Sinefesto’nun katkılarıyla Bayrampaşa Gençlik Merkezi kütüphanesinde düzenlenen söyleşide film eleştirisi, sinemanın sanat olarak işlevi ve seyirci profilleri üzerinde duruldu.
Suat Köçer sinemanın artan popülerliğinin iştah kabarttığını ve her kesimden insanın kolayca sinemaya yönelebildiğini söyledi. İyi filmin de kötü filmin de çekilme hakkının olduğunu belirten Koçer, bu ikisi arasındaki tercihi seyircinin yapması gerektiğini söyledi.
İşte söyleşiden bazı başlıklar…
OKUYUCUYA KARŞI DÜRÜST OLMAK ZORUNDAYIZ
İnsanların eğrilerini, doğrularını, zaaflarını, olumlu ya da olumsuz yanlarını çok rahat ifade edebileceğim bir ortamda yetiştim. Ama şimdilerde basın gösterimlerinde ve galalarda meslektaşlarımızı gördükçe, şahit oldukça kendi yaşadığım ortamın kıymetini daha iyi anlıyorum. Çünkü filmi koltukta izlerken oflayıp puflayıp ne zaman bitecek falan diyen birçok arkadaşımız film bittikten sonra kuliste tebrik sırasına girip ”Harika bir iş çıkarmışsınız, çok güzel işler yapmışsınız” diyebiliyor. Dolayısıyla o aslında bizim mesleğimizin zor yanlarından birisi yani.
Bir arkadaşınız, dostunuz film çekiyor, sonra sizi davet ediyor, filmi izliyorsunuz. Filmin birçok problemlerinin olduğunu görüyorsunuz ve bunu uygun bir şekilde arkadaşınıza söylemeniz lazım. Hele bir de yazıyorsanız o daha da zor çünkü bir de bunu kamuoyuyla paylaşıyorsunuz ve yazılarınızı okuyan insanlar var. Bunun getirdiği bir sorumluluk da var. Hem arkadaşınızı incitmeyeceksiniz hem de bu yazıyı okuyan insanlara dürüst davranacaksınız.
Yakın bir zaman önce bir sinema yazarının filmini izledim. Ve gazetede ağır bir dille de eleştirdim filmi. O da sürekli birlikte oturup film izlediğimiz bir arkadaşımızdı sinema yazarı ama senaryosunu yazmış filmin. Düşünüyorum diyorum ki sen filmleri acımasız dille eleştiriyorsun bugüne kadar birçok ağır yazılar yazdın, bu ne rezalet nasıl böyle bir film yazabildin diyorum.
Geçmişte yazılmış iyi filmlerin sahnelerini şimdilerde çekilen filmlerin içinde senaryoyu, duyguyu güçlendirmek adına kullandığınız zaman geçmiş zamanın o iyi filmi sizin çektiğiniz film için turnusol kâğıdı oluyor. Eski filmin iyi senaryosu, iyi müzikleri, iyi oyunculuklar, sizin filminizin bu çizginin altında kaldığını daha da açığa vuruyor. Yan yana çok iyi, çok güçlü ve vasat, zayıf bir film birlikte akmış oluyor. Bir insan çok güçlü bir sinema filmini kendi filminin içine monteleyerek neden kendi filmine böyle bir kötülük yapar?
İMKANSIZLIKLARLA ÇEKİLEN ESKİ FİLMLER TEKNİK VE İÇERİK OLARAK ÇOK GÜÇLÜ
Türkan Şoray anılarında anlatıyor; Selvi Boylum Al Yazmalım’ın çekimlerinde içecek su bile bulamazlarmış. Şimdiki filmler çok gelişmiş dijital imkânlardan faydalanılarak, büyük ekiplerle çekiliyor. Masaya konan yeni işlerin mutfağından başlayan sürecine baktığınızda çok katmanlı büyük işler bunlar, büyük paralarla, büyük insanlarla çekiliyor ama eski filmlerin gerisinde kalıyor. Teknik imkânlar geliştikçe, sinema yazarlığı sektörleştikçe eski anlam yitiriliyor. Burçak Evren’le yaptığım bir röportajda şöyle demişti: ”Eskiden sinema yazılarının gazetelerdeki küpürlerini keser saklardık, şimdi kesmeye ve saklamaya değecek yazılar bulamıyoruz.”
Filmler gittikçe yüzleştiği için sinema yazıları da gittikçe yüzeyselleşip, mekanikleşip hafifleşiyor.
