Sakıp Sabancı Müzesi’nde ‘Bir Ülke Değişirken-Tanzimattan Cumhuriyete Türk Resmi’ başlığıyla açılan sergi, modernleşme sürecinde resim sanatının değişen veçhelerini farklı dönemlerden seçilmiş 100 eserle gösteriyor. Sergiye yıl boyunca eğitim programları da eşlik edecek.
Resimlerin değişmez sanılan ruhundaki hareketi görebilmek için o durağan anın öncesini, sonrasını tahayyül etmeye çalışırız. Ressamlar için o anın bir başlangıç noktası vardır ama o imgenin ‘sonsuzluğunu’ çizen somut bir çerçevesi yoktur muhtemelen. Asırlar boyunca seyahat edebilen resimler varlık sebeplerini ve sürelerini biraz da bakanın değişen algısına borçludur. Yazar, eleştirmen John Berger, "Yüz ya da beş yüz yaşında olsun bütün bitmiş resimler izleyicinin şu an tuvalde görmekte olduğu şey hakkında yapılmış, geçmişten devralınan kehanetlerdir." der. Öyledir zira resim sanatı izleyenin hayal gücüyle yaşar.
Geleneksel teşhir tercihiyle geçmişin Paris salonlarını anımsatan sergi salonunda, resimlerin derinliklerindeki hikâyelerle kaybolduğumda, o kehanetleri muhayyilemde canlandırmaya çalışıyordum. Cazip olan, onları hayranlıkla izleyenlerle birlikte zamansız bir hayat sürmeleriydi. Hüseyin Zekai Paşa’nın 1897 tarihli ‘Yıldız Parkı’ resminde gördüğüm boğaz, orman ışığı, gölgeleri ve kontrastlarıyla döneminin ruhunu yansıtıyordu. Halil Paşa’nın 1898 tarihli ‘Şakayıklar ve Kadın’ isimli çalışmasındaki kadının, şakayıkların mahzun canlılığı, ‘Pembeli Kadın’ portresinin ürperten bakışları, izleyeni o resimlerin yapıldığı ana götürüyordu. Hoca Ali Rıza’nın çam fıstıklarının altında soluklanmak, geleceğe o andan bakmayı da mümkün kılıyordu. Nazmi Ziya Güran’ın ‘Şezlongda Pembeli Kadın’ı, İbrahim Çallı’nın ‘Hamak’ta Uzanmış Kadın’ı, meşhur ‘Manolyalı Natürmort’u, Şevket Dağ’ın ‘Meyveler ve Çiçekler’i, ‘Ayasofya’sı, Süleyman Seyyid’in ‘Elmalı Natürmort’u, hepsi, her an onlara hayranlıkla, merakla bakanlarla birlikte çoğalıyor, adeta yenileniyordu. Sonra zaman usulca kendi yatağında akmaya başladı ve bizler de onların değişen ruhuna hayal gücümüzle eşlik ettik.
Sakıp Sabancı Müzesi’nde ‘Bir Ülke Değişirken-Tanzimattan Cumhuriyete Türk Resmi’ başlığıyla açılan sergi, modernleşme sürecinde resim sanatının değişen veçhelerini farklı dönemlerden seçilmiş 100 eserle gösteriyor. Aslında hedeflediği yıl boyunca sergiye eşlik eden eğitim programları, atölye çalışmaları ve rehberlik turlarıyla bu toprakların geç keşfedip hemen iştiyakla sahiplendiği resim sanatı üzerinden, bir ülkenin toplumsal, sosyal ve ekonomik dönüşümünü de anlatmak.
Harita Çiziminden Resim Sanatına
En başından itibaren sırayla farklı salonlarda izlediğim bu yolculukta, beni en çok resmin henüz halkla buluşmadığı dönemde, sadece saray çevresinden yüksek sınıfa mensup insanların evinde sergilenen kadın portreleri, vaktiyle yemiş denilen natürmortlar, manzaralar etkiledi. Ne de olsa ‘Müstakiller’ diye adlandırılan Cumhuriyet’in ilk sanatçı grubunun ve sonraki kuşağın resimlerine aşinaydık. Halbuki Osmanlı’da resim sanatının ilk kez askeri eğitim veren okullarda harita çizimi gibi amaçlar doğrultusunda başladığını ve bu sanata ilgi duyan asker gençlerin yeteneklerini keşfediş öyküsünü, dikenli maceralarını o kadar iyi bilmiyorduk. Sarayın sanattaki gelişmeleri itinayla desteklediğini, Osman Hamdi Bey’in, Şeker Ahmet Paşa’nın ve Süleyman Seyyid Bey’in devlet olanaklarıyla Paris’e eğitime gönderildiğini, 1883’te Sanayi-i Nefise Mektebi açıldıktan sonra İbrahim Çallı ve Hikmet Onat gibi gençlerin Avrupa’da eğitim alma şansına sahip olduğunu ayrıntılarıyla öğrenmek ‘Batılılaşma’ sürecinde neler yaşadıklarını anlamak, bakışı da etkiliyor.
Türk izlenimcileri olarak da adlandırılan 1914 isimli grupta, Paris’te Juilan Akademisi’nde burslarla ve kendi imkânlarıyla okuyan gençlerin Türk resminde kadın portresi, manzara ve natürmort gibi türlerin yaygınlaşmasında oynadıkları rolü idrak etmek önemli. Her daim bize söylendiği gibi, resim sanatında -en azından yetenek ve yorum hususunda- Batı’dan o kadar da geri kalmış olmadığımızı da söylüyor bu resimler çünkü. 18. yy’dan itibaren minyatür sanatının resim sanatına doğru kayışını tarihsel gerçekleri ve iyi örnekleriyle izlemek geçmişi merak eden yeni kuşakların ilgisini çekecektir. Mesela Sultan Abdülmecid’in İstanbul’un muhtelif camilerinde levhaları bulunan bir hattat olduğu bilgisini, Ferik Ahmet Paşa’ya Batılı anlamda portresini yaptıran devlet adamı kimliğini, Halife Abdülmecid Efendi’nin ‘Hanzade Sultan Portresi’yle buluşturarak izlemek dönemin sanatıyla yeni tanışacak olanlara farklı bir boyut ve derinlik kazandıracaktır.
Türkiye’de ilk kez sergilenecek olan Osman Hamdi Bey imzalı ‘Naile Hanım’ portresi, Halil Paşa’nın 1889’da sergilenen ve Bronz madalya ile ödüllendirilen ‘Madam X’ adlı eserin ödül belgesiyle sunulması önemli ve çarpıcı lakin ben en çok İzzet Ziya’nın 1917 tarihli ‘Deniz Kıyısındaki Kız’ tablosunun önünde kaldım. Ziya, Sanayi-i Nefise’yi birincilikte bitirmiş 1903’te. Paris’teki eğitiminden bitirip Zonaro’dan sonra saray ressamı olarak da çalışmış. Giderseniz, dirseklerini kayaya yaslamış kırmızı şemsiyeli, beyaz elbiseli kadının melankolik bakışlarının dalgalarla nasıl buluştuğuna bakın isterseniz. O anın öncesini, sonrasını, yapılış hikâyesini bir düşünün. Ya da oradan usulca Hüseyin Avni Lifij’in masmavi ‘Türbe’sine doğru çevirin yönünüzü. Resim sanatının hayatınızdaki karşılığını en çıplak haliyle göreceksiniz.
Zaman