Röportaj: Pınar Yıldız
Hilal Akçay‘la Çengelköy‘de buluştuk. Muhteşem bir İstanbul sabahında, İstanbul’a bakarak ‘İstanbul Misafirhanesi’ni konuştuk. Gözlerimiz boğazın koyu mavi sularına dalarken sözlerimiz de geniş bir İstanbul Misafirhanesine demir attı. Başka bir ülkeden gelip bu koca şehirde öğrenci olmak, öğrenci sıfatıyla misafir olmak nasıl birşeydi; ürkütür müydü, sevdirir miydi, alıştırır mıydı? İstanbul’da misafir olan biri İstanbul’u nasıl görürdü, İstanbullu onun için kim demekti? Bu şehir sahiplerine verdiği kimi zaman vurgunu kimi zaman aşkı misafirlerine de yaşatır mıydı? Bu sorular etrafında şekillenen ve İstanbul aşığı bir yapımcı ve yönetmenle yola çıkan ‘İstanbul Misafirhanesi’nde tüm bu sorulara cevap buluyoruz. Ama öyle hüzünle dolu değil; neşeli, eğlenceli, gençliğin tüm dinamizmi ve umuduyla birlikte…
Sorularımızı tüm içtenliğiyle yanıtlayan Hilal Akçay‘la gerçekleştidiğimiz bu röportajı eminim bir solukta okuyacaksınız…
Hilal Hanım, öncelikle sizi tanımayan okurlarımız için biraz kendinizi tanıtır mısınız?
Kendini tanıtmayı, kendisini uzun uzun ya da kısaca tanıtabilen, bunu başarabilen insanlara bırakmayı tercih ediyorum. İstanbul doğumluyum, İstanbul’da misafirim, İstanbul’u çokça seven bir misafirim! Uzun süredir Samanyolu Haber TV bünyesinde çeşitli programlar yapıyorum. En son İstanbul Misafirhanesi’nde kalmaya başladım, iyi ağırlandım burada herhalde:)
İstanbul Misafirhanesi’nin yanı sıra aylık dosya haberler hazırlıyorum, hepsi bu!
‘İstanbul Misafirhanesi’ programının içeriğinden bahseder misiniz?
İstanbul Misafirhanesi, yabancı öğrencilerin İstanbul maceraları üzerine kurulu 30 dk’lık haftada bir yayınlanan bir program. İstanbul aşığı bir insanın yabancı öğrencilerle şehre bakışını keyifli bir dille seyirciye aktarma çabasında… İçinde İstanbul olan her şey bana heyecan verir ve yeterlidir. O nedenle misafirlerimizle gittiğimiz her yer bizim için yeni bir keşif oluyor. Programı farklı ülkelerden şehrimize gelmiş, öğrenciliğini bu şehirde devam ettirmeye karar vermiş gençler oluşturuyor. Bu programı ayakta tutan en önemli değerlerden, ortak noktalardan birisi de Endonezyalı, Nijeryalı, Çinli, Japon, Koreli, Malavili, Afrikalı gençlerin de aynı şehri sevmiş ve seçmiş olması. Onların İstanbul ve Türkiye algısı üzerine sohbetler gerçekleştiriyoruz… Akıcı bir dille İstanbul’a yabancı bir misafirin dilinden –üstelik Türkçe- bu şehri ve misafirliği tanımak, anlamak!
Bu tür program yapmak nereden aklınıza geldi? Amacınız neydi?
