‘Çağdaş’ Fişleme Modern Travma: 333

Etkinlikler
Bülent Şahin Erdeğer/on5yirmi5.com Başörtüsü yasağı 12 Eylül Darbesi sonrasında başlayan ve 28 Şubat darbesiyle doruğa çıkan bir sorundu. Yasak sebebiyle yüzbinlerce insanın hayatı doğrudan etkilenirk...
EMOJİLE

Bülent Şahin Erdeğer/on5yirmi5.com

Başörtüsü yasağı 12 Eylül Darbesi sonrasında başlayan ve 28 Şubat darbesiyle doruğa çıkan bir sorundu.

Yasak sebebiyle yüzbinlerce insanın hayatı doğrudan etkilenirken hem mağdurlar üzerinde hem de çevrelerinde tarihe geçecek bir travma etkisi bıraktı yasak.

Bugüne geldiğimizde ise yasak fiilen minimuma indirgenmiş durumda. Bu olumlu havaya rağmen halen Türkiye, yasağın etkileri ve mağduriyet alanı hakkında tam bir yüzleşme gerçekleştirmiş değil.

Gidemeyenler için Fotogalerimizde Sergiyi açtık! Tıklayın!


Başörtüsünü inancı sebebiyle çıkartmayan ve eğitim hakları engellenen gençlerden, aile baskısı ve laikçi "mahalle baskısı" sebebiyle başını açan öğrencilere, bu iki tercih arasında sıkışıp peruk takmak ya da yurtdışında eğitim gibi ara formüllere başvuranlara kadar Başörtüsü yasağının ürettiği travmalar hem psikolojik hem de sosyolojik bir çok yaraya sebep olmuştu.

İşte toplumda halen etkileri devam eden bu soruna dikkat çeken çarpıcı bir fotoğraf sergisi açıldı: 333!

 

Teması başörtüsü yasağı olan ve adını yaşanmış bir olaydan alan "KOD 333 BİR YASAĞA BAŞTAN BAKMAK" fotoğraf projesi, 14 Aralık’ta Taksim Sanat Galerisi’nde sergilenmeye başladı. Sergi 28 Aralık’a kadar sürecek.

Sergiye konu olan proje adını yaşanmış bir olaydan alıyor. 2007 yılında Açık Öğretim İlahiyat Fakültesi’ne kayıtlı bir öğrencinin sınav sonuç kâğıdına, sınavlara başörtüsünün üstüne peruk takarak girdiği için "Kılık Kıyafet Yasası"nı ihlal ettiği gerekçesiyle 333 işareti konulmuş ve kendisine herhangi bir açıklama yapılmadan sınavı iptal edilmişti.,

 

2007-2010 yılları arasında çalışılan KOD 333 BİR YASAĞA BAŞTAN BAKMAK projesine, öğrenci, doktor, avukat, öğretmen, kent planlamacı, belediye meclis üyesi, milletvekili eşi, ev hanımı gibi farklı sosyal statülerde olup aynı yasaklamayla karşılaşan 34 kadın katıldı. Çekilen fotoğraflarda kadınların yüzleri bir robot resimle kapatıldı. Bu resim polislerin suçlu eşkâli belirlemek için kullandıkları yazılımlardan biriyle gerçekleştirildi. Böylece yasağın doğurduğu suç-suçluluk, saklanmak-yasaklanmak gibi olguların sorgulanması amaçlandı.

 

Kendisi de başörtüsü sorununun mağdurlarından olan Cihan Aktaş, sergiyi hazırlayan Gülnur Güner’le, bu çalışma ve genel olarak yıllardır gerçekleştirdiği projeler üzerine konuştu.
 

-Fotoğraf çekmek sizin için nasıl bir anlama sahip? Bir tutku mu? Bu tutku için fedakârlık yapmanız gerekti mi?

Tutku mudur bilmiyorum yaklaşık 10 yıldır fotoğrafla uğraşıyorum. Ben biraz korkak biriyim, hayatın akışı içerisinde çoğu zaman kaçış halindeyim, fakat her kaçışta daha çok hayatın içinde buluyorum kendimi, galiba yanlış yöne kaçıyorum. Fotoğraf o kaçış ve kayboluşlarda hem hayatın içine çekiyor beni, hem de kendimi bulmamı sağlıyor gibi. Bu yüzden ortada bir fedakârlık falan yok, kendiliğindenlik belki.

