Osmanlı İmparatorluğu’nun ıslahatçı geleneğini devam ettiren ve pek çok yeniliğe öncülük eden Sultan Abdülmecid’in (1823 – 1861) ölümünün 150. yılı…
Kuşkusuz Sultan Adülmecid denilince akla, modernleşme çalışmaları, Tanzimat ve Islahat Fermanları geliyor. Ancak, babası II Mahmut’un ölümüyle 17 yaşında (1839) tahta çıkan I. Abdülmecit, tahta geçtiği ilk günlerden itibaren içerideki hizipleşmeler, devlet bürokrasisindeki çekişmeler ve Avrupalı devletlerin güç mücadeleleri nedeniyle oldukça zor bir devir geçirdi diyebiliriz.
İşte ilan edilen her iki ferman da bu zor devrin ürünleri olarak kabul ediliyor. Tarihçiler arasındaki yaygın kanı ise her iki fermanın da Müslüman tebaayı memnun etmemiş ve Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesine engel olamamış olması. Lakin *Prof. Dr. Vahdettin Engin öyle düşünmüyor. Hatta o yıllarda Osmanlıya atfedilen ‘hasta adam’ yakıştırmasının tamamen bir temenni olduğunu söylüyor.
Tanzimat ülkenin çıkış noktasıydı
Tanzimat ve Islahat fermanlarının her ikisi de Sultan Abdülmecid tarafından hayata geçirilmiş olmakla beraber fermanların, ilan ediliş şekli ve metin itibariyle birbirlerinden farklı olduğunu söylemek lazım. Tanzimat Fermanı yerli bir uygulama olup, bu dönemde padişah ve birçok devlet adamı daha önce başlamış olan modernleşme sürecinin devam ettirilmesi için fermanda dile getirilen hususların yerine getirilmesi gereğine inanıyorlardı. Onlara göre ülkenin çıkış noktalarından biri buydu. Islahat Fermanı ise çok daha farklı bir konjonktürde, İngiliz ve Fransız elçilerinin istekleri doğrultusunda hazırlamış olup, özel bir durumun geçiştirilmesi hedefine yönelikti.
Amaç İngiltere veya Fransa olmak değildi
Sultan Abdülmecid döneminde Osmanlı modernleşme sürecinin kilometre taşlarını oluşturan önemli icraatlar gerçekleşti. Şu hususu belirtmek gerekir ki; batılılaşma ve modernleşme kavramlarını birbirinden ayırmak gerekir. Osmanlı devlet adamlarının batılılaşma diye bir dertleri yok. Onlar zayıflamış bir ülkeyi tekrar eski gücüne kavuşturmanın arayışı içindeler.
Bu bağlamda III. Selim döneminden itibaren ilk fark edilen hususlardan biri mevcut müesseselerin bazılarında görülen tıkanıklıktı. Bu aşamada yapılan uygulama, onların yerine daha işlevsel olacak yeni müesseselerin oluşturulmasıydı. Yani devlet bir nevi yeniden yapılanma içine girmişti. Bu süreçte model olarak Avrupa ülkelerindeki müesseselerin ve uygulamaların alınmış olması, başka bir alternatif bulunamadığı içindir. Yoksa devlet adamları bir İngiltere veya Fransa olma hevesi ve iddiasında değillerdi. Sadece onların saldırılarına karşı koymak istiyorlardı ve bunu başarmanın yolu olarak bu ülkelerdeki bazı uygulamaları model olarak benimsemeyi tercih ettiler.
Sultan Abdülmecid’in en önemli adımlarından biri olan Tanzimat Fermanı’nı (3 Kasım 1839) bu bakış açısıyla değerlendirmek gerekir. Esas itibariyle Sultan Abdülmecid’in babası II.Mahmud kendi döneminde sözünü ettiğimiz yeniden yapılanma sürecini başlatmış ve bu anlamda birçok yeni müessese oluşturmuştu. Sultan Abdülmecid babasının takipçisi olarak onun uygulamalarını sistemli hale getirecek tarzda Tanzimat Fermanı’nı hayata geçirdi. Tanzimat’ın yeni yönetim ilke ve usulleri konusunda katkıları şunlar oldu. Karar alma sürecinde kurum ve kurulların ortaya çıkması. Yeni düzenin yaratılmasında başvurulan kanunlaştırma dönemi. Din devlet ilişkilerinde değişmelerin yaşanmasıyla laikleşmeye doğru bir gidiş. Tanzimat’la birlikte devletin merkezi örgütünde adliye, askerlik, maliye, dâhiliye, ulaştırma, sağlık, eğitim gibi çeşitli alanlarda ayrı ayrı kurullar oluşturuldu. Ülke, merkezi idarenin güçlendiği bir yapıya kavuştu.
