Hattat Kurt: Edebi Ali Alparslan Hoca’dan öğrendik

El Sanatları
Ali Alparslan Hocamız 24 Ocak 2006 Salı günü yoğun bir kar yağışı altında Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verilmişti. Hat sanatında uluslararası çap...
EMOJİLE

Ali Alparslan Hocamız 24 Ocak 2006 Salı günü yoğun bir kar yağışı altında Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verilmişti.

Hat sanatında uluslararası çapta hizmetleri bulunan, memleketimizi birçok ülkede temsil eden Ali Alparslan, mütevazı bir hayat yaşayarak “Rakım mesleği”ni öğrenmek isteyen herkese ders vererek çok sayıda talebe yetiştirmişti. Hattat Ali Alparslan Bey’den talik sanatını öğrenen hattatlar bugün Cezayir’den Sudan’a; Bosna’dan Amerika’ya kadar oldukça geniş bir coğrafyada öz sanatımıza katkıda bulunuyor.

83 yıllık hayatında hat sanatına hizmet eden, talebe yetiştiren, kitaplar yazan, konferanslar veren Prof. Dr. Ali Alparslan, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki hizmet döneminde üniversite öğrencilerine ve hat sanatını öğrenmek isteyen herkese kapısını açık tutmuştu. Emekliliğinin ardından uzun yıllar Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde fahri olarak hat sanatına gönül verenlere ders vermiş; üniversitelere gidemeyen/alınmayan öğrencilere de Cuma günlerinde Süleymaniye Kütüphanesi’nde hat sanatının inceliklerini aktarmıştı.

Dünya Bülteni Prof. Dr. Ali Alparslan hakkında Hattat Tahsin Kurt’la bir röportaj gerçekleştirdi.

İbrahim Ethem Gören: Tahsin Bey, Ali Alparslan Hoca’yı nasıl buldunuz?

Tahsin Kurt: Askere gitmezden önce Hasan Çelebi Hoca’nın talebesiydim. Askerlik dönüşünde ne kadar aramış olsam da Hasan Çelebi Hoca’yı bulamadım. Sonradan öğrendim ki Hoca Medine-i Münevvere’ye Kuba Mescidi’nin yazılarını yazmaya gitmiş ve epey bir süre de orada kalacakmış… Yazıdan daha fazla ayrı kalamadığım için –araya askerlik de girdiğinden daha fazla mahrum kalmamak için- hoca arayışına girdim.

HASAN ÇELEBİ: ALİ ALPARSLAN TALİK YAZISI BİZLERDEN ÇOK DAHA İYİ YAZAR

Hasan Çelebi Hoca’dan ders aldığımın dönemde Ali Alparslan hocadan ve talik yazısından sitayişle bahsederdi. “Talik yazısı en iyi yazan odur. Ben size öğretiyorum ama Ali Alparslan talik yazısını bizlerden çok daha iyi bilir ve öğretir” diyerek Ali Alparslan’ın bu husustaki liyakatini teslim ederdi.

Arz ettiğim hususları Hasan Hoca’dan duymuştum ama Ali Hoca’yı tanımıyordum. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde tahsil gören bir arkadaşım okulda hat yazan bir hocadan bahsederdi. “Ali Hoca olabilir” mülahazasıyla bir gün Fakülte’ye gittim. Sora sora Ali Hoca’nın odasını buldum.

SİZDEN HAT ÖĞRENMEYE GELDİM

Ali Hoca, o esnada asistanının odasında meyve yemekle meşgulmüş. Kapıyı tıkladım. “Efendim ben sizden yazı öğrenmeye geldim” dedim. Gülümseyerek “Yazı mı öğrenmek istiyorsun” dedi. “Evet” cevabını verince “Evlat, yan odaya geç, geliyorum” dedi. Böylelikle Ali Alparslan Hoca’dan ders almaşa başladım. Ve yine böylelikle hocanın sempatik, yumuşak huylu, sevecen bir insan olduğuna şahit oldum.

Hoca neleri, hangi yazıları öğretiyordu?

Talik, celi talik, divani ve şikeste yazılarını öğretiyordu. Ben kendisinden talik ve celi talk öğrendim. İsteyene rik’a yazmasını da öğretirdi.