-Dijital zamanlarda fotoğrafın sanatlaşması zorlaşıyor mu sizce? Yani fotoğraf günümüzde sanatsal düzeyde mi yoksa bir teknik, araçsal bir faaliyet olarak mı gelişmekte…

Fotoğraf ve teknoloji iç içe şeyler, dijitalin getirdiği imkânlar fotoğrafın önünü açıyor, üretme imkanını arttırıyor bence, bu açıdan dijitalin fotoğrafın sanatlaşmasını zorlaştırdığını sanmıyorum. Ayrıca, bu gün fotoğraf çeken neredeyse  herkes, "herkesin fotoğraf çekmesinden" şikayetçi. Aslında fotoğrafı günlük kullanımın dışına çıkarıp anlam üretme aracına dönüştürmek belli bir emek ve bilgi gerektirir, bu açıdan herkes "fotoğraf" çekmiyor olabilir. Ayrıca fotoğrafın yaygınlaşmasının, kullanım alanın çeşitlenmesinin bir zenginleşme ve canlılık olacağını da düşünüyorum.

KOD 333 projesi nasıl gelişti? Kimlerden destek aldınız?

İsrailli bir belgesel film yönetmeni olan Eyal Sivan, belgeselcilerin aslında ötekine dönüp "biz sana konuşma hakkı veriyoruz" deme halinden bahseder. KOD 333’ün de bu hassasiyetten doğduğunu söyleyebilirim. Başörtüsü yasağı, binlerce kadının ve yakınlarının sosyal ve psikolojik sorunlar yaşamasına neden olmuş büyük bir toplumsal meseledir ülkemizde.  Ayrıca dış görünüşle ilgili bir konu olduğu için görsel açıdan da belgesele-fotoğrafa uygundu. Özellikle peruk meselesi çok ilgimi çekiyordu. Fakat kadınların projeye katılmalarını, rahatlıkla duygu ve düşüncelerini ifade etmelerini sağlamak nasıl olacak diye düşünüyordum. Peruklu ya da başı açık görüntü almak neredeyse imkânsızdı, Nitekim bazılarını ikna etmek hiç kolay olmadı bazıları da ikna edilemedi. Onların "yasaklanmalarıyla" birlikte "saklanmaları"  gibi bir taraftan "saklamak" ama aynı zamanda bu kötü uygulamanın yıkıcı etkilerini açığa çıkarmak gerekiyordu. Üstelik bu insanlar yasaya aykırı hareket etmekle suçlanıyorlardı hangi suç? Hangi yasa? Bu arayışlar polislerin suçlu eşkâli için hazırladıkları robot resim kullanma fikrini doğurdu.

Sonra çekimler başladı, önce siyah beyaz çekimler yaptım fakat sonuçtan emin değildim. Renkli çekimler de denedim ve ortaya çıkan ilk fotoğraf KOD 333 olayını yaşayan kadının fotoğrafıydı, o fotoğrafta bütün seri zihnimde göründü. O zamana kadar analog makine kullanıyordum, gidip bir dijital kamera aldım. Böylece dijitale de geçiş yapmış oldum.

Bu projede Fotoğraf Vakfı’ndan Yücel Tunca ve Orhan Cem Çetin bana danışmanlık yaptılar, 4 yıl boyunca desteklerini esirgemediler. Çok verimli, zevkli bir çalışma sürecimiz oldu.  Projenin zaman içersinde dağılmaması ve başlangıç noktasından sapmamasında Yücel Bey’in yönlendirmeleri çok iyiydi. Cem Bey’in, yaptığımız görüşmelerde çok net ve açık bir şekilde "taraf" olduğunu ve bu tip konularda taraf olmaktan kaçınmamak gerektiğini söylemesi, böylesine zor ve ağır bir konuda bana güç verdi, moral oldu. Her ikisine çok teşekkür ederim.

Başörtülü bir hanımın elinde kamerayla dolaşması artık olağan bir olgu mudur?  Soruyu sadece serginizi izleyen kimi yabancı gözler açısından soruyorum tabii…

Benim açımdan bir hayli tuhaf bir soru bu tabii… Her insan gibi başörtülü kadınlar da örtüleriyle değil yaptıkları işlerle anılmayı hak ediyorlar.  Başkalarının başörtülü doktor, başörtülü avukat başörtülü öğretmen, başörtülü… demesi rahatsız ediciyse aynı şeyi neden kendimize yapıyoruz, ötekileştirilmeyi içselleştirme gibi bir durum mu var acaba?.. Ayrıca bu gün elinde kamerayla dolaşmak hiç kimse için zor değil, bunu görüyoruz zaten, önemli olan kişinin neye odaklandığı, ne anlattığı. Bu noktada başörtülü ya da açık, hiç önemli değil bence.

Yukarıdaki soruyu sormamın sebebi, fotoğraf makinesi ile kadının mahremiyeti arasında kurulan olumsuz bağ. Yirminci Yüzyıl’ın başlarında Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi Güzel Sanatlar Okulu’nda resim derslerinde bir çingene kızının model olarak kullanıldığını öğrendiğinde, şunları yazmıştı: "Birkaç iyi yanlarının hatırı için Avrupalılardan aldığımız kötülüklerden bir tanesi de şu insan vücutlarının resmini ve fotoğrafını çekmek rezaletidir."