Az önce de kısmen değindiğim gibi ‘sevdiğim şehri kimlerle paylaşıyorum’un derdi vardı aslında. Onların bu kente bakışları, yaşayışları, algıları… Kimisi arada yakınmalarla sevse de bu şehir çok fazla dile, dine coğrafyaya sahip çıkıyor ve herkesi kendisinden memnun ediyor. Şikâyetlerimiz İstanbulla alakalı kısa süreli şikayetler aslında. Biraz da şikayet edenler için hep söylediğim şey, şikayeti olan, sevmeyen terk edebilir:)
Bunu biraz espriyle söylesem de aslında gerçekten bu şehri sevmeyen insanın terk etmesini de istiyorum, burayı hak etmiyor gibi hissediyorum… Bu gençler de bu şehri güzelleştiriyor ve renklendiriyor…
Onlar bu şehre çok yakışıyorlar. Bunun farkındalar bazıları, bazıları bizimle de farkına varıyorlar… Çünkü İstanbul’u çok seven bir programcıyla karşılaşıyorlar. “Burayı sevmek zorundasınız” diyen! Gençlere çağdaşlarıyla farklı pencereler açmalarına da katkı sağlamış olduk diye düşünüyorum. Rengi, dili, dini farklı olan bir başka genç de sizin gibi İskender kebap yerken mutlu olabiliyor mesela ya da boğazı çay içerek seyrederken aynı cümleleri sarfediyor, “çok güzel” .
İyi işler yapma çabasının içine İstanbul’u dahil etmekti bir de.. Ali Ural bir mektubunda der ki “Sevgili dost, yaşlandığında Eyüp Sultan olmak istersen, gençliğinde âşık ol İstanbul’a” … Teşbih olarak kabul ederseniz İstanbul’un gönlünü fethetmek lazım genç misafirleriyle sanırım:)
Nasıl bir ekibiniz var? Çekeceğiniz programın kurgusuna önceden karar veriyor musunuz? Bu ön hazırlık evresini nasıl gerçekleştiriyorsunuz?
Nasıl bir ekibiniz var diye sorduğunuzda aslında nasıl cevap verilir bu soruya diye düşünüyorum, çünkü bizim öyle dev bir kadromuz yok. 3–4 kişilik bir ekiple çekime çıkıyoruz. Dönüşümüzde görüntüleri montajla en şık hale dönüştüren bir Cafer ağabeyimiz var. Kameramanlarımız zaten her biri ayrı bir değer, bunu söylerken içerisinde hiç zorlama olmadığını bilin isterim. Tüm samimiyetimle söylüyorum çok defa kameramanlarımız için şükrettiğimi biliyorum ben:) Murat Erkan, Engin Ortak, Seyfi Gül, Semih Akbay… İsmini unuttuğum belki arada kaynamasından korktuğum diğer tüm ekip çalışanları, tüm ‘haber-kamera’ya selam gönderebilir miyim buradan:) İçimizde samimiyet var ben bunu görüyorum hissediyorum, bu samimiyeti seyirci yakalıyor, kamera arkası dediğimiz şeyi biz program esnasında veriyoruz, en doğal haliyle, siz de biliyorsunuz…
Ön hazırlık diye bir şey yok, kurgu da… Her bölüm kendine has bir özellik taşıdığı için çekim esnasında ne yapmak istiyorsak nereye gitmek istiyorsak… İstanbul sokaklarında turluyoruz kısaca. Çok nadir hava koşullarından dolayı önceden belirlenmiş yerlerimiz oldu, ama bunu sık yapmamaya çalışıyoruz. Tıpkı zamanın ne getireceğinden habersiz olmak gibi İstanbul’da yaşamak. Plansız, hesapsız ne çıkarsa kısmetimize:)
Oldukça eğlenceli bir sunucunuz var. Program hakkında yorum yapanlar genelde ilk sunucunuzun muzipliklerinden bahsediyor ve anlıyorum ki, izleyici tarafından oldukça sevilmiş. Bu doğal bir mizaç mıdır, önceden çalışılmış bir durum değildir herhalde?
