Ortam iyi ama sanatın kalitesinde yavaşlama var

Etkinlikler
Soyut resmin dev ismi Adnan Çoker, yeni sergisiyle Kare’de. Türkiye’nin ilk soyut sergisini 1953’te Ankara’da açan Çoker, "Ecevit siyasete girince Ankara’nın sanatta...
EMOJİLE

Soyut resmin dev ismi Adnan Çoker, yeni sergisiyle Kare’de. Türkiye’nin ilk soyut sergisini 1953’te Ankara’da açan Çoker, "Ecevit siyasete girince Ankara’nın sanattaki etkinliği bitti ve hâlâ 50’lerin etkisine sahip değil" diyor.Adnan Çoker, Ben Bedri Rahmi resmini sevmem. O yerel bir resim yapmıştır, ben ise tam tersine evrensel bir resim anlayışına inanan biriyim diyor.

II. Dünya Savaşı’na girmese savaşın yükünü yaşamış Türkiye ’de sanatçı olmak nasıl bir duyguydu?
Sanatçı olmayı bırakın sade bir vatandaş olarak yiyecek bulma konusunda o kadar sıkıntı çektik ki, uzun bir süre sadece nohut yiyebilmiştik. Nohuttan nefret ettim. 1944’te Akademi’ye girdim. Ne boya bulabiliyorduk ne de üstüne resim yapabileceğimiz malzeme. 1950’li yıllardan sonra bu konuda bir rahatlama oldu. Sanat üzerine kitap alacak tek bir kitapçı yoktu. Biz okulda hocaların küçük siyah-beyaz kitapların üzerinde gösterdikleri resimlerden Avrupa resmini öğrenmeye çalıştık.

Savaş sonrasında birçok yeni sanat anlayışı doğdu. Siz o yıllarda sanatınızı oluştururken nasıl bir sanat felsefesinden yola çıkarak yapıt üretiyordunuz?
Sanat felsefesi ve akımları diye bir şeyden haberimiz yoktu. Daha çok sanatçılar üzerinden sanatı anlama yoluna gitmiştik. Zaten resim görme konusundaki sıkıntıları aşamamışken onun felsefesi üzerinde dursanız da bir işe yaramaz. İlk duyduğum sanatçı ismi ortaokuldayken Cezanne’dı. Daha sonra Pablo ismini duydum. İlginç gelecek ama Picasso’yu sonradan öğrendim. Yine aynı dönemde resim öğretmenimden Türk ressamlardan Çallı ve Feyhaman Duran isimlerini duydum. Akademi’ye gitmem de o resim öğretmenim sayesinde oldu. Akademi’de dünya ile bağımızı kurmada en büyük yardımcımız o muhteşem kütüphaneydi. 1948’de biz öğrenciyken yandı ve tamamen karanlığa büründük. 1950 sonrasında Amerikan Haberler Merkezi, Fransız Kültür Merkezi gibi yabancı ülkelerin kültür sanat kurumlarının açılmasıyla Batı’ya yaklaşmaya başladık. Oralarda gördüğümüz dergiler sanatı anlamlandırmamızda çok etkili oldu. Bir diğer etki de Paris’i görmüş ve yaşamış biri olarak Hadi Bara ile yakın ilişkim sayesinde ondan öğrendiklerimdir. Bana bir hocadan ziyade bir dost olmuştur. Soyut konusunda da oldukça sohbet etmişizdir. Akademi bizim zamanımızda kafayı Cezanne ile bozmuştu!

1953’te Türkiye’deki ilk soyut resim sergisini Lütfü Günay’la Ankara Dil-Tarih’te açtınız. Çevrenizin tepkisi nasıldı?
1951 yılında Akademi’den mezun olduktan sonra soyut sanat üzerine araştırmalarımı arttırdım. Türkiye’de soyut sanat tartışılmaya başlamıştı. Biz de genç olarak bu heyecanın içine katıldık. Kem küm soyut resim yapılmaya başlanmıştı. Biz Lütfü Günay’la Ankara Dil-Tarih’te sergi açmak için dilekçe verdik, kabul ettiler. Sergi açtığımız mekân camekânlıydı. Yani resimlerimizi asacağımız duvar dahi yoktu. Camlara yağlı kâğıtlar yapıştırarak resimlerimizi onların üzerine astık. Ertesi gün açılışı yapmak için gittiğimizde yağlı kâğıtların resimlerin ağırlığına dayanamayarak yerlere düştüğünü gördük. Ve biz Türkiye’nin ilk soyut sergisini yaptığımızın farkında değildik.

Bülent Ecevit ’in yazdığı yazı

Ankara sizin soyut resimlerinizi nasıl karşıladı?
Bu konu ile ilgili bir şey hatırlıyorum. Sergiyi gezen biri “Siz kimin öğrencisisiniz?” diye sordu. Ben de “Zeki Kocamemi’nin öğrencisiyim” dedim. O da “Ama Zeki Kocamemi böyle resim yapmaz” dedi. Ben o ıllarda artık kendi kanatlarımla uçabildiğimi düşünmüştüm. Serginin asıl sürprizi Bülent Ecevit’ti. Sergiye bir gün Eşref Üren geldi ve “Neden Ulus gazetesindeki genç sanat yazarı Bülent Ecevit’i sergiye davet etmiyorsunuz?” dedi. Bu sözün üzerine Ulus gazetesini aradım. Bülent Ecevit’e sergimize beklediğimizi söyleyerek adresi verdim. O da “Tabii geliriz, vazifemiz” dedi ve geldi. Kısa bir süre sonra da gazetede bizim sergi hakkında çok güzel bir yazı yazdı. Sonradan başka sergim hakkında da yazdı.

Peki, sanat yazarlığı yapmış bir siyasetçi olan Ecevit’in hükümet dönemlerinde sanata verdiği desteği nasıl bulmuştunuz?
Aslında ilk başbakan olduğunda sanat adına çok heyecanlanmıştım. Çünkü sanatı çok iyi bilen biriydi. Annesi de ressamdı. Fakat hükümete geldiğinde sanat alanında tam olarak istenileni verebildiğini söylemek zor. 1950’lerin başında Ankara etkin bir sanat etkinliğine kavuştuysa bunun sebebi Ecevit’tir. Ecevit ne zaman siyasete girdi, Ankara’nın sanat etkinliği orada bitti. Ankara bugün hâlâ 1950’lerdeki o etkinliğe sahip değildir.

Siz Paris’teyken Nejad Devrim orada kişisel sergiler açıyordu. Onun sergilerini takip edebilmiş miydiniz?

Haberin devamını okumak için tıklayınız