Birbirinden binlerce kilometre uzakta iki şehir, İstanbul ve Lizbon. Ama ortak özellikleri pek çok. İkisi de suyun çevrelediği bir coğrafyada gelişmiş, tepeler üzerine kurulmuş, geçmişinde başkentlik yapmış. Türkiye’den Mühenna Kahveci ile Portekizli fotoğrafçı Manuela Matos Monteiro’nun Lizbon’da açtığı fotoğraf sergisi iki şehirde yaşanan duyguların da birbirine benzediğini anlatıyor.
İstanbul ile Lizbon, Avrupa kıtasının iki ucundaki iki şehir. Birbirinden binlerce kilometre uzakta olsalar da onların hep tarihî, kültürel ya da fiziksel benzerliklerinden bahsedilir. Meğer İstanbul ile Lizbon’un ortak yanları bunlarla sınırlı değilmiş. Lizbon’da geçtiğimiz hafta açılan bir fotoğraf sergisi, İstanbul ve Lizbon’da yaşanan duyguların da birbirine benzediğini anlatıyor. En başta da melankolinin…
Zaman’ın fotomuhabirlerinden Mühenna Kahveci ile Porto Belediyesi’nde meclis üyeliği de yapan Portekizli fotoğrafçı Manuela Matos Monteiro, Lizbon’da ‘Melankoli’ temalı bir sergi açtı. Geçen hafta Cinemateca adlı sinema müzesinde, açılışı Türkiye’nin Lizbon Büyükelçisi Ali Savut’un da katılımıyla yapılan sergi, Lizbon ve İstanbul’da çekilmiş 14’er fotoğraftan oluşuyor. Fotoğrafçılar, Portekiz’de faaliyet gösteren Portekiz-Türk Dostluk Derneği’nin mihmandarlığında bir araya gelerek iki şehri melankoli duygusu üzerinden anlatmayı hedeflemiş. Türk Hava Yolları’nın ulaşım sponsorluğunu yaptığı serginin hazırlanışında Manuela Monteiro’nun eşi João Lafuente’nin de emeği var.
Projeye İstanbul ile Lizbon’un benzerliklerini keşfederek başladıklarını belirten Monteiro, "İkisi de suyun çevrelediği bir coğrafyada gelişmiş. Yedi tepeye kurulmuş. İmparatorluklara başkentlik yapmış. Günümüzde de hem görünüşleri hem de insanları birbirine benziyor. Biz de başka benzerlikleri bulmaya çalıştık." diyor. Portekizli fotoğrafçı, İstanbul’da yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "İlk kez 15 yıl önce gelmiştik. Aradan geçen yıllar şehri çok değiştirmiş. 2009 ve 2010’da tekrar ziyaret etme imkânımız oldu. Orhan Pamuk ve Ara Güler’in bizde bıraktığı etki ile şehirde melankolinin işaretlerini aradık. İçimizdeki melankoli duygusunu bulduk."
Monteiro, İstanbul’un Lizbon’a göre daha melankolik bir şehir olduğunu düşünüyor. Şehrin birçok yerinde bu duyguyu hissettiğini anlatıyor. Vapurların, eski binaların, camilerden yükselen ezan seslerinin, hatta tarihî eserlerdeki zamanla griye dönüşmüş mermerlerin bile kendisine o melankoli hissini verdiğini… "İstanbul bir dünya gibi. Keşfedeceğimiz daha çok şey var." diyen Monteiro, bu tecrübelerini ‘istanbul5dias.net’ adlı internet sayfasında da paylaşıyor.
Geçtiğimiz yıl bir öğrenci değişim programıyla Lizbon’da yaklaşık dört ay kalan Mühenna Kahveci, şehre geldikten kısa süre sonra bir bisiklet satın almış. Bir şehri öğrenmenin en iyi yollarından birinin bisikletle gezmek olduğunu söyleyen Kahveci, sergideki fotoğrafların çoğunu bu sırada çekmiş. Kahveci, bisikletli gezilerinin kendisine kazandırdığını şöyle özetliyor: "Şehrin hareketli ve gösterişli kısımlarının arkasına saklanmış mahalleleri keşfettim; aynı zamanda oradaki durgunluğu ve karamsarlığı da. Eskimiş, sıvaları dökülmüş binaları, terk edilmiş hissi veren sessiz cadde ve sokakları, şehrin kıyısında herkesten uzakta bulunan insanları… Bunlar bana, Manuela Monteiro’nun İstanbul’da hissettiği melankoli duygusundan daha farklı bir duygu yaşattı belki de. İçinde daha çok hüzün olan bir melankoli duygusu. Bu nedenle bana Lizbon, daha melankolik bir yer gibi geldi." [Zaman]