Akbank’a da çok kızgınım. Tren tiyatrosu fikrini benden çaldılar, kendileri yapmış gibi reklam yapıyorlar. Ben o karavanı Toroslar’dan geçirdim, şoförlüğünü bile yaptım. Neler çektim, neler?.. Benim buluşum bu. Para almadım hiç, insan kullanırken izin ister. Ama yok. Ayıptır ya. Ayı Yogi diye bir çizgi film vizyona girdi. Orada da benim sesimi taklit ediyorlar. Çok garip, çok…
Nişantaşı’nda bir apartmanın birinci katı. Pencerenin kenarına kurulmuş biri, bir yandan televizyonu bir yandan dışarıyı izliyor. Yanına biri yaklaşınca küçük siyah köpeği havlamaya başlıyor. Duvarlarda siyah beyaz fotoğraflar… Kendisine tıpatıp benzeyen kuklalar ayrı bir sıcaklık katıyor odaya. Erol Günaydın, yeni bir öksürük nöbetine tutuluyor. Zar zor yürüyor. Büyük kızı Ayşe Hanım, onun eli ayağı, bütün ihtiyaçlarına o koşturuyor.
Ona gün boyunca arkadaşlık ediyor. Konuşurken derin öksürüklerden bir türlü yakasını kurtaramıyor usta oyuncu. Doktorun yanlış ameliyatından yakınıyor, iyileştiği takdirde yaza ‘bomba gibi’ gireceğini söylüyor. Konuşan Erol Günaydın olunca konu da tiyatro oluyor. Yıllarca Türk tiyatrosuna hizmet eden usta oyuncu, tiyatromuzun geleceği hakkında karamsar. Günaydın, "Bu ülkede kültürün ‘k’si yok. Avrupalılar ışığı piyanoyla idare ediyor, biz daha ışıktan anlamıyoruz. Türkiye kendi sanatçısına değer vermiyor. Türk tiyatrosunun geleceği yok." diyor. Türkiye’de bir insanı güldürmek için zekaya gerek olmadığını savunuyor ve sessiz sakin ölmek istediğini söylüyor.
Kızlarım iyi ki sanatçı olmadı
Annem babam Laz. İkisi de çok eğlenceli insanlardı. Halalarım da öyle. Ancak sülalenin komiği benim. Tiyatrocu olmamı hiç istemediler. 3-4 yaşındaki günleri bile hatırlıyorum. Yine böyle bir zamanda babam beni Trabzon’a götürmüştü. Atatürk’ü görmüştüm, ama o beni görmedi. Çocukluğum Rus hikayeleri, masallar, cinler, perilerle geçti. Üç kızım da sanatla uğraşmıyor. Bir tanesi bir dönem oyunculuğa merak sardı, sonradan bıraktı. İyi ki de bırakmış. Bir aileye bir sanatçı yeter. Çektiğim rezilliği gördüler, ondan bu işe girmediler. Erkek çocuğum olmadığı için mutluyum. Sağı solu belli olmaz, oyuncu olacağım falan der. Bir de yeteneksiz oldu mu, al başına belayı. İyi ki de olmamış.
Bedava işlerden sıkıldımKültür Bakanlığı en son meddah çalıştayına çağırdı, gitmedim. Bedava işlerden sıkıldım artık. Olur mu böyle! Ben bu bilgiyi öğrenmek için dünyanın kitabını okudum, dünyanın kitaplarını aldım. Her şeyi bedava istiyorlar. Kendileri Kültür Bakanlığı’ndan besleniyor, bize de biraz yardım etsinler. Mesela Akbank’a da çok kızgınım. Tren tiyatrosu fikrini benden çaldılar, kendileri yapmış gibi reklam yapıyorlar. Ben o karavanı Toroslar’dan geçirdim, şoförlüğünü bile yaptım. Neler çektim, neler?.. Benim buluşum bu. Para almadım hiç, insan kullanırken izin ister. Ama yok. Ayıptır ya. Ayı Yogi diye bir çizgi film vizyona girdi. Orada da benim sesimi taklit ediyorlar. Çok garip, çok…
Bütün sevdiklerim öldü
Göktay Göksal, Haldun Dormen, Metin Serezli, Nevra Serezli, Ali Poyrazoğlu’yla görüşüyorum. Her zaman olmuyor tabii. Benim bütün sevdiklerim öldü. Münir Özkul yakın dostumdur, sadece gözleri açık tavana bakıyor, konuşamıyor. İyileşirsem yaza güzel planlarım var. Ameliyatlar beni bu hale getirmeseydi, mükemmel işler yapardım. Tekrar bıçak altına yatmayı düşünmüyorum. Korkuyorum. Bütün tiyatroların kapısı bana açık. Müjdat Gezen, "Sahneye koltuğu koyayım gel, otur." diyor. Ferhan Şensoy öyle. Ama bedenim yoruldu. Dinlenmem lazım. Bodrum’a gidip oturmak istiyorum.
