Röportaj: Pınar Yıldız
Ali Bey, bize TYB’deki görevinizden bahseder misiniz?
Öncelikle bu göreve ben talip olmadım, kucağımda buldum. Birgün yazar arkadaşlar kapımı çalıp, “Bu görevi senin yapmanı istiyoruz,” dediler. Altı yıldan beri de azad etmediler. Türkiye Yazarlar Birliği, otuz yıllık bir geçmişe sahip ve Türkiye’nin en büyük yazar örgütü. Türkiye’nin pek çok yerinde de şubesi var.
Yazarlar arasında dayanışma kurmak, ülke içinde ve uluslar arası kültürel etkinlikler düzenlemek, kurumun üstlendiği işler arasında. Böyle bir kurumda öncü rol üstlenmekten memnunum. Genç yeteneklerin keşfedilmesi konusunda da özellikle gayret sarfediyorum. TYB, yazar ve sanatçılara ödüller veriyor. Periyodik olarak paneller ve anma programları düzenliyor. Bunların da hayatın bir parçası olduğunu düşünüyorum. Belki şu denilebilir; bu görevleri fazla uzatmamak lazım. Çünkü yeni romanımı yazacağım ama vaktim yok.
RÖPORTAJIN İLK BÖLÜMÜNE BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ…
Öyle mi? Yeni romanınız hakkında bize ne sırlar vereceksiniz?
Bir Mevlana romanı olacak. Başlangıç anlamında bir çalışmam var. Büyük ve zor bir çalışma. Çünkü Mevlana’yı anlamanın ve anlatmanın basit bir şey olmadığını düşünüyorum.
Mevlana ile ilgili pek çok kitap yazıldı. Bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bir yorum yapmayacağım ama şöyle diyebilirim: Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Bu kitapların değerini de zaman belirleyecek.
Yazmak bilgi, emek istiyor. Fakat birkaç kitap okuyup internetten yararlanarak kitap yazanlar var. Bu konuya nasıl bakıyorsunuz?
İnternet, insanı bir yere götürmez, ancak çöplüğe götürür. Nadiren çöplükte inci bulabilirsin fakat inciden anlamak da maharet ister. Bilirsen bulursun. Bilginin kaynağı kitaplar ve kütüphanelerdir.
Günümüzde Mevlana sanatın her alanına konu oluyor. İnsanlar, Mevlana’yı merak ediyor. Belli ki ihtiyaç var. Bu açlık nedir, neyin ihtiyacıdır?
İnsanlar sevgiye, hoşgörüye, anlaşılmaya, tövbeye aç. İnsanlar, insana aç! Bütün bu ihtiyaçlar bizi Mevlana’ya götürüyor. Çünkü Mevlana, insanı aşkla sevdi. İnsandan sıçrayıp Hakk’a ulaştı. En günahkâr insanda, bir güzellik aramaya çalıştı. Çağımızın hoşgörüsüz, bencil insanlarının, kaba urbalarını çıkarmaya, Mevlana’nın atlastan diktiği elbiseleri giymeye ihtiyacı var.
Aşkı nasıl tanımlıyorsunuz?
Aşk, elde edilemeyendir. Kalplerimizin Allah’ın elinde olduğuna dair bir ayet var. Madem ki kalpler Allah’ın elindedir, o zaman aşk da Allah’ın elindedir. O, bir insanın sevgisini kalbimize koyduysa, kendi sevgisini de o kalbe koyabileceğini işaret ediyordur bence. Bize o sevgiyi veren kendi sevgisini de verir.
Aşk kelimesinin içi boşaldı. Oltanın ucundaki solucan haline geldi aşk. Herkes birbirini bu kelimeyle avlıyor.
Peki nereye gider bu avlanan nesil?
Ben ümidimi kaybetmiyorum. Dibe vurduğumuzda bile yukarı sıçrama ihtimalimiz var. Bir köpeğe su içirmek bile bizi cennete götürebilir. Babaannemin bir sözüyle cevap vereyim, “Bülbül evladı, birgün gelir öter.” Bu neslin bir gün gerçek hüviyetine dört elle sarılacağını düşünüyorum.
İlhamın, sizi şiir yazmaya mı yoksa hikâye veya roman yazmaya mı yönlendirdiğini nasıl anlıyorsunuz?
Size bir sır vereyim, ben aslında adı öykü de olsa, deneme de olsa şiir yazıyorum. Şiir beni hiç bırakmıyor. Ama bu bazen deneme, bazen öykü formatında oluyor. Benim yazılarımı anlamayanlar ya da anlamakta zorlananlar suçu şiirime atsınlar.
Almayı çok istediğiniz bir ödül var mı?
Ben her gün ödül alıyorum. O kadar çok ödül alıyorum ki ödüllerimi koyacak yer bulamıyorum. Bir yazar için en büyük ödül, o yazarın ne yaptığını anlayan bir kalptir. Ben, her gün böyle insanların varlığından haberdar oluyorum. Bu benim için en büyük ödül.
Yazı atölyeleriniz var. Bize, bu atölyelerden ve yazar olmanın sırlarından bahseder misiniz?
İlk olarak şunu söyliyeyim; herkesin yazar olması gerekmiyor. Yazar adayı, kendine sormalı: Yazmak zorunda mıyım, beni yazmaya iten nedir? Yazmayı bir ihtiyaç ve zorunluluk olarak görüyorsa, doğru yolda demektir. Fakat istediği, görünme arzusu ve hevesten ibaretse kendine başka yollar arasın.
İkincisi; ciddi ve nitelikli okumalar yapmayanlara asla şans vermiyorum. İyi bir okur olmadan iyi bir yazar olunmaz. İyi bir okur olmanın gerekleri de kitaba hakkını vermek, sanat eserleriyle uzun zaman haşır neşir olmak, onları içselleştirmek, dilini ve kurgusunu kavramaktır. Ayrıca usta-çırak ilişkisinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Siz bakmayın, “Bu anadan doğma bir yetenektir sonradan öğrenilmez,” dendiğine. Ezra Pound olmasaydı T. S. Eliot; Puşkin olmasaydı Gogol; Schiller olmasaydı Goethe; Şems olmasaydı Mevlana olmazdı. Kimi zaman arkadaşlık şeklinde olur bu, kimi zaman hoca-öğrenci şeklinde. Bu işin yolu budur. Biz, atölyelerde varolan cevherleri ortaya çıkarmaya, oluşturduğumuz edebiyat atmosferinde de kendilerini göstermelerine imkân sağlıyoruz.
RÖPORTAJIN İLK BÖLÜMÜNE BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ…