyi anlasınız, bu soruyu zaten bana sormazsınız. Sorun zaten Kuran’ın anlaşılamaması, temel odak nokta orada… Benim üzüntüm, benim sıkıntım bu zaten. Ben bu kitapları bunun için yazıyorum. Ben ‘Beni Adem’i yazdığım zaman sizin kanaatlerinizi değiştiririm diye yazmadım ama ben kendim öyleyim. Bana vursan da ben cevap vermem. Benim tavrım bu. Taşla, sopayla, silahla konuşulmaz. Bizim burada akılla, mantıkla konuşmamız lazım. Japonları niye anlattım? Japonların üzerinde denendi bu bomba, bundan sonra atılmaz. 60 sene geçti, bir daha atılmadı. Çünkü bir kere atıldı, denendi. Onun sonucu görüldü. Cezayir bağımsızlık savaşında 2,5 milyon insanını kaybetti. Direnmeselerdi şu anda Avrupa gibi gelişmiş bir ülke de olabilirlerdi. 2,5 milyon insanı da kaybetmemiş olurlardı. Suudlar milyarlarca dolar para harcayarak silah alıyorlar, silahlanıyorlar. Onların silahları Müslümanlardan başka kimi öldürecek acaba? Kime gidecek, Müslümanların dışında bir hedefi var mı bu silahların! Onlar Suriyelilere Nusayri, Alevi derler. Şimdi Suriye kendi insanlarını öldürüyor, bakın bakalım yarın Suudlar bir başkaldırsın, onlar kendi insanlarını bu silahlarla öldürmeyecekler mi? Ama insanlar bu idrakten maalesef çok uzak. Gece uykularım kaçıyor; bu içimdeki dertleri, sıkıntıları insanlara nasıl anlatayım diye geceleri uyuyamıyorum.

İKİ DEMOKRATIN KAVGASINI DÜNYA GÖRMEMİŞTİR AMA DEMOKRATLAR DİĞERLERİNE SALDIRABİLİR

Türkiye kendine göre sıkıntıları da olsa demokrasi ülkesi. Arap baharı Mısır, Tunus, Libya’ya, olursa Suriye’ye belki demokrasi getirecek. Türkiye’de işleyen demokrasi, Batılıların demokrasisi, Arap ülkelerinde gelişecek bir demokrasi bu İslam dünyasındaki şiddeti önlemek için bir reçete olabilir mi?
Evet, onu bilmediğimiz zaman akılsızız. Çünkü demokrasi bu kanı durdurur, en azından önler. İki demokratın kavgasını dünya hiçbir zaman görmemiştir. Ama demokratlar diğerlerine saldırabilirler.
Amerika’da 11 Eylül olayı olduktan sonra Avrupa’da ve Amerika’da İslamofobya yükselişe geçti. Demokrat olduğunu iddia edenler veya hümanist bir söyleme sahip olan Batılılar kendi ülkelerinde yıllarca yaşayan, 2. veya 3.  kuşak Müslümanlara da farklı bir gözle bakmaya başladı. Arabistan petrolü, İran petrolü, Irak petrolü derken yıllardır süregiden bir Batı emperyalizmi de var. Batı’daki demokrasi hangi değerlere sahip ki, Müslümanların veya dünyanın diğer bölgesindeki insanların bir yerde kanıyla, canıyla besleniyor? Müslüman ülkeler demokrasi ile yönetilirse bu nasıl olmalı ki, Batı’daki örneklerine benzemesin? 

Bizim sıkıntımız demokrasi algımızda. Biz demokrasiyi maalesef İslam dünyasında uygulayamıyoruz. Demokrasinin özü sandıktır. Sandıkta da en üstteki alimle en alt tabakadaki insan aynı derecede yönetime katılır. Sandığın öz budur. Demokrasiyi aslında zenginler çıkardı, icat etti. İncil’de güzel bir söz vardır; ‘Bir devenin iğne deliğinden geçmesi,  zenginin cennete girmesinden daha kolaydır.’ Deve iğne deliğinden geçer ama zengin cennete giremez. Bizim Müslüman düşünürlerimiz meselelerle hiç ilgilenmiyorlar, dünyevi işlerle ilgilenmiyorlar. Obama bile, “Amerika’da fakirler zenginlerden daha çok vergi veriyor” dedi. Kafa yormadığımız için, düşünmüyoruz, okuduğumuzda da anlamıyoruz. Adaletin esas anlamını ilk önce kavrayan aslında fakirlerdir. Deve örneği aslında Kur’an’da da var. Biz uyanmadık maalesef, hala uyuyoruz. İsa Aleyhisselam’ın bir sözü var, ‘Eğer bize ışık getirecek adam körse biz nasıl ışığı bulacağız.’ Yani aydınlarımız eğer körse, aydınlarımız karanlıksa biz zaten karanlıktayız. Aydının kör, karanlık olduğu yerde gelişme olmaz.