Islahat Fermanı Avrupa kamuoyunu tatmin etmeye yönelikti
Tanzimat Fermanı’nın öngördüğü uygulamalar devam ederken Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Kırım Savaşı’nın meydana gelmesi (1853-1856) siyasi gailelerin ön plana çıkmasına yol açtı. Bu savaş Küdüs’deki Kutsal makamlar meselesi yüzünden meydana gelmişti. Osmanlı tebaası olan gayrimüslimlerin durumunun sık sık gündeme gelmesi ve Osmanlı hükümeti ile yabancı devletler arasında müzakere konusu olması yanında, Rusya’nın Ortodoks tebaa ve Osmanlı Devleti üzerinde nüfuzunu arttırma çabaları Kırım Savaşı’na yol açmıştı. Bu aşamada Mustafa Reşit Paşa’nın çabaları ile İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’nin yanına çekildi. Müttefik ülkelerin ortak harekâtı ile Rusya mağlup edildi. Bu savaşta esas itibari ile İngiltere ve Fransa kendi siyasi çıkarlarını kollamışlardı.
Fakat Müslüman bir ülkenin müttefiki olarak Hıristiyanların kanının dökülmesine yol açan bu savaşta Batı Avrupa kamuoyunu tatmin edecek bir takım kazançların da temin edilmesi gerekiyordu. İşte bu süreç Islahat Fermanı’nın ilan edilmesi şeklinde işledi. Tanzimat Fermanı’nın yerli niteliğine karşın Islahat Fermanı İngiliz, Fransız ve Avusturya elçilerinin Sadrazam Âli Paşa ile yaptıkları müzakereler sonucu ortaya çıkan bir metin oldu. Kendi kamuoylarının tatminine yönelik hareket eden elçiler gayrimüslimlere yeni haklar verilmesine yol açan Islahat Fermanı’nın içeriğinde ve ilan edilmesinde ( 18 Şubat 1856) belirleyici rol oynadılar. Islahat Fermanı metni Kırım Savaşı’nın hesaplarının görüldüğü Paris Antlaşması’na (30 Mart 1856) dokuzuncu madde olarak girince, antlaşmaya imza koyan taraf ülkeler, sonraki aşamada Ferman hükümlerinin yerine getirilip getirilmediğini denetleme konusunda avantaj sağlamış oldular.
“Hasta Adam” benzetmesi Rus Çar’ının temennisidir
Gerçekten de bu dönemden sonra Avrupa ülkelerinin zaman zaman müdahaleci tavırlarıyla karşı karşıya kalındı. Hatta bu müdahaleler bazen söz konusu ülkelerin hadlerini aşması şeklinde dahi olabiliyordu. Bununla beraber şunu da görmek gerekir ki, yapılan modernleşme çabaları giderek semeresini vermiş ve devlet kendini toparlamaya başlamıştır. Önce merkezi otorite sağlanmış, sonra da devlet mekanizması sistemli bir şekilde işlemeye başlamıştır.
Bu yönüyle baktığımızda; 19. Yüzyılın başlarına (III. Selim dönemi) göre, 19. yüzyılın sonlarında (II. Abdülhamit dönemi) devlet, daha güçlü, daha saygın, sözüne daha itibar edilir ve dikkate alınır bir konuma gelmiştir. Bu noktada meşhur “Hasta Adam” kavramını da irdelemek gerekir. Bu ifadeyi Rus Çarı Nikola canı öyle istediği için kullanmıştır. Yani “Osmanlı İmparatorluğu hasta olsun, biran önce ölsün gitsin, ben de o toprakları ele geçirip, sıcak denizlere ineyim” demek istemektedir. Tabiî ki biz Türkler, bunu kabul etmemeliyiz. Üstelik ortada bir hasta yok, giderek kendini toparlayan ve güçlenen bir ülke var. İşte ülkenin bu olumlu konuma gelmesinde Sultan Abdülmecid’in de bir rolü olduğunu bilmek gerekir.
Son dönem Osmanlı padişahları modernleşmeyi ülkeleri için çok önemsiyorlardı. Sultan Abdülmecid kendi döneminde bunun için gereken katkıları yaptı. Bu arada modern sanatların ve mimarinin ülkeye girişi konusunda da Sultan Abdülmecid’in çabalarını takdirle anmak lazım.