Dr. Mehmet Doğan, Mehmet Akif Ersoy’u anlattı

Etkinlikler
Bayrampaşa Gençlik Merkezi‘nde (BAYGEM) “Bugünden Akif’i Anlamak Asım Nesli Olmak” konulu bir seminer düzenlendi. Seminere, Türk diline sayısız emeği bulunmuş, Büyük ...
EMOJİLE

Bayrampaşa Gençlik Merkezi‘nde (BAYGEM) “Bugünden Akif’i Anlamak Asım Nesli Olmak” konulu bir seminer düzenlendi. Seminere, Türk diline sayısız emeği bulunmuş, Büyük Türkçe Sözlük’ün yazarı Dr. Mehmet Doğan da konuşmacı olarak katıldı. 

21 Mart Cuma günü BAYGEM Seminer Salonu’nda gerçekleşen seminere, Mehmet Akif dizelerine gönül vermiş çok sayıda kişi iştirak etti.

Mehmet Akif’in düşüncelerinin o dönemden bu yana İslami düşünceye, dile ve edebiyata büyük katkılar sağladığını belirten Doğan, Mehmet Akif’in Milli Mücadele döneminde “İslam şairi Akif Bey” diye anıldığını kaydetti. Doğan, Mehmet Akif’in siyasete girişini de şöyle anlattı…

“Milli Mücadele tamamen dini bir zemine dayanıyor”

“Mehmet Akif Ankara’ya İslam şairi olarak davet ediliyor. Çünkü Anadolu’da yürütülen Milli Mücadele tamamen dini bir zemine dayanıyor. Büyük Millet Meclisinin açılışı da tamamen dini bir açılış olarak gerçekleşiyor. 

Mehmet Akif’in Anadolu’daki mücadelenin manevi cephesini kuvvetlendireceği belirtiliyor. Hep İslam şairi vurgusuyla Mehmet Akif’ten bahsediliyor. Ve Mehmet Akif gerçekten Anadolu’da İslam şairi olarak çeşitli yerlere irşad maksadıyla gidiyor. Konuşmalar yapıyor, vaazlar veriyor, cami kürsülerinde hitap ediyor. Ve Milli Mücadeleye halkın katılmasını sağlıyor. Tabi Mehmet Akif’in Ankara’da bulunuşuna bir gerekçe olsun diye onun milletvekili olması isteniyor. Yoksa Mehmet Akif’in siyasetle bir alakası yok. Kendiliğinden böyle bir şey olması mümkün değil.

“İslam şairi Akif Bey”

Mehmet Akif’i üç vilayet seçiyor o zaman. Biri İzmit, biri Biga, biri de Burdur. O zaman ki usüle göre, sizin milletvekili seçilmeniz yetmiyor, meclisin kararı tasdik etmesi gerekiyor. 6 Haziran 1920’de bu Meclis’te oylanıyor. Ve oy birliğiyle Mehmet Akif kabul ediliyor meclise.

Meclise kabul edilen milletvekilleri bir kütüğe işleniyor. Herkes o deftere mesleğine göre kaydediliyor. Şöhreti, hatta lakabına göre. Müderris, paşa gibi… Mehmet Akif’e de İslam şairi Akif Bey diye yazıyorlar.”

Konuşmasında İstiklal marşının kabul edilişine de değinen Doğan, Milli Mücadele dönemindeki atmosferi ve İstiklal Marşının seçilişini de şöyle anlattı: 

“Mehmet Akif Kastamonu’dayken Ankara’da Büyük Millet Meclisi İstiklal Marşı yarışması açıyor. Ekim ayının sonunda. Kasım ayında bu gazetelerde ilan ediliyor. Aralık ayının sonunda şiirler toplanıyor. 724 tane şiir katılmış yarışmaya. O zamanki şartları düşünürseniz, ülkenin büyük bir kısmı işgal altında, en hızlı iletişim aracı telgraf, en hızlı ulaşım aracıysa tren… Ancak tren hem her yere gitmiyor hem de gittiğinde de çok ağır hareket eden bir cihaz.

