Hat sanatında ekol olmuş hattatlar

Etkinlikler
Hat sanatında güzeli arama gayreti ilk devirlerden günümüze kadar devam eden bir yolculuktur. Bu yolculuk süresince bu sanatın rotasını yeni ufuklara yönlendiren deha çapında kabiliyetler olmuştur. Bu...
EMOJİLE

Hat sanatında güzeli arama gayreti ilk devirlerden günümüze kadar devam eden bir yolculuktur. Bu yolculuk süresince bu sanatın rotasını yeni ufuklara yönlendiren deha çapında kabiliyetler olmuştur. Burada bu büyük hattatlardan üçünü, Şeyh Hamdullah, Hafız Osman ve Şevkî Efendi’yi, sanatta tekamül ve kendi üsluplarında ekol-diğer bir deyişle mektep olabilme mefhumları çerçevesinde ele alma gayretinde olacağız.

Sanatta ekol olabilmenin ilk adımı, o sanatın icrasında kendine has bir üslup ortaya koyabilmek ve bu üsluba sadık kalarak eser verebilmektir. Bununla beraber bir üslubun ekol olabilmesi için, kendinden sonra gelen sanatkarlar tarafından benimsenmesi, o üslubun hoca kabul edilerek bu tavra uygun eserler üretmek suretiyle canlı tutulması ve en mühimi de geniş kitleler tarafından kabul görmüş olması gerekmektedir.

Osmanlı hat ekolü kurucusunun Şeyh Hamdullah olduğu hususunda tarih boyunca bir ittifak söz konusudur. Şeyh Hamdullah’ın zamanına gelene kadar belirli bir tekamül sürecinden geçmiş olan hat sanatı, onun sayesinde Türk’ün bediî zevkiyle buluşmuş, Türk olsun ya da olmasın tüm İslam alemi tarafından kabul görmüştür.

"Hattatların kıblesi" unvanıyla anılan Hamdullah Efendi, 833/1429 tarihinde Amasya’da dünyaya gelmiştir. Babası Buhara’dan gelerek Amasya’ya yerleşmiş, Sühreverdî tarikatı şeyhlerinden Mustafa Dede’dir. Amasya’da devrin ilimlerini tahsil ederken bir taraftan da babasının yanında manevi yolculuğunu tamamlayarak halifelik almıştır. O yıllarda Hayreddin Maraşî’den (ö.874/1470’den sonra) aklam-ı sitteyi öğrenen Şeyh Hamdullah, ayrıca Abdullah Sayrafî’nin (ö.745/1344’den sonra) yazıları üzerinde tetkiklerde bulunarak yazısını geliştirmiştir. Amasya sancağında vali olan II. Bayezid kendisine yakın alaka göstermiş ve kendisinden yazı dersleri almıştır. Babası Fatih’in vefatıyla 886/1481’de tahta geçen Sultan Bayezid, pek sevdiği hocası Şeyh Hamdullah’ı da İstanbul’a davet ederek, Saray-ı Hümayun’a yazı hocası olarak tayin etmiştir. Tamamı hat sanatıyla meşgul, bereketli bir ömür süren Şeyh Hamdullah, 926/1520 yılının sonlarına doğru vefat etti ve cenazesi Üsküdar Karacaahmed kabristanına defnolundu. Tarih boyunca hattatlar Şeyh Hamdullah’ın ayak ucuna gömülmeyi arzu etmişlerdir. Bu sebepten bir çok hattatın medfun olduğu bu mahalle “hattatlar sofası” denilmiştir.

Şeyh’in ellili yaşların ortalarında İstanbul’a gelişi hem kendinin hem de hat sanatının gelişimi açsından çok önemlidir. Zira Sultan II. Bayezid, hazinede bulunan en güzel hat numunelerini Şeyh’in önüne koymuş ve kendine has bir vadi ihtira etmesi için onu teşvik etmiştir. O yıllara gelene kadar İslam dünyasında kabul gören üslup, Abbasiler devrinde yetişen ve aslen Türk olan Yakut-ı Musta’sımî’nin (ö. 698/1298) üslubudur. Şeyh Hamdullah İstanbul’a gelene kadar hocasından öğrendiği Yakut üslubunu yazılarında yaşatıyordu. Bu tarihten itibaren ise kadim üstadların, özellikle de Yaküt’un yazıları üzerinde yaptığı uzun etütler neticesinde kendisine bahşedilen büyük kabiliyetle yeni bir üslup ortaya koymayı başarmıştır. Şeyh, Yakut’un yazılarından en çok beğendiği harf, kelime ve satır kompozisyonlarını seçmiş, kendi bedii zevkini de ilave ederek tüm İslam dünyasında sevilen ve günümüze kadar etkisini sürdürecek yepyeni bir şive oluşturmuştur. Şeyh’ten evvel aklam-ı sitte (altı çeşit yazı), sülüs ve nesih dışında tekamül etmişti. Sülüs ve nesih yazı ise Şeyh Hamdullah’la beraber büyük bir safiyet kazanmış, Şeyh’ten yaklaşık bir buçuk asır sonra gelecek olan bir başka hat dehası Hafız Osman Efendi eliyle daha da ilerilere taşınmıştır.