Türkiye kendi sanatçısına değer vermiyor
Zihni Göktay, Beren Saat, Fikret Kuşkan, Nejat İşler, Kenan İmirzalıoğlu’nu beğenirim. Bu geleceğe umutla bakmam için yeterli bir sebep değil. Bu ülkede kültürün ‘k’si yok. Kültür bakanı yer altıyla uğraşıyor, yer üstünü unutmuş. Salonlar yıkılıyor, doğru düzgün tiyatro yapmıyor. O yüzden Türk tiyatrosunun geleceğini görmüyorum. Avrupa bize şimdilerde ortaoyununu satmaya çalışıyor. Ben yurtdışından dönmeseydim, her şey çok farklı olurdu. Türkiye kendi sanatçısına değer vermiyor. Onlar ışığı piyanoyla idare ediyor, biz daha ışıktan anlamıyoruz. Nasıl ümitli olayım? Sadece birkaç genç kendini paralıyor, bir şeyler yapmaya çalışıyor. Üzülerek söylüyorum: Olmaz! Ben hâlâ elimi eteğimi çekmedim, sanatımı layıkıyla icra etmeye çalışıyorum.
Güldürmek için zekaya gerek yok
İlk meddahlık deneyimimi televizyonda yaşadım. Sonra herkes kenara çekildi, benim üzerimde kaldı. Sahnede 20 kişi canlandırabilirim. Türkiye’de meddahlık diye bir şey kalmadı. Televizyon programlarına bakıyorum, çoğu iğrenç. Şaklabanlık yapıyorlar. Bir kişiyi güldürmek için zekaya gerek yok. Bizde kimse kimsenin zekasına gülmüyor, aptallıklarına gülüyor. Zekice bir espri yap, saf saf bakarlar. Türkiye’de mizah anlayışı böyle. Ortaoyunlarındaki esprilere bakın hepsi basittir, halk ağzıyla yapılır. Yetenek doğaçlamadır, o yüzden meddahlık yapacak birini kolay bulamazsınız.
24 saat televizyon izliyorum
Evimizde iki televizyon var. İkisi de lamba gibi açık. Günde 24 saat televizyon izliyorum. Oyalıyor beni. Çekim olursa çekime gidip geliyorum. Karımın mezarına gidiyorum, bir yerden sonra yukarı tırmanmak gerekiyor. Ben yürüyemiyorum, uzaktan izliyorum, üzülüyorum. Kitap dahi okuyamıyorum, ellerim titriyor, gözlerim görmüyor. Şimdiye kadar okudum okuyacağım kadar. Zaten yeni kitaplar da eskilerin tekrarı. Neyi okuyacağım. Düzenli bir hayatım var. Sanatçının düzenli bir hayatı olmalı. Ben eskiden çok içerdim, dışarılarda sabahlardım. İyi ki evlendim. Eşim benim konforumdu. O olmasaydı, Erol Günaydın olmazdı. Onu çok özlüyorum…
En çok parayı Hırsız-Polis’te kazandım
Bugüne kadar küçük yüzlerce oyunda başrol oynadım. En çok küçük rolleri canlandırmaktan zevk alıyorum. Küçük rolü alacaksın, süsleyeceksin, oynayacaksın. Öyle bir oynayacaksın ki seyirci oyundan sonra seni konuşacak. Öyle rol çalarak değil ha. Ben küçük rollerin adamıyım. Mesela Haldun Dormen’le yaptığımız ilk oyunda üçüncü perdede sahneye giriyordum. Mükemmel oynadım, o rolüm hâlâ konuşulur. Oyuncu dediğin sahnede taşı bile oynar. Benim en çok sükse yapan işim Hırsız-Polis’tir. Uzanarak gözlerimle oynadım. Bu ülkede yatarak para kazanan tek adam benim.
Sessiz sakin ölmek istiyorum
1958’lerde de çok iyi para kazandım. Fransa’dan geldiğimde Nina diye bir oyun tercüme ettim. Teliflerden deli para kaldı. Hepsini yedim, borca bile girdim. Sonrasında Milli Piyango’dan 30 lira para çıktı. Borçlarımı ödedim, kalanını yine yedim. Hayatım boyunca altımda hep arabam oldu. Karımla, çocuklarımla gezdim, yedim, içtim. Öyle para biriktirme alışkanlığım falan yok. ‘Bana vasiyetin ne?’ diye soruyorlar. Benim vasiyetim yok. Ölmüş adamın vasiyeti olur mu hiç. Sadece sessiz sakin bir şekilde ölmek istiyorum. Öleni alkışlayanları da hiç anlamıyorum. Bravo çok güzel öldün diye alkışlıyorlar galiba!
Ceketimi satarak bugünlere geldim
Ankara Devlet Tiyatrosu’na girerken dilekçe parası istemişlerdi. Bende de bir kuruş para yoktu. Ulus’taki Genç Palas Oteli’nde veresiye kalıyordum. Aileden para istiyordum, 3-5 lira geliyordu. Otele borcum birikince Samanpazarı tarafındaki bitpazarında ceketimi sattım. Hiç unutmam, 30 liraya gitti. Yağmurun altında Ankara soğuğunda kalakaldım. Yarısını tiyatroya verdim, yarısı bana kaldı. Böyle sıkıntılar çektim işte. Şimdi herkes kısa yoldan şöhret olma peşinde. İki dizide rol alan kendini oyuncu sanıyor. Benim yapmacık tarafım yok. Hayatta her şeyi inanarak ve samimiyetle yaptığım için başarılı oldum.
Zaman