Türkiye’de beni televizyona davet ettiklerinde de söyledim; Başbakan Tayyip Erdoğan, BM’de 5 ülkeye veto hakkı tanınmasını eleştirdi. Şimdi dünya nüfusunu oranladığınız zaman Fransa’nın nüfusu, dünya nüfusunun yüzde 1’i kadardır. Dünyanın yüzde 1’ini oluşturan bir ülke yok dediği zaman o iş olmuyorsa adalet bunun neresinde!

Aslında İslam dünyasında ünlü düşünürler çıktı. Muhammed İkbal, Malik bin Nebi ve tabi her ne kadar Türkiye’de tanınmıyorsa da Osmanlı dönemi Türk aydınlarından Celal Nuri İleri var. Celal Nuri henüz Cumhuriyet kurulmadan 10 gün önce Osmanlı hilafetinin dağılacağını, yeni yönetim kurulacağını yazdı. Celal Nuri, İttihad-ı İslam isimli kitabında dünyanın acaba neresinde bir ışık görebilirim diye yazdı. Tabi Celal Nuri’nin düşüncesine göre dünyanın hiçbir yerinde bir ışık yok. “Biz aklımızı, irademizi kullandığımız zaman dünyayı tutmak, kucaklamak çok basittir. Yeter ki biz aklımızı kullanalım” demiştir. Hatta burada önemli olan insanların meşverette bulunmasıdır ki, Irak tezkeresi sırasında Amerikan askerleri Türkiye’den geçmek istediklerinde Başbakan Erdoğan, ‘Ben meclise sorayım’ dedi. Meclis de kabul etmedi. Demokrasi budur, kendisi kabul de etse, Meclis kabul etmeyince olmadı.

Mesela Peygamber’den ve Hulefa-i Raşidin döneminden sonra böyle meşverette bulunan pek fazla lider çıkmadı. Peygamber bu kadar savaş yaptı, hiçbir savaşta sahabeye sormadan, danışmadan, istişare etmeden savaşa çıkmadı. Peygamber zorluyordu sahabeyi, “söyleyin, konuşun” diye. Peygamber bir savaşa çıkarken danışırdı. Çok açık olarak Uhud Savaşı öncesi tartıştı. Kendisi savaşmayı istemiyordu. Tartıştılar, sonunda gençlerin düşünceleri ağır bastı ve savaşa karar verildi. Ama Peygamber, ‘Allah ve melekler benimle beraber, ben onların sözlerini dinliyorum’ demedi. Şûrada çıkan sonuca göre savaşa gitti. Celal Nuri de, o zaman bunu söylüyordu. “Dünyada bir ışık görmüyorum, ama bizim Müslüman ülkelerin ilk başlangıcı, eğer onların başındaki lider şura ile seçilip dünyayı algılayan, dünyayı bilen bir insan olduğu zaman işte orada Müslümanlar hakim olacaklar” diyordu. 

Biz hala doğmamış gibiyiz. Hala analarımızın karnındayız. Hala kılıçla savaşanların kitaplarını okuyoruz. Allah zaten artık vahiy göndermeyecek. “Vahiy bitti ama bundan sonra olacaklara bakın, oradan vahiy alın” dedi. Japonya bir vahiydir, savaşmadan tekrar eski durumlarına geldiler.


   on5yirmi5.com Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Özkaya, Cevdet Said ve Engin Dinç