Direkt olarak talikten başlatır mıydı?

Hemen talikten başlatır, “İlla ki rik’a öğreneceksin” demezdi. Böyle bir prensibi de yoktu.

Talik sanatının incelikleri olduğu gibi insanlığında inceliği, ayrı bir zevki var. Hoca bu inceliklere bitamamiha vakıftı. Ders esnasında mezkûr incelikleri bizlere hâl lisanı ile öğretirdi.

10 tane talik levhası olmayanlar hocanın yazısını eleştiriyor…

Hocanın yazısını iyi görmeyenler olabilir! Hoca malzeme temini konusunda sıkıntı çekmişti. Uzun müddet ders öğreteceği talebelerini beklemişti. Bilahare talebeler geldikçe, yazıyı öğretme imkânı buldukça kendisi de böylelikle yazı yazmaya başladı. Hoca bir dönem yazmamış ya da çok az yazmış.

Hoca malzeme temininde sıkıntı yaşıyordu. Mesela ilimle meşgul olduğu ve öğretim üyeliği mesuliyeti olduğu için mürekkep imal edemiyordu. Epey bir zaman sonra talebe yetiştirmeye başlayınca yazıya ağırlık verdi. O zamanda belirli bir yaşa geldiği için malzeme hazırlamakla meşgul olamıyordu.

EDEBİ ALİ ALPARSLAN HOCA’DAN ÖĞRENDİK

Hoca’dan Ali Alparslan Merhum’dan ne öğrendiniz?

Nezaketi ve edebi ondan öğrendik. Hocamızın bir şey hoşuna gitmediğinde, bir durumu beğenmediğinde bile muhatabını kıracak bir şey söylemez, yüz ifadesini değiştirmezdi. İlgili kişi, hocanın yanından gittiğinde “İnsan kendini bilmez mi, gelmeze daha iyi olur” derdi. Hiçbir zaman ve hâl karşısında nezaketi elden bırakmazdı.

Meşk arkadaşlarınız kimlerdi?

Ali Toy, Ali Rıza Özcan, Cengiz Malbeleği…

Modern hatla arası nasıldı?

Pek yoktu… Modern hatta pek sıcak bakmazdı. Ben de öyleyim.

Hocanızın sizde ne kadar yazısı var?

Ali Alparslan Hoca’nın bende 5-6 adet imzalı yazısı var. Çıkartmaları sorarsanız onların sayısı çoktur.

İlmi talebelere aktarma metodu hususunda neler söylemek istersiniz?

Ali Hoca talebesinin durumuna; mizaç ve kabiliyetine göre yazı öğretirdi. Hoca evvelemirde hat sanatını sevdirerek öğretirdi. Bu durumu tüm ilimlere şamil edebiliriz. Sevmeden, istemeden öğrenme mümkün olmuyor. Hocanın sevdirerek öğretme gibi bir usulü vardı.

Talebe meşki geçemediğinde nasıl mukabelede bulunurdu?

“Evladım, bu meşki bir kere daha yaz” derdi. Bunu gücendirmeden, zorlaştırmadan, güzel bir hâl lisanı ile söylerdi. “Hat sanatında tekâmül etmek çok çalışmayı ve sabrı gerektirir, çalışmayı elden bırakmayacağız” cümleleriyle dolaylı yoldan talebesini ikaz eder, olumsuz bir cümleyi hiçbir zaman direkt olarak kullanmazdı.

Sizin meşkleri geçemediğiniz oldu mu?

Ali Hoca’dan uzun yıllar meşk ettim. Meşkimi geçemediğim zamanlar oldu tabii ki. Meşki geçemeyip de kaldığımda hiçbir zaman üzülmedim.

Niye?

Çünkü hoca konuşma adabını biliyordu. O müşfik sesiyle “Biraz daha gayret, bir daha yazıver evladım” dediğinde bizlere gayret gelirdi.

Ali Alparslan Hoca nev’i şahsına münhasır tevazu sahibi idi… Bu husustaki gözlemleriniz ne yöndeydi?