Ahmet Bozkuş, iyi bir sunucu evet iyi bir insan da aynı zaman da! Doğal olmak, samimi olmak derken onları da düşünerek söylemiştim. Ekibin tümünde önceden çalışılmış bir durum yok. Neysek ve ne hissediyorsak o anda gelişiyor her şey… Çok defa Ahmet’in sorduğu sorularda takıldığı ve misafirimizin soruyu hatırlattığı da vakidir:)
Ahmet’in radyoculuk geçmişi var. TV ile tanışması ilk ‘İstanbul Misafirhanesi’ ile başladı. O nedenle TV sektörüne şov dünyasına çok yakın birisi değil. Bu programın doğal yürümesinde de etkendir diye düşünüyorum. Oynamadan ama radyo deneyimini de iyi kullanarak. Hafta içi “dünya radyo”da “uyurgezer” isimli program yapıyor kendisi. Program içeriğinde benzer noktalar var, oradaki eğlenceli kişiliği bizimle çekime çıkarken de devam ettiriyor sanırım:) Tabi bu her zaman mı böyle, hayır. Hepimizin zaman zaman sakin, durgun halleri mevcut oluyor, herkes gibi… Ekibimiz tümden olayı toparlamaya yatkın bir ekip. Örneğin, Ahmet’in canı sıkkınsa ona eşlik edecek bir muzip kameraman mutlaka vardır!
Seyirci de siz izlediğinizde aslında yapılan esprinin spontane ya da çalışılmış olduğunu fark eder. Oradan çıkacak olan zorlama bir gülüştür. Ve bu programın devamlılığının önüne taş koyan da bir şeydir aslında. Süper espriler çıksın diye uğraştığınız her şey, bunun TV programı olmasına gerek yok, yapay bir gösteriden öteye gidemez. Tıpkı bir müsamerede üstüne defalarca çalışılmış bir fıkranın seyircide uyandırdığı tepkiyle, arkadaş sohbetinde aniden aklınıza gelen fıkranın oluşturduğu tepki gibi…
Bu noktada bir de şu var bizim “malzememiz” bu noktada zaten çok sağlam. Türkçe konuşmaya çalışan -hatta bazen bizden bile daha iyi konuşan diye aramızda birbirimize takıldığımız- siyahî bir genç… Siyahî bir gencin Türk yemekleri hakkındaki düşüncesi, Türk insanı hakkındaki düşüncesi, gittiği gördüğü şehirlerden bahsi Türk insanında zaten keyifle kabul gören bir şey…
Sizce yabancı öğrenciler neden Türkiye’yi tercih ediyorlar?
Yabancı öğrencilerin neden Türkiye’yi tercih ettiği konusunda söyleyebileceğim çok şey yok sanırım. Bana sorarsanız buna tek sebep İstanbul bile olabilir:) Türkiye bana öyle geliyor ki eğitim noktasında geçmiş yıllara nazaran daha dikkat çekiyor dış dünyada. Ama bu süreç kendinden emin olarak başlamıyor ilk aşamada. Tanık olduğum hikâyelerde Türkiye/ İstanbul çok defa ilk tercih edilen ülke değil fakat geldikten sonra terk etmesi, bırakıp gitmesi zor olan seçeneklerden olmuş… Haklılar da bunda! Çok sık duyduğumuz özelliklerimizdendir, Türk insanı için sıcakkanlı ve misafirperver denir. Kolay kaynaşabilmek sıcak olabilmek evini kapını “yabancı” denene açabilmek çok da karşılaşılmayan bir şey diyorum demek ki. Zor olanı, severek yapan insan türüne sahibiz, bu güzel, bu çok güzel… Her ülke insanı bizim için bunu ezber olmadan içten söyleyebiliyorsa bunda önemli bir payımız var demektir.