MÜSLÜMANLAR PARASINI KULLANACAK RÜŞTE EREMEMİŞ YETİMLER GİBİ

İslam dünyasında aydınların toplumlara önderlik edecek ama hiç ışık görmüyor musunuz acaba? Gerçekten o kadar kötü mü durum? 
Celal Nuri sürekli aynı şeyi söylüyor, ben de ona inanıyorum; “dünyayı, olanı, biteni algılamadan, bunun “elif be”sini öğrenmeden hiçbir şey yapamazsın.” İnsanları bir şekilde eğitmek lazım. Kur’an-ı Kerim’de yetim bir çocuğun malına nasıl emanet edileceği konusunda ayetler vardır. İslam’da bir çocuk yetim kaldığı zaman onu bir ailenin yanına verirler. O çocuk belli bir yaşa geldiği zaman ona para verilir, alışveriş yaptırılır. O alışverişte bir malı değerinde satın alması, satması ticaret yapması veya ucuz bir malı pahalıya satmaması, kazık yememesi veya buna benzer şeyler öğretilir. Rüştünü ispat ettikten sonra da şahitler huzurunda mal çocuğa teslim edilir. Biz henüz maalesef paralarını kullanacak rüşte ermemiş yetimler gibiyiz. Hala Amerika bizim vasimiz gibi, biz kendi rüştümüzü ispat edip de malımızı geri alamıyoruz. Şu anda o pozisyondayız. Kur’an’da zaten anlatılıyor, ‘Gözleri var görmezler, kulakları var duymazlar, kalpleri var hissetmezler, onlar hayvandır, hatta hayvandan da adidirler.’ deniyor. Biz biraz bu ayetin dairesi içindeyiz. Maalesef yine Hz. İsa’nın vecizesini söylüyorum. “Sana ışığı getirecek körse ondan ne beklersin!” Maalesef şu anda bizim alimlerimizin büyük bir kısmı körlüğü daha da ilerletmek için yazıyorlar. Aydınlatmak için değil de, körlüğün derecesini artırmak noktasında yazılar yazıyorlar. Problem buradan kaynaklanıyor. Çok uzağa gitmeyeceğim, İran ve Irak 8 yıl savaştılar. Humeyni, “Saddam düşmeden bu savaş bitmez. Ben Şah’ı bile devirdim” diyordu. Ama Humeyni bir şeyi bilemedi; Şah’ı devirdiğinde kadınlar çiçeklerle, güllerle askerlerin karşısına çıktılar.

Orada yaşanan klasik bir olayı anlatayım… Pasif direniş sırasında askerler insanları tararken genç bir çocuğu öldürdü. Onun üzerine yaşlı bir adam çıktı askerin önüne, “Sen niye onu vuruyorsun, gel beni vur, ben ihtiyarım, bir işe yaramam ama bu yarın İran’ın geleceğinde önemli bir insan olacak, sen niye onu vuruyorsun?” dedi. Asker de emir aldığı için bunu yapmak zorunda olduğunu söyleyince adam, “O zaman bırak silahı bizimle gel” dedi. Asker de silahı bırakıp o insanların arasına karıştı. Bunların hepsi birbirine bağlı…

İran-Irak savaşı devam ederken Amerika Saddam’ı destekliyor gibi gözüküyordu, fakat ABD ve Avrupa ülkelerinin yöneticileri kendi aralarında konuşurken, “Biz bunları birbirine öldürtüyoruz, aslında bir tarafa yardım ettiğimiz falan yok. Birbirlerini öldürsünler diye çaba sarf ediyoruz.” diyordu. Humeyni de Saddam da, ikisi de birdi aslında. Çünkü “kafa olmayınca” ikisi de aynıdır. Humeyni o zaman ne dedi; “Zehir içermiş gibi bu savaşı durduruyorum.”

YARIN: SAVAŞ ÖLDÜ, AKLI OLMAYAN DELİLER DIŞINDA KİMSE SAVAŞMIYOR

Cevdet Said Kimdir? 

Cevdet Said 1931 yılında Suriye’nin Golan bölgesindeki Bir Acem köyünde doğdu. Çerkes mütefekkir, Cezayirli büyük düşünür Malik Binnebi’nin seçkin öğrencisi ve izleyicisi olarak ün saldı. Bozulmaların ve kokuşmaların bataklığı kabul ettiği büyük kent hayatından uzakta, beslediği iki ineğiyle Şam yakınlarında Golan Tepesi’nin eteğinde Bir Acem köyünde yaşadı. Cevdet Said, Suriye’deki olaylar nedeniyle Türkiye’ye yerleşmek zorunda kaldı. Temel görüşü, şiddete ve kaba güce karşı olmak, İslam dünyasının felsefi ve kültürel değerlerini yeniden dirilterek öze dönmektir.

 

Cevdet Said’in Türkçe’ye çevrilen başlıca eserleri şunlardır:

• Bireysel ve Toplumsal Değişimin Yasaları

• Âdem’in Oğlu Habil Gibi Ol / Yeni Bir Kimliğin İnşası

• Güç, İrade ve Eylem

• Değişim Rüzgârı

• Din ve Hukuk

• Oku! / İslami Mücadelede Bilginin Gücü

• Ademoğlunun İlk Mezhebi / İslam ve Şiddet Üzerine

on5yirmi5.com


Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/on5y/public_html/wp-includes/functions.php on line 5464

Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/on5y/public_html/wp-content/plugins/really-simple-ssl/class-mixed-content-fixer.php on line 107