ALİ HOCA DA ZERRE KADAR ENANİYET YOKTU

Hocamızda zerre kadar enaniyet yoktu. Hocamızın mütevazı kişiliği muhatabına tesir ederdi. Ali Alparslan Merhum hiçbir zaman “Bu meseleyi en iyi ben bilirim” şeklinde ders anlatmazdı. “Benim hocamın usulü böyleydi. Harfi şu şekilde yapardı. Evladım siz de bu şekilde yapınız” diyerek, Necmeddin Efendi’den öğrendiği tarz üzere talik ilmini hüvesi hüvesine, milimi milimine bizlere aktarırdı.

Bu keyfiyet hat sanatıyla ilgili olsun ya da olmasın böyleydi. Hocamız çoğu kez dersi kıyas yoluyla, misaller vererek anlatma yolunu tercih ederdi.

İcazet süreciniz nasıl gelişti?

1987’den 2006 yılına kadar hocamla sürekli irtibat halinde bulundum. Yaklaşık 20 yıllık hukukumuzun üçte ikisi hoca-talebe münasebetiyle geçti. 1998 yılına kadar hocama yazı göstermeye devam ettim. Vefatını kadar da irtibatımı koparmadım.

ALİ HOCA SANAT MALZEMESİ SIKINTISI ÇEKİYORDU

Eski dönem hattatlar malzemelerini genellikle hazırlayan ustalardan alırlardı. Çünkü bu malzemelerden geçimlerini sağlayan ustalar, esnaf vardı. Beyazıt ve Sahaflar Çarşısı’nda bir zamanlar hattatların ve Topkapı Sarayı’nın kitabiyat hizmetlerine malzeme üretip satan 300 esnaf dükkânı olduğu rivayet edilmektedir.

Hoca döneminde bu türden hizmetleri veren sanat ve zanaat erbabının dükkânlarına kilit vurmak zorunda kaldığı için böylesi bir dezavantajı vardı.

Hoca’dan önceki hattatların böyle bir sıkıntısı yoktu. Hamid Aytaç’ın, Mustafa Halim Özyazıcı’nın, Necmeddin Okyay’ın böyle bir derdi yoktu. Onların kâğıtları çok iyiydi, mürekkepleri âlâ idi.

Bende Ali Bey’in “Bu da geçer ya Hu” şikeste talik yazısı var… Levha, Ali Alparslan Merhum’un tüm karakteristik özelliklerine sahip… Naif, usta çizgiler, harfler yerli yerinde, çok hafif tashih edilmiş ve kalemden çıktığı gibi kalmış, yahut bırakılmış…

Ali Alparslan Merhum tashihte zorlanıyordu. Yazacağı zaman kâğıt ve mürekkep derdi hiç bitmezdi. Bu ikiliden, kâğıt ve mürekkepten sürekli şikâyet ederdi. Hassas bir şekilde tashih yapmaz, yazısını kabaca tashih ederdi.

Ali Alparslan yazısının alâmetifarikası nedir?

Aslında az önce “Bu da geçer ya Hû”yu tarif ederken alamete değinmiş oldunuz. Alparslan Hoca’nın kendine has bir yazı tavrı vardı. Talebeleri, onca yazı içerisinden Ali Hoca’nın yazısını hemen ayırabilir. Ali Hoca’nın ince tashihli yazısı az vardır.

Necmeddin Hoca’yla münasebetine dair neler söylemek istersiniz?

İlim hocadan talebeye akarken talebe hocaya ne kadar edep ve hürmet gösterirse hocanın ilmi de talebeye o nisbette geçer, açılır…

Talebe hocasına amma vefatından önce amma vefatından sonra ne kadar hürmet ederse takdir-i Hüda ile ilme karşı liyakati artar, ilmi ziyadeleşir.

Hoca, bunun için hocası Necmeddin Efendi’yi her daim el üstünde tutmuş, “Tilmiz-i Necmeddin” ketebesini yazısından eksik etmemiştir.

Ali Alparslan Bey, bize aktardığı her hat ilminde mutlaka hocası Necmeddin Efendi’ye atıfta bulunurdu.

Ali Hoca’nın hat sanatına yeni başladığı dönemlere değinir misiniz?