Buna rağmen çok katılım var. Bunların içinden 6 tanesini seçiyorlar. Fakat bu 6 şiir kimseyi tatmin etmiyor. İnsanlara heyecan verecek, milleti temsil edecek, kimliğimizi anlatacak bir metin gibi görünmüyor. Onun üzerine bunu yazma işini bir şaire vermeyi düşünüyorlar. 

Ve bu konuda herkesin aklına Mehmet Akif geliyor. O zaman Türkiye’de çok sayıda büyük şair var. Abdülhak Hamit Tarhan, Cenap Şahabettin, Süleyman Nazif gibi Yahya Kemal genç ama onlar da var tabi… Bunlar dışında bilhassa önemli olan biri var. O da Mehmet Emin Yurdakul. Maarif vekili Hamdullah Suphi ile birlikte Türk Ocağı’nı kurmuşlar. Milli şair olarak o zaman tanınıyor. Ve Türk Ocağı bunun için bir toplantı yapmış, Milli şairlik beratı için. Bunların hiçbiri kimsenin aklına gelmiyor. 

Sadece Mehmet Akif bu şiiri yazabilir diye düşünüyorlar. Milli Mücadelenin başında heyecan verici hiçbir şey yok. Aksine manzara çok karanlık. Bir taraftan da bir iç çatışma var. 

Milli Mücadele Batı Anadolu’da çete savaşı olarak başlamıştır. Kuvayı Seyyare derler buna. Sonradan düzenli ordu Kuvayı Milliye oluşturuluyor. Sonradan Büyük Millet Meclisi, Kuvayı Seyyare’yi lağvediyor, oradaki savaşçıların da düzenli orduya katılması kararını alıyor. Fakat Kuvayı Seyyare’nin kumandanları Çerkez Ethem ve kardeşi Tevfik Bey bunu reddediyorlar. İki güç arasında bir çatışma oluyor. 1921 yılı ocak ayı bir iç çatışma dönemi…

Yunan harekatı devam ediyor, Yunan birlikleri Bilecik’i işgal ediyor. Arkasından Bozhöyük’e geliyorlar. Eskişehir’e doğru yollarına devam ediyorlar. Ve orada İnönü’de bir çatışma oluyor. Buna 1. İnönü Zaferi derler ama İsmet İnönü bizzat hatıralarında diyor ki, “Biz geri çekiliyorduk bir de baktık ki Yunanlılar da geri çekiliyor”. Yunanlıların geri çekildiğini görünce, “demek ki biz zafer kazandık” diye Ankara’ya haber gönderiyorlar. Gerçek bir zafer olsaydı Yunanlılar o olayın ardından Polatlı’ya kadar gelirlerdi.  Böyle bir ortam var. İngilizler 1920 temmuzunda Sevr anlaşmasını bize imzalatmışlar zorla. Ama bunu Vahdettin tasdik etmemiş. Sevr anlaşmasını Yunanlılar dışında hiçbir ülke tasdik etmemiş. Dolayısıyla Sevr anlaşmasının uygulanması mümkün olmamıştır. İngilizler 1921 yılı başında Londra’da bir konferans topluyorlar Sevr anlaşmasını kabul ettirmek için. Böyle bir baskı ortamı var. Milli Mücadelenin geleceği belirsiz, ufuklar kapalı. 

“Mehmet Akif ümitisizliği reddediyor”

Böyle bir zamanda kim ümit ve iman telkin edebilir? Ancak güçlü imanı olan, ümitsizliği reddeden biri. Biliyorsunuz Mehmet Akif bütün şiirlerinde yeisi reddediyor, yerden yere çalıyor. Ancak böyle birisi Mehmet Akif gibi kavi imanlı birisi böyle bir şiir yazabilir. Ancak Mehmet Akif yarışmaya katılmıyor, arkadaşları söyleyince katılmayı reddediyor. Ardından resmi baskı yapıyorlar. Bunların hiçbirini kabul etmiyor Mehmet Akif. Fakat ısrarlar üzerine ve Maarif Vekili Hamdullah Suphi’nin, “tamam bütün şartlarını kabul ediyoruz” şeklinde bir tezkere yazması üzerine ve beni esas tespitim Hasan Basri Çantay’ın bir sözü üzerine Mehmet Akif yazmayı kabul ediyor. 