Hafız Osman Efendi’nin zuhuruna kadar geçen zamanda Şeyh üslubunu ekol haline getiren talebeleri ve onların talebeleri sayesinde Şeyh ekolü canlılığım muhafaza etmiştir. Hafız Osman Efendi’nin devrinde bu ekolü en iyi temsil eden hattatların basında aynı adlı diğer hattatlardan ayırt edilebilmesi için "Büyük" lakabıyla anılan Derviş Ali (ö. 1084/1673) gelir.

1052/1642 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Hafız Osman, Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa (1638-1691) himayesinde yetişmiştir. Devrin aklî ve naklî ilimlerim tahsilin yanında Büyük Derviş Ali’den meşke başlar. Ancak epeyce yaşlanmış olan Derviş Ali, bu istidatlı genç talebesini en seçkin talebelerinden Suyolcuzade Mustafa Eyyübî’ye (ö. 1097/1686) yollar ve bu üstada devamla genç Hafız on yedi yaşında icazet alır. Gençlik çağında Derviş Ali yolunda yazdığı görülen Hafız Osman, Şeyh ekolunun inceliklerini öğrenmek için o yıllarda bu ekolün en müdakkik temsilcisi Nefeszade İsmail Efendi’den (ö. 1090/1679) çömez talebeler gibi yeniden meşke başlar. Bu hadise Hafız Osman’ın, ilerleyen yıllarda yapacağı hamlenin ancak Şeyh Hamdullah’ın yazılarında kaynak bulabileceğini daha o yıllarda idrak ettiğini göstermektedir, icazet aldığı 1070/1660 senesinden 1090/1679 senesine kadar geçen zaman diliminde Hafız Osman, Şeyh üslubunda eserler üretirken bu yıllardan sonra Şeyh’in yazıları üzerinde yaptığı uzun mesailer neticesinde Şeyh’in yazılarından Yakutî yazıyı andıran unsurları arındırarak, kendi estetik zevkine uygun bir tavır geliştirmiştir. Nasıl Şeyh Hamdullah, Yakut’un yazılarından en güzel unsurları seçtiyse, Hafız Osman da Şeyh’in yazılarından en güzel harf, kelime ve satır nizamını seçerek yeni bir tarz ihdas etmiştir. Bu seçme ve bedii değerlendirmeye tabi tutma, ancak Şeyh Hamdullah, Hafız Osman veya on dokuzuncu asrın büyük üstadı Şevki Efendi gibi seçkin ve yüksek ibda’ kabiliyetine sahip hattatlara nasip olmuştur.

Hafız Osman üslubunu değerlendirirken 1090/1679 ile 1100/1689 yılları arasında yazdığı eserleri göz önünde bulundurmalıyız. Özellikle mushaf kitabetinde kullanılan nesih yazı, en güzel nispetlerini bu yıllarda yazdığı eserlerde kendini göstermektedir. 1100/1689 sonrası yazılarında Hafız Osman kendi meleke ve rüsûhu ile nesih hattını o derece kemale erdirmiştir ki, bu yıllarda yazdığı nesihlere "kıvılcımlı" diyenler olmuştur.

Saray-ı Hümayun’da yazı hocalığı yapan Hafız Osman Efendi, Sultan II. Mustafa ve Şehzade III. Ahmed’e hat hocalığı yapmıştır. Sultan II. Mustafa, yazarken hokkasını tutacak kadar hocasına hürmet gösterirdi. Bir gün huzurda yapılan bir derste Sultan II. Mustafa "Artık bir Hafız Osman Efendi yetişmez." deyince, Hafız Osman "Efendimiz gibi hocasına hokka tutacak padişahlar geldikçe, daha çok Hafız Osman’lar gelir Hünkarım." diyerek mukabelede bulunmuştur. "Marifet iltifata tabidir." kabilinden olan bu hadise sanatın ve sanatkann desteklenmesinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. Hafız Osman Efendi, türlü ihsanlara nail olmasına ve büyük takdir görmesine rağmen tevazuu elden hiç bırakmamış, derviş meşrep yaşamıştır. 1110/1698 yılında vefat eden Hafız Osman Efendi, mensubu bulunduğu Sümbül Efendi Dergahı haziresine defnedilmiştir.

