Modern düşünce adamlarının insanlığın ilk döneminde din yokmuş gibi bir anlatımda bulunduğuna dikkat çekenUludağ Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Hüsamettin Arslan, bu anlatımın temelinde yatan sebepleri şu sözlerle özetledi:
“Nietzsche “Tanrı öldü.” sözü modernler tarafından çok kullanılıyor. Hâlbuki o bu sözün devamında “Tanrıyı biz öldürdük, hepimiz eli kanlı katilleriz.” der. Dostoyevski’de ona atıfta bulunarak “Tanrı öldüyse, herkes herkese her kötülüğü yapabilir.” demektedir. Nietzsche bu düşüncelerinden sonra “Yeni bir tanrı icat etmeliyiz” düşüncesini de dile getirir. Nietzsche’nin bahsettiği tanrı, Protestan kilisenin tanrısıdır. İnsanlara soyut ve yaşamın dışında bir şey gibi sunulur. Modernleşmeyle tanrı, melekler gibi aşkın varlıklar insanların ürettiği şeyler olarak anlatıldı. Bu görüşe göre insan dünyanın içindedir, öte reddedilir. “Cennet de, cehennem de bu dünyadadır” denilerek açkın olan içkinleştirilir yani dünyevileştirilir. Böylelikle laik toplum meydana gelmiştir. Bu aynı zamanda vahyin reddedilmesi demektir. Çünkü bu görüşe göre kutsal kitabı da insanlar üretmiştir. Düşünce aşkın varlıklar vardır fakat bunu insanlar üretmiştir. İşte Türkiye’de de bu görüşü aldılar ve insanlara dikte ettiler. Avrupa’da ise bu görüşten hareketle Katolik kiliselerin yerine, Protestan kiliseleriyle doldu. Bugün Protestan kiliselerinin olduğu ülkelere baktığımızda ise o ülkelerde ateistlerin çok olduğunu görüyoruz. Mesela Amerika daha dindardır, Avrupa ateist. Amerika’nın solcu başkanı bile yemin ederken İncil’e el basarak yemin eder. Bizdeki laikler ise filmlerde bunları izler ve hayran olur.”
Hüsamettin Arslan konuya 30 Yıl Savaşları’ndan örnek vererek açıklık getirdi:
“Tarihimizde “Kerbela” vakası dışında din adına kan akıtıldığı, kafa kesildiği bir dönem yok”
“Avrupa’da doğan yeni mezhep, Katolik ve Protestanların birbirini boğazlamasına sebep olmuştur. 30 Yıl Savaşları denilen şey din adına her iki tarafında kan akıttığı bir dönemdir. Din adına kafa kestikten sonra dinin cinayetle sonuçlandığına karar veriyorlar ve ortaya laiklik çıkıyor. Din artık onlar için kaçılması, kurtulması gereken bir şey oluyor. Bizim tarihimizde “Kerbela” vakası dışında din adına kan akıtıldığı, kafa kesildiği bir dönem yoktur. Avrupa tarihinde 30 Yıl Savaşları var. Bizim ülke olarak bu konuda tarihsel bir endişemiz yok. Fakat Avrupa Birliği’ne girersek, Avrupa bize 30 Yıl Savaşları’ndan doğan bu seküler sistemi dikte edecek. Fakat göz ardı edilmemesi gereken husus, bu görüşe rağmen Hıristiyanlığın Avrupa’da hala etkili bir fenomen oluşudur. Papa törenine milyonlarca insan katılır, Papa öldüğünde milyonlarca insan ağlar. Türkiye’de ise Papa ölünce Vatikan’ın önünde ağlayan milyonlarca insan kimseye garip gelmez fakat burada başörtülü, sarıklı birini gördüklerinde tahammül edemezler. Yani, bize önerdikleri laikliğe rağmen Batı’da hala dinin hâkimiyeti vardır. Papa’nın dini kurum olarak politik gücü de vardır. Kilise hala Avrupa’nın en güçlü kurumudur.”
Prof. Dr. Hüsamettin Arslan 29 Kasım Cumartesi saat 15.00’da Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi’nde gerçekleşecek seminerinin ikinci bölümünde “Resmi İdeoloji ve Din” konusunu anlatacak.