İnsanları zaman ve mekânla irtibatlandırarak değerlendirmek de mümkün. Hocanın gençlik çağlarını yaşadığı ve hat sanatına başladığı ilk yıllar mahrumiyet yıllarıdır. O, hocalarının hocaları gibi sanatın kıymet bilindiği yıllarda yaşamamıştır maalesef.

Çünkü Hoca’dan evvel gelen hattatların değeri kendi dönemlerinde bilinmiş, eserlerine kıymet verilmiş. Osmanlının son dönemlerinde bile elit tabakayı biryana bırakın, az çok hali vakti yerinde olanlar bile hattatları el üstünde tutarak muhtelif vesileler ve merasimlerde eserlerini iyi fiyatlarla satın alarak misafirlerine/haziruna diş kirası olarak takdim edermiş.

Yaşadığı zaman münasebetiyle sadece Ali Hoca değil, kendisi gibi diğer hattatlar da Rakım mesleğini imkânsızlıklar içerisinde icra etmiş; yaptıkları eserlere, ortaya koydukları hünerlere iltifat edilmemiş, taltif eden olmamıştır.

Yazılarını satar mıydı?

Hocamız kolay kolay fiyat söylemezdi. Hocamızın yanında uzun yıllar bulundum. Ben Ali Alparslan Merhum’un direkt olarak fiyat söylediğini hiç duymadım. “Şu levham için şu kadar meblağ isterim” dediğine hiçbir zaman şahit olmadım.

Ali Hoca bu mülahazalarla yazılarına fiyat biçmez, muhataplarını bir nevi yazı almaya teşvik ederdi. Arkadaşlarının, yakınlarının, öğrencilerinin yazı almasını nimet bilirdi.

Hoca’nın çevresindeki hattatlar da öyleydi…

Evet, İbrahim Bey dönemin tüm hattatları böyleydi. Ama bahsettiğim gibi o dönemde yokluklar vardı. Hamid Hoca’nın Cağaloğlu’ndaki atölyesinde farelerin cirit attığı, bir müşterinin yazı sipariş etmeye geldiğinde ellerini ovuşturduğu anlatılır. Ne yapacaksınız? Yazı alan yok, hat sanatını öğrenmeye gelen yok, yazıdan anlayan yok!

Bilirsiniz, ama tekrar etmekte fayda vardır. Necmeddin Efendi’nin bir kıssası var bu hususta. O zamanlarda Necmeddin Efendi’nin bir yazısı müzayedede 200 liraya satılmış ama haberi olmamış. Kendisinin yazıyı kaça yazdığı da belli değil. Bir zaman sonra Necmeddin Efendi’ye “Hocam müzayedede yazınız 200 liraya satıldı” denilince Hoca’nın cevabı “Elhümdülillah yazımızı artık alanlar da var” şeklinde olmuş.

Sen benden yazı alamazsın diyenlerin hocanın ve Necmeddin Efendi’nin ahlâkına ihtiyaçları var…

Elbette… Ali Hoca hiçbir zaman hiçbir kimsenin yazı talebine olumsuz cevap vermezdi, “yok” demezdi.

Ancak Hoca’nın son zamanlarında çok kişi hocanın yazılarına talip oldu. Hocanın yaşlılık yıllarında gelen bu talepler karşılanamadı. Herkese yazamadı.

Ali Hoca’nın efendi bir kişiliği vardı. Sizce tanıyan hemen herkesin Ali Alparslan Hoca’yı sevmesinin sebep ve hikmeti ne olabilir?

İbrahim Bey bahsettiğiniz gibi hemen herkes Hoca’mı severdi. Onun eski(mez) Osmanlı kültüründen kalma fıtrî bir efendiliği vardı. Bize zaman zaman şöyle derdi. “Biz Üsküdar’da da oturmamız sebebiyle zaman zaman vapura binerdik. Öyle ki İstanbul beyefendileri birbirlerine sıra verirken, yol verirken vapuru kaçırırlardı. Eskiden vapurda, sokakta, okulda, her yerde insanlar beyefendiydi; İstanbul beyefendisiydi. İşte böyle bir kültür hocamın mayasında vardı.