Hafız Osman üslubu kendinden sonra gelen hattatları fevkalade etkilemiş, en geç tekamül eden yazı cinsi olan celî (iri) yazının büyük üstadı Mustafa Rakım Efendi’ye ve muasırı Mahmud Celaleddin Efendi’ye ilham kaynağı olmuştur. Celî yazı, Hafız Osman yazılarının rehberliğinde Mustafa Rakım, Kazasker Mustafa İzzet ve Sami Efendi’ler eliyle tekamül ederken Şevki Efendi sülüs ve nesih yazıyı tarih boyunca ulaşılan en üst seviyeye ulaştırmıştır. 1245/1829 yılında Kastamonu Seydiler köyünde dünyaya gelip çok küçük yaşta İstanbul’a gönderilen Mehmed Şevki, tahsilinin yanı sıra dayısı Ragıp Paşa Kütüphanesi hafız-ı kutübü Mehmed Hulusi Efendi’den (ö.1291/1874) meşk ederek 1257/1841’de icazet almıştır. Dayısının "Evladım! Yazıyı ben sana ancak bu kadar öğretebilirim; daha iyisini Kazasker Mustafa İzzet ve diğer hattatlardan öğren." demesi üzerine Şevki Efendi "Ben sizden başka hocaya gitmem." deyince pek hislenen Hulusi Efendi kendisine türlü hayır dualar etmiştir. İşte bu hayır dua sayesinde Şevki Efendi hat sanatında o kadar ilerledi ki, yazı üslubu ekol haline dönüştü. Çünkü dayısının sözünü dinleyip Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye devam etmiş olsaydı, o da Şefik Bey, Abdullah Zühdî, Hasan Rıza gibi Kazasker üslubunda yazan bir hattat olacaktı.

Harbiye Nezareti Mektubî Kalemi’ndeki asli vazifesinin yanında yazı hocalığı da yapan Şevki Efendi, 13 Şaban 1304/7 Mayıs 1887’de vefat ederek Merkez Efendi Kabristanı’nda dayısı ve hocası Hulusî Efendi’nin yanına defnolunmuştur.

Çalışmalarını Hafız Osman’ın yazıları üzerinde yoğunlaştıran Şevki Efendi, son derece itinalı ve tekellüflü, pürüzsüz ve şiveli yazı tarzına ulaştı. Onun ekolunun tüm hususiyetlerini 1290/1873 tarihinden itibaren yazdığı yazılarında aramak yerinde olacaktır. Bu tarihten sonraki yazılarıyla Hafız Osman Efendi’nin 1100/1689 sonrası yazıları arasında özellikle detaylardaki benzerlik gözlerden kaçmamaktadır. Bazı harf ve kelimeler o denli birbirine benzer ki, ayırt edilemez.

Başta da ifade ettiğimiz gibi bir üslubun ekol olabilmesi, kendinden sonra gelen hattatlar tarafından benimsenmesi, hatta daha önemlisi geniş kitleler tarafından benimsenmesiyle mümkün olur. Şevki üslubunu ekol seviyesine çıkaran en önemli husus, bugün İslam dünyasının her yerinde Şevki tarzı yazının beğenilmesidir. Sülüs ve nesih yazıda yol, Şevki yoludur. Özellikle bu sanata yeni başlayan talebelere onun meşkleriyle yardımcı olmak gerekir. Şevki Efendi’nin yazılarında gösterdiği titizlik günümüz sanatkarlarına örnek olmalıdır.