SİNEMANIN ARTAN POPÜLERLİĞİ İŞTAH KABARTIYOR
Eskiye nazaran sinemacılık günümüzde çok daha popüler. İnsanların birçoğu sinema ile yakından ilgileniyor. Hayatın hemen hemen her alanından her kesiminden insanlar sinema ile haşır neşir. Belgeseller çekiyorlar, kısa filmler çekiyorlar, tanıtım filmleri çekiyorlar, çocuklarını atölye ve kurslara yolluyorlar. Birçok gencimiz İlahiyat, Tıp, Hukuk gibi iyi yerlerde okumalarının yanında sinemanın da çok içindeler. Dolayısıyla şu an çok ciddi bir sinema popülerliğinden bahsedebiliriz.
İYİ FİLMİN DE ÇEKİLME HAKKI VAR KÖTÜ FİLMİN DE!
Bazı yönetmenler eleştirilere geri tepki veriyor. ‘Yazmasanız bu yazıyı ölür müsünüz, niye bu kadar acımasız eleştirdiniz’ diyor. Ben de ‘Siz bu filmi çekmeseniz ölür müsünüz?’ diyorum. İyi filmin de kötü filmin de çekilme hakkı var. Benim de düşüncemi olumlu ya da olumsuz yazma hakkım var. Bazı yönetmenler ”Seyirciyi eğitmemiz lazım” mantığına sahip. Bence seyircinin eğitilmeye ihtiyacı yok. Bugün sinemayla ilgilenen kitle eğitim seviyeleri yüksek insanlar, siz bunları eğitmekten bahsedemezsiniz. Eğer ortada bir problem varsa sizin onları yakalayamama sorununuz var, sizin frekans ayar sorununuz var. Eğer bir yönetmen ben filmimi çekerim 2000-3000 kişi gelir veya daha az izlenir sorun değil, ben inandığım şeyi çekerim karşı tarafa aktarırım diye düşünüyorsa ve o seyirci sayısına ulaşıyorsa problem yok. Kendi içinde tutarlılığı olan bir düşünce. Ama eğer diyorsa benim filmin çok izlenmeli o zaman şapkayı önüne koyup değişen zevkleri, değişen sinema seviyesini göz önünde bulundurmalı ben buna inanıyorum.
Bir yönetmenin başarısı kendi düşündüğü hikâyeyi anlatabilmesi kadar onu anlatacak kitleyi büyütmesi ile de ilgili. Yavuz Turgul’u ben örnek gösteririm buna. Hemen her filminde bir milyonu aşan bir seyirci yakalar ve hiçbir eleştirmenin kolay kolay kusur bulamayacağı kadar iyi bir yönetmendir. Senaryosunu yazdığı Tosun Paşa’dan, Sultan filminden, Züğürt Ağa’dan, Hababam Sınıfı’ndan tutun Eşkıya’ya, Gönül Yarası’na, Av Mevsimi’ne kadar getirin çektiği tüm filmlerde kalburüstü bir çizgi yakalayabilmiş, seyircinin gönlünü alabilmiş, entellektüel seyircinin de gönlünü alabilmiş, dağıtımını da iyi yapmış bir yönetmendir.
SİNEMANIN TARİFİ: FİLM, SALON, SEYİRCİ
Mustafa Kutlu’nun bir sinema tarifi vardır: ”Sinemanın şartı üçtür 1-Film. 2-Salon 3-Seyirci. Bunlardan biri eksildiğinde sinema olmaz.’ Bir yönetmen film çektiği zaman onu izletecek bir mekâna ihtiyaç duyar biz buna salon diyoruz. Bir de bunu paylaşacak bir kitleye ihtiyaç duyar buna da seyirci deriz. Üçü bir araya geldiğinde sinemanın tarifini verir.
SİNEMA SİZE TALİBİ OLDUĞUNUZ ŞEY DOĞRULTUSUNDA HİZMET VERİR
Filminizi çekerken sadece çok izlenmeyi para kazanmayı amaçlıyorsanız para kazanırsınız, kitle edinmek istiyorsanız kitle edinirsiniz, bir duyguyu düşünceyi ideolojiyi yaymak gelecek kuşaklara aktarmaksa bunu aktarmış olur. Sinemada talibi olduğunuz şeyi kazanırsınız, buna hizmet eder sinema. Metin Erksan Sevmek Zamanı’nı çektiğinde iflas etti ama bugün hala en seçkin otör filmidir sinema tarihinin. Başka yönetmenlerin on filmini üst üste koyun bir tane Sevmek Zamanı etmez. Çünkü Sevmek Zamanı’nın çok güçlü bir felsefik ve tasavvufi alt metni vardır.
Robert De Niro 7-8 yıl önce mükemmeliyetçilik ödülü aldığı yerde bir konuşma yaptı ve şöyle bir ifade kullandı: “Bir filmin keyifli olup olmadığına seyirci, iyi olup olmadığına eleştirmenler, sanat olup olmadığına gelecek kuşaklar karar verir.” Bu çok iyi bir tariftir, buna talip olan bir yönetmenin izlenme kaygısı olmamalı.