Hazırlayan: Muhammed Akaydın
6-7 Mayıs tarihleri arasında Beykent Üniversitesi ve Fatih Belediyesi’nin birlikte organize ettiği “1. Uluslararası Dünya Edebiyatı’nda İstanbul Sempozyumu” gerçekleşti.
Fatih Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde gerçekleşen sempozyuma 30 ülkeden 120 edebiyatçı katıldı. 2 gün süren sempozyum, 5 salonda 28 oturumla gerçekleşti.
Çok iyi düşünülmüş ve gerçekleştirilmiş olan sempozyumda ciddi organizasyon hataları olmadı da değil. Ama yine de böyle uluslararası bir sempozyum için başarılı sayılabilir.
Sempozyumda birbirinden güzel tebliğler sunuldu. Takip ettiğim bazı tebliğleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Uygur Şairlerinin İstanbul Sevgisi”
Doğu Türkistanlı yazar ve gazeteci Selime A. Kamal “Uygur Şairlerinin İstanbul Sevgisi” adlı bir tebliğde sundu. Kamal, tebliğine Türk toplumlarının birbirleriyle olan ilişkisinden ve Uygur Türklerinden ve kısaca tarihinden bahsederek başladı, “Tarih Türk ulusları üzerinde ne kadar rüzgâr estirirse estirsin, ne kadar karlar yağdırırsa yağdırsın, köklerinin sağlam olması dolayısıyla, hiçbir boy birbirinden kopmamış, her zaman köklerinin bir olduğuna inanış, akraba olduklarını unutmamışlardır. Dünyanın Türk soyundan korkusu da tam burada olsa gerek. Uygur Türkleri 840 yılında Ötüken’den ayrıldıktan sonra, Doğu Türkistan’a yerleşerek, yeni hanlıklar ve yeni devletler kurmayı başarmış, köklü, kültürlü bir Türk boyudur. Ne yazık ki, 1870’lerden itibaren Uygurlar üzerinde kara bulutlar hâkim olmaya başlamıştır. Uygur bölgesi, hem Batı Türkistan’la hem diğer Türk boylarıyla, özellikle Türkiye Türklerinden haberleşmeden 100 yıldan fazla bir süre geçirmiştir. Ancak, bu iletişimsizlik onların kalbindeki ve hafızasındaki güçlü, bağımsız devletler kuran ve bugüne değin özgürce yaşayan Türkiye Türklerine karşı derin bir sevgi ve saygı beslemiş, hiçbir zaman onları unutturmamışlardır. Fırsat bulan her Uygur Türkü, Türkiye’ye ve İstanbul’a gelmeyi hac zarureti olarak kabul etmiş, eline geçirdiği fırsatları daima değerlendirmeye gayret göstermiştir.”
Selime A. Kamal, Türkiye’ye ve İstanbul’a olan duygularını hayranlıkla ifade ederken kendi anılarından bahsetmeyi de ihmal etmedi. Kamal, İstanbul’a ilk gelişini şöyle anlatıyor,
“İstanbul’a ilk ayak bastığımda tarif edilemez duygulara kapılmıştım. Öylesine duygulanmıştım ki, mutluluk, gurur, şaşkınlık, üzüntü, hepsi bir aradaydı. Uçaktan iner inmez gözüme ilişen ‘Hoşgeldiniz!’ yazısı beni bir şimşek gibi sarsmış, etkilemişti. Bu yazıyı gördüğüm anda ayaklarım adeta yere çivilenmiş, adım atamamıştım. Bu benim ana dilimdeki ifadeler idi. Yıllarca başka millet olduğumuzu kafamıza sokmaya çalışanların ne kadar boşuna çabaladıklarını görünce tarik edilemez bir mutluluk içine gark olmuştum. Pasaport kontrolündeki delikanlının bana pasaportu verirken, ‘İstanbul’a hoş geldiniz!’ diye gülümsemesini hayatım boyunca unutamam."
Selime A. Kamal, İstanbul’a olan duygularını anlatırken gözyaşlarına hâkim olamamıştı. Bir çocuk gibi ağlıyordu. İstanbul’un güzelliklerini gördüğünde bir şair olmadığı için ilk defa üzüldüğünü belirtiyordu. “Keşke bir şair olsaydım.” diyordu. Konu şairlikten açılmışken geçmiş Uygur şairlerine de hak vermeden geçemiyordu. Zaten tebliğinin asıl konusu da bu idi.
Memtili Tevfik Efendi
Selime A. Kamal tebliği boyunca birkaç şairden örnek verdi. Onların ilki Memtili Tevfik Efendi idi. Kamal, Memtili Tevfik Efendi için şunları söylüyordu: “Memtili Tevfik, Uygur özgürlükçü edebiyatının temsilcisi, ateş kalpli şair, besteci, Uygur yenilikçi maarifinin öncüsü, yetenekli organizatördür.
