Sadece Vakıflar bünyesinde 3 bini aşkın eser günümüze kadar restore edilerek onarıldı ve yeniden hayata kazandırıldı. Bazı başarılı restorasyonları sizinle paylaşmak istedik.
“Kurtlar ahşap kolonların içinde dans ediyordu. İçeri giren yağmur, karkasın tamamına yakınını çürütmüştü” diyordu proje sorumlusu İsmail Önel, Hünkar Kasrı restorasyon hikayesinden bahsederken. 17. yüzyıl Osmanlı kasırlarının en görkemli örneklerinden biri olan Hünkâr Kasrı, Kanuni Sultan Süleyman’ın torunu ve Üçüncü Murat’ın eşi Venedik asıllı Safiye Sultan’ın emriyle yaptırılmış. Edirnekâri denilen ahşap üzeri renkli kalem işleri, sedef kakmalı kündekâri kapıları, rengârenk vitraylı camları, altın varakla zenginleştirilmiş ahşap oyma saçak altı süslemeleriyle ziyaretçilerini büyüleyen yapı, 17. yüzyılın en gösterişli İznik çinileriyle bezeli. 347 yıllık bu tarihi eser günümüze yeniden kazandırılan başarılı yapıtlardan sadece biri.
Onarmak, iyileştirmek ve sağlamlaştırmak anlamları için kullanılan restorasyon kelimesi, Celal Esad Arseven’in tanımıyla ‘sanatça tamir’dir. Bu tamiri yaparken mimarların olmazsa olmazları ise eserin orijinal dokusuna zarar vermemek ve hangi kültüre aitse o kültürün yapısını iyi biliyor olmak.
Restorasyon, sabır ve titizlik isteyen bir çalışmadır. Saatlerce veya günlerce sadece bir tahta parçasının üzerindeki kurt yuvacıklarını şırıngayla kapatmaya çalışırsınız. Sonuçta bu iş yıllarınızı alsa da yüzyıllar öncesinden gelen bu yetim yapının, yüzyıllar sonrası içinde ayakta kalabilmesini sağlarsınız. Bir cerrahın hastasına yeniden hayat vermesi gibi de diyebiliriz. 2010 Yılı Avrupa Birliği Kültürel Miras Ödülleri – Europa Nostra Ödülü’ne layık görülen Hünkâr Kasrı da böyle titizlik isteyen bir çalışmanın sonucunda hayata döndürüldü.
Kasrı ayakta tutan meşe ağacından yapılmış kolonların yenilenmesi iki yıl sürdü. Beşer metre boyundaki meşe kolonlarından oluşan karkas yıkılmak üzereydi. Günümüzde beş metrelik bir meşe ağacı bulmak zordu ve aramalar altı ay sürdü. Sonuçta Kırklareli’nde bulunan meşe ağaçları orijinaline uygun olması için üç ay derede bekletildi. İki yıl da bu meşelerin kuruması için beklenildi. Bu sadece başarısı ödülle tescil edilmiş bir yapının zahmetli sürecinden bir kesit.
Toplumsal hafızaya devlet desteği
Son yıllarda 2010 Kültür Başkenti projeleri kapsamında özellikle İstanbul da dâhil birçok tarihi esere hayata dönüş çalışmaları yapıldı. Cumhuriyet tarihi içerisinde restore etme ve onarma işlemleri her dönem yapılmış olsa da, 5-6 yıldır ciddi bir şekilde bu konunun üzerine yoğunlaşıldığını görüyoruz. Yazıyı hazırlarken bile özellikle Kültür Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bu konudaki duyarlığını görmüş olduk. Kültür Bakanlığı’ndaki mimarların restorasyon çalışmalarıyla ilgili bilgi istediğimizde mesai dışında da bize bilgi ulaştırma konusunda yardımcı olmaları, yapılan çalışmaların duyarlı insanlar tarafından takip edildiğini gösteriyor. Teknolojinin hızlı ilerlemesi ve zamanın bizim dışımızdaki akışı, hiç bir şey için beklemememizi söylese de, tarihi yapıları onarırken hızlı olmanın pek de geçerli bir şey olmadığı da ortada. O yüzden Hünkâr Kasrı için yapılan dört yıllık çalışmanın kasrın ömrüne 400 yıl daha kattığı tahmin ediliyor.
Toplumsal hafızayı canlı tutan medreseler, saraylar, kiliseler, camiler gibi taşınmaz eserlerin gelecek kuşaklara kalmasını sağlayacak projelerde devletin kolaylaştırıcı adımları dikkate değer. “Bir kültür girişimcisi gelip de herhangi bir restorasyona herhangi bir kültür yatırımına destek verirse, bütün yaptığı giderler vergi matrahından düşüyor.” diyor Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, yasal kolaylıkların özel girişimciler için de avantajlı olduğunu belirtiyor. Günay, öncesinde restorasyon ile ilgili çalışmaları sadece Ankara’daki Anıtlar Kurulu yönetirken şimdilerde bu iş için açılmış otuza yakın kurumun olduğunun altını çiziyor. Onarım çalışmalarında en çok ihtiyaç duyulan restoratörlerin, yani mimarlara yardımcı olan ara meslek elemanlarının eğitimi için açılan iki yıllık okullarsa bu alanda diğer ciddi bir yatırım.
Geçmişe yolculuk
Van Gölü’nün en büyük adalarından biri olan Akdamar Adası’nda yer alan Akdamar Kilisesi, bulunduğu yer itibariyle onarım çalışmaları zahmetli geçen bir yapı. Van Gölü’nün sodalı suyu, kilisenin iç duvar resimlerine zarar vermiş ve boyaların tozlaşarak uçmasına neden olmuş. Çalışmalar yapılmadan önce kaynak araştırması yapan ekip kilisenin eski fotoğraflarını bulmuş ve ilk hallerine göre restore uygulaması yapılmış. Restorasyonların başarılı olması yapıların eskimişliğini, yaşanmışlığını da koruyarak hareket edilmesiyle ifade edilebilir. Zira yaşlı bir kadının yüzündeki çizgileri estetik yaparken tamamen yok etseniz, onun kendine has duruşunu, yaşanmışlıklarını da yok etmiş olursunuz. Tarihi eserlerle insan bedenini birbirine benzetmek bu bağlamda sanırım yanlış olmaz.
3 BİN ONARIM
Sadece Vakıflar bünyesinde 3 bini aşkın eser günümüze kadar restore edilerek onarıldı ve yeniden hayata kazandırıldı.
HER ONARIM, RESTORASYON DEĞİL
Onarım çalışmalarının tümüne, dil alışkanlığıyla “restorasyon” denilse de, yapılan çalışmaların farklı adları mevcut. Mesela, bir binanın aslına sadık kalınarak yeniden inşa edilmesine restitüsyon deniliyor.
AKDAMAR’DA TARİHİ BULUŞMA
Orijinal taşların yerine yerleştirilmesi, temizleme çalışmaları, yapılan kazılar ve sonuçta Akdamar Kilisesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı gözetimiyle hayata döndürüldü. Restore edildikten sonra Eylül ayında bir günlüğüne ayine açılan kilisenin cemaati 95 yıl aradan sonra geçmişe yolculuk yaptı.
Anadolujet Dergisi- Ayşe Şahinboy Doğan