Fotoğraf makinesi Batı’dan her şeyden önce, "Kur’an’ı kapat, kadınları aç" gibi sloganları olan bir kadın özgürlüğü akımıyla birlikte geldi. O tarihlerden bugüne alınan mesafeyi hazmedebildi mi toplumumuz? Yani fotoğraf şimdi bir mahremiyeti açma tekniği olarak görüldüğü oranda, tersi amaçlara da katkı sunma konusunda ne derece ustalıkla kullanılıyor dersiniz? Daha özlü olarak, sizin çalışmanız bir istisna mıdır, yoksa benzeri çalışmalarla kamusal alana mahrem anlayışlarını taşımakta anlamlı bir mesafe kat etti mi Müslüman kadınlar?

İç içe geçmiş çok zor sorular, anladığım kadarıyla şunları söyleyebilirim. Fotoğraf ve mahremiyet çok hassas ve önemli bir konu,  yıllar önce Bağcılar sokaklarında dolaşırken bir yaşlı kadına denk gelmiştim, oğlu bahçede odun kırıyordu, o da binanın kapısında oturmuş etrafı seyrediyordu, bembeyaz bir örtü vardı başında, yanına yaklaşıp fotoğrafını çekmek istediğimi söyledim, "çek ama namahreme gösterme!" dedi. "Ama"dedim "ben bu işi öğreniyorum, en azından hocalarıma göstermem, onların değerlendirmelerini dinlemem lazım,"  Dedi ki, "olmaz, senin hocan benim hiçbir şeyim; ne kardeşim, ne oğlum, ne de kocam…"  Benzer şekilde başörtülü kadınların genelde, bu mahremiyet meselesiyle alakalı olarak kameradan kaçmak gibi refleksleri var. Ben fotoğrafın "rezalet" bir şey olduğunu düşünmüyorum. Mustafa Sabri Efendi’nin dışarıda bıraktığı "birkaç iyi yanını"önemsiyorum.  Aslında tüm mesele kullandığınız araçla hesaplaşmayla alakalı olabilir. Bir de fotoğraf her zaman açığa mı çıkarır, yoksa gösterirken gizler mi? Bu açıdan da konuyu düşünmek lazım.

Ayrıca kamusal alana mahrem anlayışının taşınması sadece Müslüman kadınların meselesi olamaz. Genel olarak Müslümanların neler yaptığına bakmak lazım, bu açıdan durum pek iç açıcı görünmüyor bence. "Kamusal alan"la Müslüman kadınların ciddi meseleleri olduğunu da unutmamak lazım, bu mesele ister istemez yeni arayışları da getirecektir, KOD 333’ün bir istisna kalacağını hiç sanmıyorum.

Sergi nasıl karşılandı? Sizi şaşırtan ya da mutlu eden uç örnekler yaşandı mı?

Sergiye ilgi çok güzel. Sergiyi gezen başörtülü kadınlar hikâyeleri okuduktan sonra, benle röportaj yapan muhabirlerden bazıları da  dahil, kendi başlarına gelenleri anlatmaya başlıyorlar. Birkaç kez, sergiyi gezerken ağlayan kadınlara rastladım, bu beni çok etkiledi, bir başkası "bizi onurlandırdınız." dedi. Açıkçası bir çeşit rehabilitasyon etkisi de yaptı gibi geliyor bana, bu kadarını beklemiyordum.

Bu arada  www.kod333.com sitesinin hazırlıkları maalesef henüz bitmedi birkaç güne kadar bitirmeye çalışıyoruz. Orada fotoğraflar dışında projeye katılanların ses kayıtları da olacak. Başörtülü kadınların yaşadıklarını kendi seslerinden duyacağız.

KOD 333 Ankara’dan davet aldı, İstanbul’dan sonra Ankara’da da sergilenecek, umarım başka yerlere de gider çok fazla insana ulaşır.

Gerçekleştirdiğiniz bir diğer önemli projeyi, İstanbul’un  Bağcılar ilçesindeki okuma yazma seferberliğine katılanları konu alan "40 Fotoğraf 40 Hikâye: Hem Okudum Hemi de Yazdım" projesinini  izleme şansım olmuştu. Ne tür geri bildirimler aldınız?