ALİ HOCA HER HALİYLE ÖRNEK İNSANDI

Ali Alpaslan eski insanların, sanatkâr dedelerimizin neslini temsil ediyor. Hocamız her haliyle örnek insandı. Temizdi, tertemizdi… “Eski İstanbullular saçlarını düzgün tarar ve biryantin kullanırlardı, bende kullanıyorum.” derdi. Tiril tiril beyaz gömlekler giyerdi.

Necmeddin Efendi’ye dair neler anlatırdı?

Bir defa hocamız, hocası Necmeddin Efendi’yi çok severdi. Ne zaman yanında Necmeddin Efendi’nin bahsi geçse ondan minnet ve özlemle bahseder, gözleri dolardı. Necmeddin Efendi’nin hat sanatından, yazıdan çok iyi anladığını söylerdi.

Yazıdan kasıt nedir, iyi yazma mı iyi yazıyı anlama mı?

Her ikisi de… Üçüncüsü de ketebesiz yazının hattatını bulma hususundaki maharetinden söz ederdi. Ali Hoca, Necmeddin Efendi’nin ketebesi olmayan herhangi bir yazının hangi dönemde, hangi hattat tarafından, hangi tarihte yazıldığını büyük bir isabetle tahmin ettiğini bizlere anlatır, “Necmeddin Efendi’den çok istifade ettim” der ve eklerdi: “Hat sanatıyla ilgili hemen her şeyi Necmeddin Efendi’den öğrendim. İs mürekkebi yapmayı, kâğıt aharlamayı, kâğıdın evsafını bilmeyi, yazıya uygun olup olmadığını merhum hocamdan öğrendim.”

Ali Hoca, Necmeddin Efendi’ye gönülden bağlı olup onu çok severmiş… Hocasına hürmette kusur etmezmiş…

NA KADAR HÜRMET O KADAR İLİM…

Sebebi neydi sizce?

Hocaya karşı, sevgisi, muhabbeti ve edebi… Bu keyfiyet aslında talebenin hocasına karşı olan edebinin göstergesidir. Ali Alparslan hocadan bu edebi almamış olsaydık bizler de kendi kafamıza göre yazılar yazardık ve netice hâsıl olmazdı.

Hoca ilim öğretirken kendisine gösterilen edep ve hürmetle birlikte talebeye üstadındaki feraset de geçer. Böylelikle talebe hocanın anlattıklarını bihakkın kavramaya başlar. Ne kadar hürmet o kadar ilim.

NE KADAR EDEP O KADAR YAZI…

Her hattatın hat sanatındaki hüneri hocasına gösterdiği edep ve hürmetiyle doğru orantılıdır. Ne kadar edep o kadar yazı….

Ali Hoca’nın Necmeddin Hoca’nın evine giderek sohbet halkasına dâhil olduğunu biliyoruz. Bu hususta size neler anlatırdı?

Hoca, Necmeddin Efendi’nin Üsküdar Toygar Tepepesi’ndeki evinde vakit geçirmeyi sevdiğini söyler, orada zaman zaman sohbet toplantıları yapıldığını, ehl-i tarik ve ehl-i sanat insanların gelip hasbıhal ettiklerini belirterek bu sohbetlerden azami ölçüde istifade ettiğini belirtirdi.

Bir de Hoca’nın Necmeddin Efendi’ye bir gül muhabbeti var…

Evet, Necmeddin Hoca Üsküdar’ın meşhur Şükrü Baba’sıyla ahbap olunca onda da gül merakı başlamış. Öyle ki Üsküdar’daki ahşap evinin ağaçlarla dolu dört dönümlük bahçesinde takvimin yaprakları 1926 yılını gösterdiğinde gül yetiştirmeye başlamış ve zaman içerisinde 400 çeşit gül yetiştirmiş, gülcülük müsabakalarına iştirak ederek muhtelif madalyalar almış.

Hoca, uzun yıllar tabiatla, bahçeyle, güllerle, bülbüllerle iç-içe yaşadığı Üsküdar Toygartepesi’ndeki bahçeli evinden Koşuyolu’ndaki bir apartman dairesine taşınınca tabiri caizse depresyona girmiş. Keyfiyetten haberdar olan Ali Alparslan Bey, hocasının güllere olan iştiyakını bir nebze dindirmek mülahazasıyla 1963 yılında Londra’dan İstanbul’a bir gül katalogu göndermiş.