Bir de bizim yurt dışında Türk okullarımız var biliyorsunuz. Bazı ülkelerde de Türk Okulu açılamamış henüz ama Türk Dil Merkezleri mevcut. Öğrencilerin büyük kısmı oradaki insanların teşvikiyle Türkiye’yi de seçtiklerinden bahsediyorlar. O teşvikin içinde aslında lisan-ı hal var. Gördükleri fedakârlık, anlayış, tevazu belki bir öngörü oluşturuyor. Ülkelerinden buralara geliş süreçlerine de cesaret katan belki… Onların bu noktadaki fedakârlıklarını bazen çok iyi algılayamadığımızı düşünüyorum. Bu programla kendimi bu algıma katkı sağladığımı hissediyorum. Bir öğrenciye ‘İstanbul’a alışabildin mi?’ sorusunu biz bir Türk öğretmene sorma gereği bile duymuyoruz Afrika’nın adını bilmediğimiz bilmem hangi şehrinde yaşayan… Türk yemeklerini öncelikle garipseyen sonra alışan bir Etiyopyalı kadar, Türk bir öğretmenin Etiyopya’daki havasına alışmış mıdır sorusu kimsenin aklına gelmiyor maalesef… Bu çocukları burada görmek bizi mutlu ediyorsa, oradaki öğretmenlere de bir borcumuz olduğunu bilmemiz lazım, hatta elimizden geliyorsa bunları dillendirmemiz lazım…
Türkiye’de daha çok hangi ülkelerden öğrenci var?
Türkiye’de eğitim alma isteği elbette en fazla Türkî devletlerden. Bunun öncelikli nedeni Türkî devletlerde açılan Türk okulları. Daha sonra –ki zaten bunlar birbiriyle bağlantılı- aynı kültüre hemen hemen sahip oluşumuz. Kendimizden yola çıkarsak Japonya’ya eğitim almak için gitmek, Türkmenistan’a gitmekten bir kaç kat daha fazla cesaret isteyen bir şey… Bunların dışında maddi seçenekler de mevcuttur elbette. Yine Türkî devletlerle bağlantılarımızın güçlü oluşu da bununla alakalı mutlaka. Türk okulları, Türk Dil Merkezleri gibi… İstatistik bilgilerim yok ama gördüklerim ve şahit olduklarımla bunları da cevaplıyorum elbette…
Programı hazırlarken belli ki oldukça eğleniyorsunuz… Peki, unutamadığınız, sizi çok güldüren ya da hüzünlendiren bizimle paylaşabileceğiniz anılarınız oldu mu?
Unutamadığım çok şey var elbette ama böyle anlatacak türden şeyler mi bilemiyorum. Çok fazla şey geçiyor aranızda öğrencilerle… Onların yaşadıklarından kesit verirken içine çok girmeniz lazım aslında. Onlar da bu kabul edişin sonucunda size daha çok yakınlaşıyor. Her program, öncesi ve sonrası mutlaka unutamadığımız çok şeydir bizim için… Birisi rahatsızlanır, ameliyat olur, bir şeye canı sıkılır irtibatta olmak, öyle kalması gerektiğine inanmak güzel… Artık yurt dışında olan biten de sizi bir kademe daha fazla ilgilendirmeye başlıyor aslında. Örneğin Endonezya’da yaşanan sarsıntıda hemen Açe aklıma geldi, ailesinin orda olduğunu biliyorum.. Ya da bir başka hastalıkta sıkıntıda… Sonra arayıp öğrendik bir şey yokmuş, çok şükür… Bunlar dünya insanı olmak adına değil insan olmak, kalmak adına önemli adımlar kendi adıma. Yine Azeri arkadaşımız ameliyat geçirdi ve devamında yakından ilgilenmek istemeniz… Yani artık birisini daha hayatınıza kabul ediyorsunuz. Böyle bakıyoruz, zenginleşiyoruzdur inşallah:)
Güldüren şeyler de dediğim gibi anlık ve çok sık yaşanan şeyler. Ekranda zaten bunu çok net görebiliyorsunuz. Biz seyirciyle beraber gülüyoruz. Kısmen yansımayanı varsa da çok azı bize kalanı 🙂
Bu güne kadar programınıza aldığınız konukların ortak noktaları var mıydı? Özellikle Türkiye’ye karşı bakış açılarında hangi ülkeden olursa olsun şu noktada hepsi aynı paydada buluşuyor dediğiniz bir yön?