Bu üç sanatkarda var olan ortak duygunun cesaret olduğu kanaatindeyiz. Sanatlarında belirli bir seviyeye ulaştıktan sonra gönüllerindeki güzelliğin peşinden cesurca koşmuşlardır. Bu güzelliklerin kendilerinden önce ortaya konmuş olan eserler içinde var olduğunun farkında olarak adeta cımbızla seçercesine büyük bir titizlikle değerlendirmiş ve hat sanatının tekamül etmesine büyük katkıda bulunmuşlardır. Bu iş sanıldığı kadar kolay olmamıştır. Büyük çileler ve zahmetli çalışmalar neticesinde bu menzillere ulaşılmıştır. Her üç ekolde de ortak olan nokta yakaladıkları seviyenin ilahi destekli olmasıdır. Nitekim Şeyh Hamdullah yeni bir tarz ortaya koyabilmek için kendisine tahsis edilen bağ evinde iki erba’în (kırkardan seksen gün) çıkarıp çileli bir süreçten geçerek üslubunu oluşturmuştur. Şeyh Hamdullah’ın bu süreçteki ızdırabını Müstakimzade Süleyman Saadeddin Efendi Tuhfe-i Hattatın adlı eserinde şöyle naklediyor: "Şeyh Hamdullah kadim üstadların yazılarını ve özelikle Yakut’un yazılarını günlerce tetkik etti. Onların elde edemedikleri nispetleri ve satır güzelliğini önce zihninde canlandırdı. Ancak bir türlü zihninde canlandırdıklarını kağıda dökemiyordu. İşte böyle son derce muzdarip olduğu bir anda Hızır Aleyhisselam zuhur edip elini tutarak harfleri bir bir talim etti. Böylece Şeyh Efendi kısa zamanda düşündüğü yazı tarzını Allah’ın bir lütfü olarak elde etti". (Tuhfe, s. 84)

Yine Hafız Osman Efendi, ulaştığı mertebeye ne denli zor bir mesai neticesinde geldiğini kendi Arapçasıyla yazdığı metinde mealen şöyle dile getirmektedir:

”Bismillahirrahmanirrahim Ey benim hattıma gerçek bir bakış ve insafta bakan kişi! Allah sana binlerce, binlerce defa merhamet eylesin. Şunu bil ki ben, pek çok ilâhi lütuflara mazhar olmuş ve "İbnü’ş-Şeyh" diye bilinen Hamdullah’ın zamanına ulaşamadım. Onun ayak toprağına gidip gelerek bu güzel sanatı nasıl öğrettiğini göremedim. Onun terbiyesinden geçme mertebesine de nail olamadım. Fakat birçok latif kıt’asını toplayarak onlar üzerinde mütalaalar yaptım ve ondan nakiller yapmaya kendimi mecbur gördüm. Gece-gündüz çalıştım. Bu seviyeye sonsuz ilim ve kudret sahibi olan Allah’ın yardımı ile ulaştım. Allah’tan, ulaşamadığım başka derece ve merhalelere de nail kılmasını en kalbî hislerimle niyaz ederim. Çünkü bu çalışmalarım gençlik yıllarımda olmuştur. Şimdi ise zaman, şüphesiz daha ileri safhalara ilerleme zamanıdır. Allah’ın kullarının en zayıfı ve en az bu isme layık olanı Kur’an hafızı Osman". (TSMK EH. 2213 v. l b)

Şevki Efendi’nin "Yazıyı bana rüya aleminde talim ettiler." demesi elde ettiği başarının kendi çalışmasının yanında ilahi destekli olduğunun açık bir ifadesidir. Şevki Efendi, yazdığı yazıların kıymeti hususunda pazarlık etmez, ne verirlerse odasındaki küçük kutuyu işaret edip oraya atmalarını istermiş. O kutu cuma günleri açılır ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılırmış. Böylece Şevki Efendi, yazıdan kazandığını evinin iaşesi için sarf etmemiş, tasadduk etmiş olurdu. Şevki Efendi hakkında anlatılan bu şifâî bilgi, bu yüce insanların hayat tarzlarında Hakk’ın rızasını ne denli gözettiklerini anlatması bakımından ibret vericidir. Burada hattatların asırlar boyu düsturu olmuş Hz. Ali’ye izafe edilen şu sözü hatırlamak gerekir:

Hat, üstadın taliminde gizlidir. Onun kıvamı bolca meşk etmekte, Devamı ise İslam dini üzere yaşamaktadır.

Şevki Efendi’den sonra bir daha bu seviyede bir hat dehası gelir mi bilinmez. Bilinen şu ki, sanatta ilahi güzelliği aramak, insanlık var oldukça devam edecektir. Bu arayış içerisinde geçmişte ortaya konmuş güzellikleri ve asırların kazanımlarını göz ardı etmemeliyiz. Günümüz geleneksel sanatçılarının yapması gereken kadîm üstadların eserlerini iyi incelemek, onların sanat anlayışlarım kavramak ve kendi sanat alt yapılarını geleneksel zevkle oluşturmaktır.

kalemgüzeli.org