Necmeddin Bey yüzlerce çeşit güle -fotoğraf karelerinde olsa bile- kavuşmanın sevinciyle katalogu sık sık incelermiş. Şu hüzün yüklü beyitler, Ali Hoca’nın hediyesine ithafen yazılmış ve bilahare Çinuçen Tanrıkorur tarafından Nikrîz; Niyazi Sayın tarafından da Şevkefzâ makamında bestelenmiştir.

Güllerin karşımda her an solmadan durmaktadır,

Hem temâşâsiyle gönlüm şâdüman olmaktadır.

Eski bağçem hâtıra geldikçe dîdem hûn olur,

Şimdi gül tasvirlerleriyle geçmişi anmaktadır.

Türk ve İran sanatkârlarının talik yazı stillerine dair neler anlatırdı?

Talikte Türk ve İran usullerinin ayrı kategorilerde değerlendirilmesi gerektiğini savunurdu. Her yazının ayrı bir güzelliği olduğu gibi Türk talik sanatının da İran talik ilminin de ayrı güzellikleri, neşeleri, birbirini tamamlayan, birbirinden ayrışan latif tarafları vardır… Ali Hoca her iki yazı sitilinin de muhakkak ayrı ayrı kategorilerde değerlendirilmesini salık verirdi.

Ali Alparslan Hoca’yı diğer hattatlardan ayıran özellik neydi?

İbrahim Bey, Ali Hoca’nın kendine özel, nev’i şahsına münhasır hususiyetleri vardı. Evvel emirde Ali Hoca kibarlığı ile dikkat çekerdi… Çok kibar ve zarif bir insandı. Çok merhametliydi. Aynı zamanda çok şakacıydı.

Şakacılığı merhametinden ve kimseyi kırmak istememesinden ileri geliyordu. Bu sebeple de Hoca çok neşeliydi. Hâsılı hocanın böyle bir fıtratı vardı.

Hocanın hâl-hatır bilen, insan-ı kamil bir yönü olduğu için etrafından sohbet halkası eksik olmaz, sanatkarlar, sanatseverler mütemadiyen kendilerini ziyaret ederdi.

Hocanın şahsında mündemiç bulunan böylesi güzelliklerden dolayı kendilerine talebe olduğum için Rabbime şükrediyorum.

Tahsin Kurt açısından bakınca durum nasıldı?

Benim açımdan bakınca… Hoca ile tanışıp ders almaya başladıktan sonra bana her zaman için hat sanatı hakkında ilim sahibi olmam için, kitap okumamı, çok meşk etmemi, tabiri caizse hat sanatıyla yatıp kalkmamı tembih eder; bahusus talik yazı nevinde takip ettiğimiz yolun usullerini efradını cami a’yarını mani bir şekilde bilmemi ister ve bu hususta bildiği ne varsa bihakkın öğretirdi.

ALİ HOCA, NECMEDDİN EFENDİNİN İSMİNİ KETEBELERİNDE YAŞATMIŞTIR

İcazete ve “ketebe” mevzuuna bakışı nasıldı?

Hoca, kendisinden yazının usul ve erkânına riayet edilerek talik sanatının inceliklerini öğrenmekte olan talebelerinin icazet almalarını isterdi.

Hoca, talebesinin yazısına itimat ediyor ki icazet veriyor. Yazılarının altına ketebe koymasına ruhsat veriyor, diğer yandan da kendisinden öğrendiklerini talebelerine öğretmesine müsaade ediyor. Hoca böylelikle icazet almayı teşvik ederdi.

Hoca, ketebe mevzuuna şöylece değinir; yazıların altına atılması gereken imza şeklini şöyle anlatırdı. “Benim hocamdan öğrendiğim usul şöyledir. Talebe kendi isminin yanında mutlaka hocasının ismini de zikretmelidir. Bizde gelenek böyledir. Ama yine de siz bilirsiniz.”

