Prof. Dr. Sadettin Ökten, Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi’ndeki Şehir ve Medeniyet Sohbetleri’nde şehirli kimliğinin öğeleri ve inşasından söz etti. Prof. Dr. Ökten, şehirli kimliğinden söz ederken kendi tecrübeleri, yaşadıkları, dinledikleri, hayalleri, hatıraları, Türkiye’de ve yurtdışında gördüklerinden oluşan bir birikimin sonucunda öznel değerlendirmelerde bulunduğunun da altını çizdi.
Özel insanlar, özel mekanlar, özel olaylar ve dönemlere tanıklık ederek, bunlarla ilgili birikim, bilgi ve görgü sahibi olarak şehirli kimliğini inşa etmenin mümkün olduğunu söyleyen Prof. Dr. Ökten, mekanda iz bırakan ve mekan inşa eden İstanbul’un özel insanlarından Mahir İz ve Ziya Nur Aksun gibi isimlerin şehirli kimliğinde ne ifade ettiğini anlattı.
Mekan inşa etmenin taşları üst üste koymak değil, o mekanı yaşanır hale getirmek, orada kültürel bir iklim oluşturmak anlamına geldiğini belirten Prof. Dr. Ökten, mekan inşa eden bu insanların yaşayışı ve aktardıkları üzerinden bir duygu ve düşünce birikimi oluştuğunu, böylelikle şehirli olunduğunu kaydetti.
“ŞEHRİN RENKLERİNİ HOYRATÇA SİLİYORUZ”
Şehrin özel mekanlarını, insanın ruh halinde derin etkiler bırakan güzel manzaralar ve o güzelliklerin beraberinde getirdiği toplumsal yaşam biçimleri olarak değerlendiren Prof. Dr. Ökten, Kağıthane deresindeki sandal gezintileri ve Kanlıca körfezindeki mehtap sefalarının yerini bugün ışıklandırılmış teknelerde İbrahim Tatlıses dinleyerek mangal yapan bir geleneğin aldığını söyledi.
Şehri kimliklendiren kamusal alanlar bahsinde Rami Kışlası, Selimiye Kışlası gibi yapıları ve Beyazıt Meydanı gibi nümayiş mekanları da hatırlatan Prof. Dr. Ökten, Gençlik yıllarında Beyazıt Meydanı’nın ülkeyi etkileyen gençlik hareketlerine nasıl sahne olduğunu o günleri yakinen gördüğünü paylaşarak, “Biz o yıllarda gençler, meydanları fokurdatıyor zannederdik. Sonradan öğrendik ki deniz aşırı ülkeler o gençleri fokurdatıyormuş.” diye konuştu.
Dönüm noktası sayılan özel ve istisnai hadiselerin hem şehir hem de toplum üzerinde müspet ve menfi hatıralar bıraktığına dikkat çeken Ökten, Beyoğlu’nda Levanten kültürünün var olduğu yıllar gibi bir daha tekrarlanması mümkün olmayan dönemlerin de şehre kimlik kattığının altını çizdi. “Dünya üzerinde bu kadar renkli bir şehir yok ve biz hoyratça o renkleri siliyoruz, yok ediyoruz. Farklı kültürleri büyük bir şemsiye altında barındıracaksınız ve onlar da size kendi renklerini sunacak ki birlikte yaşama kültürü oluşabilsin,” diyen Ökten, sözlerine şöyle devam etti:
“ŞEHRE KATILMAKTAN KORKMAMAK LAZIM”
“Şehirli kimliğini inşa etmek için şehre katılmaktan korkmamak lazım. Şehirle zenginleşirsiniz. Çünkü şehirde çok parametreli bir hayat vardır. Bir şeyler oluyor, bilmiyorum ama merak ediyorum derseniz kimlik öğeleriyle tanışırsınız. Şehrin kimliğini oluşturan insanların hayatını öğrenmeye başlarsınız, şehir adeta bir arkeolojik alan gibi keşfedilmeyi bekler. Bu yavaş gelişen bir süreçtir çünkü kişisel bir deneyimden, eğitimden geçiyorsunuz. Dönemler bitmiş, kişiler ölmüş ama onlarla ilgili yazılanlar, anlatılanlar, anekdotlar var, mekanların bir kısmı duruyor. Bütün bunları bilmeye, öğrenmeye başladığımızda adım adım bizde bir görgü oluşuyor. Konuşmalar, jestler değişiyor, nazarlar, kelam, söz, yüz yumuşuyor.”
“Biz yaşadığımız zamanın davranışını yapmak mecburiyetindeyiz ve bunu yapmalıyız. Her çağ kendi görgüsünü yeniden oluşturur ama o görgü dünün devamı olan bir görgüdür. Dolayısıyla muallakta, bağımsız, kendi kendine ya da bir başka etkiyle oluşan bir görgü değildir. Bir önceki neslin görgüsünün bugüne uyarlanmış halidir. Bir öncekinin devamı ve bir sonrakinin esasıdır. Çocuklarımızın görgüsü bizimkinden farklı ama benim devamım.” diyen Prof. Dr. Ökten, bu geleneğin aktarımı devam ettikçe bu medeniyetin de var olmayı sürdüreceğini kaydetti.