Memtili Tevfik Efendi bundan 81 yıl önce meşakkatli yollarda bin bir cefa ile İstanbul’a gelmiş genç bir delikanlıydı. İstanbul’u görür görmez âşık olmuştu. İstanbul onun kalbinde bambaşka duygular uyandırmış, hayatında yepyeni ufuklar açmıştı. İstanbul’un bir başka yönü, bilgi ve kültür ocağı olması, onu manevi olarak beslemiş, istediği cesareti ve bilgiyi vermiştir. İstanbul’da tam 3 yıl kalarak tahsil görmüş, burada daha çocuk yaşta tanıştığı dünya edebiyatı, yenilikçi maarifle ilgili bilgilerini pekiştirmiş, sevgili öğretmeni Ahmet Kemal Efendi’yle filizlenen fikirleri derinleşmiş ve kök salmaya hazır duruma gelmiştir.
Tevfik Efendi aşk şiirleri yazmayı değil, onun yerine halkının kara kısmetini, özgürlük için akıttığı derya derya kanlarının, ilim irfandan yoksun, cahillik, gericilik ve fakirlik içindekini yaşantısını yazmayı esas konu olarak seçmiştir. Onun şiirlerinde vatanı ve halkını bütün kalbiyle seven bir insanın acı feryadı fışkırır. İstanbul’da yazdığı şiirleri bu yöndeki içeriklerle doludur. Şairin 1930 yılında İstanbul’da yazdığı “Seğiniş” (Özlem) adındaki şiiri onun duygularını tam olarak yansıtmaktadır. Şiirin Türkçesi şöyle:
Ana vatandan gittim uzağa, yurdum ırakta gamdayım,
Yiyecek aşım hani? Sıcak, soğukta handayım.
Kaldı el-yurt, kaldı Tanrım, kaldı İli-Zerefşan,
İşbu vatan gamıyla, gönlüm benim perişan.
Her günün geçti bahtsız şu karanlık zulümle,
Fen-ilimi terk edip yattın uyku gaflette.
Toz duman içindedir el-vatan hali harap,
Farz değil ki, şarkı-müzik, satar-ney, dutar-rebap.
Yağmur olup günde akara durmaksızın gözyaşım,
Yağmalanmış vatanım, ben Tevfik nasıl dayanayım.
Bu şiirinde şair ilk defa Tevfik mahlasını kullanmıştır. Seçtiği bu mahlasa da son nefesine kadar sadık kalmıştır. Bu mahlas onun ismiyle birlikte milyonlarca Uygur’un yüreğine kazınmıştır.”
Teyipcan Eliyev
Buraya kadar Memtili Tevfik Efendi hakkında ayrıntılı bilgiler veren Selime A. Kamal, tebliğinin devamında günümüzdeki Uygur şairlerini ve onların İstanbul’la olan irtibatını anlatmaya başladı. Kamal günümüz gelişmelerini anlatırken özellikle 1985 yılına vurgu yaptı. 1985 yılında Uygurların Çin’le olan ilişkilerinin geliştiğini ve bunun sonucu olarak Uygurların yurtdışına çıkmalarının kolaylaştığının altını çizdi. Bu yurtdışı kolaylığı ile birlikte Uygurların özellikle Türk cumhuriyetlerine ve Türkiye’ye, sonrasında da Avrupa’ya gitmeleri sıklaştı. 1985’ten sonra İstanbul’a gelen ve anılarını yazanlar arasında ilk sırayı alan Uygurların meşhur şairlerinden Teyipcan Eliyev’dir.
Kamal, Eliyev için şunları söyledi: “Teyipcan Eliyev İstanbul’u ziyaret etme fırsatı yakalayan şanslı şairlerimizden biridir. Şair, İstanbul dönüşünde duygularını bir nesirle dile getirmiştir. Çamlıca tepesinden İstanbul’u seyreden şair, Çamlıca tepesinden bakıldığında hayatında gördüğü en güzel şehir olan İstanbul’un insana yaşam veren bir dilber gibi göründüğünü söylemiştir. Gerçekten de 18. yüzyıldan itibaren ister Asya ister Avrupalı olsun binlerce şair, yazar ve ressam bu tepeden İstanbul’a bakmış ve kendi eserlerini buradan gördükleri güzellikler ve ilham üzerine inşa etmiştir.
Eliyev’den sonra İstanbul’a gelen bir diğer Uygurlu yazar Ethem Ömer’dir. Ömer’in kaleme aldığı “Uzak Kırlardan Ana Yurda Selam” adlı kitabı Uygurların kalbini etkilemeyi başaran, heyecan salan, uzaktaki ülkelere gidip kardeşlerini görme, tanıma isteği uyandıran önemli eserlerden biri hâline gelmiştir.