Ali Hoca, Necmeddin Efendi’nin ismini levhalarının ketebe bölümünde yaşatmıştır. Necmeddin Efendi’ye olan hürmetinden dolayı vefatına kadar yazılarında kendi isminin yanında hocasının ismini de zikretmiştir.

Kamuoyu Ali Hoca’yı ne kadar tanıyor?

Kanaatimce Ali Hoca tanınmaktaydı. Hocayı hem ilim ehli tanırdı, hem de sanat ehli. Hocayı hem hat sanatı camiası tanırdı, hem akademi camiası hem de Eski Türk Edebiyatı camiası.

Ali Alparslan ismi sizde nasıl bir çağrışım yapıyor?

Bir zaman Hocamız “İnsanlığın ayrı zevki vardır” şeklinde bir kibar-ı kelâm yazmıştı… O kelam-ı kibarı ve insanlığın zevkini, ulviyetini, güzelliğini çağrıştırıyor Ali Alparslan ismi. Hat sanatının izzetini, saffetini tedai ettiriyor. Efendimizin (sav) “Ya hayır söyle ya sus” fermanını hatırlatıyor…

Hocamın adı anıldığında yüzündeki tebessüm, muhatabına yaptığı hayırhah muameleler yâdıma düşüyor. Hâsılı o hocalığa ait ne kadar güzel sıfatlar varsa hepsine sahipti. Gönlümde hocama olan muhabbeti ifade edecek kelimeleri bulmakta zorlanıyorum. Hocayı düşündükçe ondan aldığım feyzi hatırlıyorum… Ve hayatımın sonuna kadar da hatırlayacağım.

ALİ HOCA İNSAN-I KÂMİLDİ

Ali Alparslan Hoca’nın vefatından sonra Türk hat sanatında bir boşluk oluşmuş mudur? Yahut nasıl bir kayıp meydana gelmiştir?

Ne diyeyim? Bir kere hocanın nev’i şahsına münhasır bir halet-i ruhiyesi vardı. Müstesna bir kuldu, insan-ı kâmildi…

Hocanın kaybı tabii ki çok büyük… Bununla birlikte Hoca, onca meşguliyetine rağmen pek çok talebe yetiştirdi, talik sanatının izzetini taliplilere öğretti. İnşallah talebeleri ortaya çakın boşluğu dolduracaktır.

Ali Alparslan Merhum’un talik sanatına hizmetlerine yönelik neler söylemek istersiniz?

Ali Alparslan Hoca, Necmeddin Efendi’den talik yazısını öğrenmemiş olsaydı hat sanatında talik silsilesi büyük ölçüde inkıtaa uğrayacak; talik sanatını öğretecek hattat bulunamayacaktı. Hoca eğer bu sanatı bizlere öğretmeseydi şimdilerde talik yazısının altına ketebe koyan sadece birkaç kişi olacaktı.

TALİK YAZI NEVİNDE GEÇMİŞLE GELECEK ARASINDA KÖPRÜ OLDU

Ali Alparslan Hoca talik sanatında geçmişle gelecek arasında köprü vazifesini gördü. Hocamız bu hususu şöyle anlatırdı: “Necmeddin Efendi’ye yazı öğrenmeye gittim. Necmeddin Hoca bana “Sen talik hattını öğren, bunu yazan yok” dedi.

Hocam talik hattını Necmeddin Efendi’den; Divani yazıyı da hocasından izin alarak Mustafa Halim Efendi’den öğrenmiştir.

Eğer Ali Hoca, Mustafa Halim Efendi’den Divani hattını öğrenmemiş olsaydı Türklere mahsus olan bu yazı nevi unutulup gidecekti.

Hoca Divani yazıyı herkese öğretmez, öğrenme hususunda ısrarcı davrananlara gösterirdi. Asıl olarak da bilindiği üzere talik meşk ediyordu talebeleriyle.

Hat sanatı nasıl belli bir önemde sekteye uğradıysa hat malzemeleri de benzer bir şekilde sekteye uğramış, malzeme üreten, tedarik eden esnaflar olmamıştır.

Eski dönem hattatları genellikle malzemelerini bu işlerle meşgul olan ustalardan alırlarmış.

Röportajın devamını okumak için tıklayınız!