"40 Fotoğraf 40 Hikaye Hem Okudum Hemi de Yazdım." İlk projem, klasik siyah beyaz teknikle üretilmiş 90 küsur fotoğraf ve metinlerden oluşuyordu. 2007’de UlisPhotoFest’te sergilendi. O projede danışmanım gene Fotoğraf Vakfı’ndan Kemal Cengizkan’dı. Sergilenmesi de gene Orhan Cem Çetin ve Yücel Tunca’nın sayesinde olmuştu. O tarihlerde bu tip desteklerin kıymetini yaşadığım bir olayla anlatmayı deneyeyim. "40 Fotoğraf 40 Hikaye…" Tütün deposundaki sergiden sonra özel bir üniversitenin eğitim/öğretim yılı açılış etkinlikleri içinde yer almak üzere davet almıştı. Benimle irtibata geçen hocayla yaptığımız telefon görüşmeleri çok güzel geçti hatta beni fotoğraf derslerinden birinde bir söyleşiye de davet ettiler, fakat sonra başörtülü olduğum ortaya çıkınca sergi iptal edildi. Çok  tuhaf bir şeydi, telefondaki hoca okul yönetiminin başörtümden dolayı sergiden vazgeçtiğini söylerken o kadar mahcuptu ki benim adamı teselli etmem gerekti, çok tuhaftı gerçekten, unutamıyorum. Tam da KOD 333’e başlamayı düşündüğüm günlerdi, kesinlikle KOD 333 yapmalıyım demiştim.

Birikimleri bir sonraki noktaya taşımakta böylesi tecrübeler büyük önem taşıyor. KOD 333’de mutlaka iptal edilen serginizin üzüntüsünün izleri de var.

İlk tanıştığımız dönemlerde birlikte bir sinema filmi yapalım diye konuştuğumuzu hatırlıyorum. Hâlâ sinema alanında çalışma düşünceniz var mı?

Neden olmasın diyeceğim ama uzun metraj bana uzak galiba, çok sevdiğim iki küçük hikâye var, kısa film için çok uygun gibiler… Bilemiyorum, fotoğraf daha ağır basıyor bende. Bir de KOD 333’e çalışırken bu konuyla ilgili bir bilgisayar oyunu fikri oluşmuştu kafamda, büyük sermaye ve teknik donanım, bilgi beceri gerektiren işler, biraz zor ama bakalım artık.

Farklı, değişik bir sergi KOD 333. Hem kamusal alanı dönüştürme, alternative kamularda derinleşme, hem de kamusal alan- mahremiyet bağlamında yeniden düşünmek açısından öncü bir çalışma. Bugüne kadar obje gibi görülerek üzerinden söz üretilen ya da tanımlama girişimleriyle varlık alanları daraltılmak istenen başörtülü kadınların kendilerini doğrudan ifadesinde alınan mesafeyi farketmek açısından bu sergi izlenmeli mutlaka, diye düşünüyorum. Söyleşi için teşekkür ediyor, bu yöndeki çalışmalarınızı sürdürmenizi diliyorum.

-Ben de çok teşekkür ederim ilginize.

GÜLNUR GÜNER’İN DAHA ÖNCEKİ ÇALIŞMALARI

– İstanbul’da doğdu.

– 1997- Mimar Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu.

– 2001- İFSAK’ın Temel Fotoğraf Eğitimi seminerlerine katıldı.

– 2002- İFSAK’da Ömer Orhun’un "GÖR-ÇEK" atölyesine katıldı.

– 2004 – İFSAK’da Hüsnü Atasoy’un  karanlıkoda atölyesine katıldı. Bu atölyede hazırlanan "İnanç" konulu çalışmalar 20. İstanbul Fotoğraf Günleri’nde sergilendi.

– 2005  Kadınlar İçin Kadınlar Tarafından Girişimi’nin, şiddet gören kadın ve çocukların rehabilitasyonunda kullanılmak üzere Darphane-i Amire’de düzenlediği açık attırma ve sergide   2 fotoğrafıyla yer aldı.

– 2004-2006 – Fotoğraf Vakfı’nın Belgesel Fotoğraf Atölyesi’nde Bağcılar ilçesindeki okuma yazma seferberliğine katılanları konu alan "40 Fotoğraf 40 Hikâye: Hem Okudum Hemi de Yazdım" projesini gerçekleştirdi.

– 2007- "40 Fotoğraf 40 Hikâye: Hem Okudum Hemi de Yazdım"  fotoğraf sergisi, ULİSfotoFEST’07’de sergilendi.

– 2007-2010 – "KOD 333 BİR YASAĞA BAŞTAN BAKMAK" projesini çalıştı.

– 2011 – "Ürdün’ün Süresiz Misafirleri: Filistinli Mülteciler" çalışması Fotoğraf Notları dergisinin Nisan sayısında yayınlandı.

– 2011- Lise öğrencileriyle birlikte hazırladıkları "Yaşayan Portreler"  fotoğraf projesini, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti MEB Bakırköy İlçesi Sanat Eğitimi Fonu’ndan destek alarak gerçekleştirdi.