Programdan önce de sık duyduğum bir şey vardı Türk insanının misafirperver oluşu. Ama bunu programla daha iyi çözdüm diye düşünüyorum. Tanıdığım her çocuk Türklerin çok sıcakkanlı ve misafirperver insanlar olduklarından bahsediyor hemen hemen. Bazıları da çok meraklı olduğumuzdan:) Bunun gayet normal bir durum olduğunu açıklamaya çalışıyoruz elbette… İnsan bilmediğini merak eder. Bir de şöyle düşünün tramvayda yanınıza oturan Afrikalı bir genç sizinle Türkçe konuşmaya başlıyor, siz hapşırınca size çok yaşa diyor… Bunlar yaşanmış hikayeler… sonrasında teyzelerimiz nasıl kayıtsız kalabilir,, sorular geliyor elbette, “evladım memleket nere” Hasılı, bu ülke sıcak kanlı amcalara, misafirperver teyzelere çok şey borçlu:)
Programınızın en güzel yanı, gençleri eğlendirmenin, onlara sevebilecekleri bir şey sunmanın ahlak kuralları içinde de yapılabileceğini göstermesi… Bunu sağlayarak, aynı saatte yayınlanan programlarla rekabet edebilmek, gençler tarafından tercih edilebilirliği sağlayabilmenin nasıl zorlukları var? Bunu nasıl başarıyorsunuz?
Bunu başarıyor muyuz, bilmiyorum! Böyle bi derdimiz yok. İyi bir şey yaptığımızı biliyorum. Bu iş henüz ekrana gelmeden yapım aşamasında da şevki eksilmeden var olabiliyorsa, iyi bir şey yapıyoruz, bunun farkındayız. Bizim böyle bir ahlak kuralları içerisinde yapalım “derdimiz” yok. Çünkü bu zaten biziz… Bu zaten bizim ahlak anlayışımız ve eğlencemiz. Kimseye bu iş böyle yapılır da demiyoruz. Kendi hayatımda var olmayan bir şeyi yapmaya çalışıyor olsaydım/olsaydık daha önce de tekrarladığım gibi bu iş çıkmazdı. Gençler tarafından tercih ediliyoruz, çünkü ben de gencim ve ekranda ne görmek istediğimi biliyorum.
Kimseyle rekabet etmiyoruz ve daha çok izlenmek istemiyoruz. Nitelikli iş çıkınca zaten çokluk onunla bağlantılı değişiyor.
Okuyucularımız ve izleyicileriniz merak ediyor, ‘İstanbul Misafirhanesi’ ne kadar daha devam etmeyi planlıyor?
İstanbul Misafirhanesi’ni ekran ne kadar süre talep ederse o kadar aslında. Ama öğrenci arkadaşların ülkelerine dönüşleri haziran ortası gibi olduğundan sezonu öyle kapatırız sanıyorum… Devamlılığı konusunda şimdiden bir şey söylemekse güç sanırım. Misafirhane’nin sahipleri ne zamana kadar kapılar açık kalsın derse belki …
Peki, Hilal Akçay’ın bundan sonra nasıl projeleri var? İmzasını hangi işlerin altında göreceğiz?
Projeleri sizinle paylaşmadan önce genel yayın yönetmenimle paylaşırsam daha sağlıklı olur diye düşünüyorum:) İyi işler olmasını diliyoruz yalnızca…
On5yirmi5.com takipçisi olduğunuzu biliyoruz, peki sitemiz hakkındaki düşünceleriniz nedir?
Onbeşyirmibeş var olsun… Gençler için her platformda iyi işlerin destekçisi olduğunu ve bu noktada aynı sorumlulukları yüklendiğimizi görüyorum. Kolay ve hızlı tüketmekten bahsedilen bir zamanda iyi işler sunma çabasını önemsiyorum. Aldırış etmeden yapay iyiliğe, gerçekten iyinin peşinden gitme çabasını önemsiyorum. Gençliği onbeşyirmibeş ile sınırlandırmış olmasına biraz bozuluyorum sadece o kadar! Yolu açık olsun…
Hilal Hanım çok teşekkür ederiz…
Ben hem çokça teşekkür, hem dua ediyorum, İstanbul Misafirhanesi’nin misafirlerinden çok daha kıymet ve değer görün çalışmalarınızla…