“Arkadaşının sözünü yere düşürmemek için İstiklal Marşını yazmayı kabul ediyor”

Mehmet Akif, Hasan Basri Çantay ile Tacettin Dergahı’nda beraber kalıyor. Tacettin Dergahı İstiklal Marşının yazıldığı evdir aynı zamanda. Birlikte meclise gidiyorlar ve mecliste ilkokullardan getirilmiş sıralar var. Aynı sıraya oturuyorlar. Hasan Basri Çantay görüşmeleri çok dikkatle takip eden bir milletvekili, notlar alıp sorular soruyor.

O gün ise Mehmet Akif, Hasan Basri Çantay’ın hiç konuşmadığını, bir şeyler yazıp çizdiğini görüyor. Ve ona ne ile uğraşıyorsun diye soruyor. Hasan Basri Çantay ise, İstiklal Marşı yazıyorum, cevabını veriyor. Mehmet Akif’te şaşırıyor. Hasan Basri Çantay, sizin teklifi kabul edeceğiniz konusunda Hamdullah Suphi Beye söz verdim, diyor. Mehmet Akif iki kez daha soruyor, söz mü verdin diye. Her defasında Hasan Basri, evet cevabını verince Mehmet Akif’te arkadaşının sözünü yere düşürmemek için Marşı yazmayı kabul ediyor. Ve iki günde yazıp teslim ediyor. 

Konuşmasında Mehmet Akif’in Ankara’dan bir tüfek ve bir madalya ile döndüğünü ifade eden Doğan, Akif’in Milli Mücadele sonrası dönemde bir tehdit olarak algılandığını belirtti. Doğan, Mehmet Akif’in Mısır’a gidişine de değindi:

“Milli Mücadelenin fikri zemini tamamen diniydi. Bu zafere kadar sürdü. İngilizlerle masaya oturduktan sonra işin rengi değişmeye başladı. 1923 yılı Şubat ayında Lozan Müzakereleri düzenlendi. İsmet Paşa döndü. İsmet Paşa’nın oradaki havayı Mustafa Kemal’e şöyle aktardığı iddia ediliyor: “Biz müslüman oldukça bize rahat yok, bize istiklal vermeyecekler”.

Bundan sonra tren adeta makas değiştiriyor, dini bir zeminde ilerlerken birden din karşıtı bir zemine  oturuyor. Lozan Müzakerelerinin 2. safhasından itibaren her şey değişmeye başlıyor. Böyle olunca Mehmet Akif’e de ihtiyaç kalmıyor. Mart ayında Ali Şükrü Beyi katlediyorlar, nisan ayında Meclis feshediliyor. 1923 Mayıs’ında Mehmet Akif İstanbul’a dönüyor, trenle.

Yanında Ankara’dan iki şey getiriyor, birisi Mehmet Akif’in İstiklal madalyası biri de tüm milletvekillerine hediye edilen bir tüfek. Bir madalya bir tüfek ile İstanbul’a dönüyor. Emekli değil, işi yok. Bir süre dergi çıkarıyorlar. 1925’te şark isyanı olduğu için dergi kapatılıyor. Derginin yayıncısı Eşref Edip, Diyarbakır İstiklal Mahkemesi’ne götürülüyor.

Orada söyledikleri şey şu; “Sizin dergi Diyarbakır’da çok satılıyormuş, Şeyh Sait de bunu okuyormuş”. 6 aya yakın Eşref Edip’i tutuyorlar. Sonra bir daha dergi çıkarmama ve yazmama şartıyla serbest bırakıyorlar. Mehmet Akif’te Mısır’a gidip geliyor o sırada. Mehmet Akif gitmese, evinde kalsa ve hiç dışarı çıkmasa dahi bir tehdit olarak algılanıyor. Tehlikeli görülüyor. Mehmet Akif, kendisine de ihtiyaç duyulmadığı için Mısır’a gidiyor. Orada 11 yıl yaşıyor. Son şiir kitabını orada yayınlıyor.”