Marmara Belediyeler Birliği bilge mimar Turgut Cansever’in ölümünün 6. Yıldönümünde önemli bir etkinliğe imza atarak iki gün boyunca devam eden Turgut Cansever Sempozyumu düzenledi. Cansever’in gözünden şehir, mimari ve insanın ele alındığı sempozyumun ardından Cansever’in kızı Emine Öğün ve en yakın talebesi Mehmet Öğün’ün kapısını çaldık. Cansever’in dünyasını daha yakından dinledik. Yenişafak’tan Yusuf Genç’in haberi…
Önce Turgut Cansever Hoca’yla tanışmanızın hikâyesini konuşalım mı? Yani sizin için baba figürünün dışında Hoca olarak ortaya çıkmasını…
Emine Öğün: Babam evde de sürekli mimari ile ilgilenirdi. Bütün hayatı mesleği ile doluydu. Bizler, çocukları ve iki yeğeni onun izinden gidip mimarlığı tercih ettik. Adadaki evimize vapurla gidip gelirken yol boyunca, denizden göründüğü haliyle İstanbul’un mimarisi üzerine konuşurdu benimle. Sürekli bu dünyanın içindeydim, mimar olmaktan başka bir seçenek yoktu aslında; Akademi’ye girişimle birlikte babamın bürosuna gitmeye başladım. İkinci yılın sonunda, 1979 yılında Mehmet de kendisiyle tanıştı.
‘BİR MABEDE GİRER GİBİ’
Mehmet Öğün: Mimarlık öğrencisi olduğumuz yetmişli yıllarda, birlikte Turgut Bey’in bürosuna gitmiştik bir şey bırakacaktı Emine. Ben de tanıdığım, sevdiğim mimarın çalışma ortamını göreyim diyerek yukarı çıktım. Turgut Bey’in bürosuna ilk girdiğimde, bir mabede girmiş gibi hissettim. Sonra da o havayı 30 yıl kesintisiz hissetmek imkânım oldu. Turgut Bey, ana disiplin olarak mimariyi görürdü. İnsanın çevresini biçimlendirme görevinin çok önemli olduğu söyler, mimarinin asli düzenleyici alan olduğunun altını özellikle çizerdi. Sonuçta mimari sosyal alanın toplumsal ahengini tesis eder. İnşa etmeden var olamıyoruz, barınmaya ihtiyacımız var. Bir şekilde de toplumsal ilişkilerimizi örgütlüyor mimari, bu da kültürün başlıca tezahürü oluyor. Kültür de inancımızın yansıması. Şehir, bütünlüğün bir imajı, onun biçimi insanın kendisini varlıkla bütünleştirme tarzını gösteriyor. Yani neye inanıyorsanız, varlığı nasıl telakki ediyorsanız, yaşamı nasıl tahayyül ediyorsanız, şehir bunun ete kemiğe bürünmüş, eşyaya, maddeye yansıyan halidir. Turgut Bey de bu hususu konuşmalarında ve yazılarında önemle vurgulamıştır.
‘KÖTÜ OLUŞUMDA NASIL HEYECAN DUYALIM’
Hocanın çok da bilinmeyen özelliklerini konuşalım istiyorum. Cansever, nasıl çalışıyordu mesela?
Emine Öğün: Güzel bir soru, çalışma yöntemi de ilginçti. Mesela, bir proje geldiğinde önce oturup bazı standartlar tanımlamaya çalışır. Konut söz konusu olduğunda mesela şu büyüklükte bir yemek odası, şu büyüklükte bir oturma odası ve sair. Sonra bunların cephe ve zemin ilişkisi nasıl olur ona bakardı. Tüm bunlarla ilgili eskiz üstüne eskiz çalışırdı. İşverenin talebiyle kendi zihninde oluşturmak istediği atmosferi bir araya getiren yoğun bir titizlik gösterirdi.
Tartışmaya açar mıydı planlarını?
Emine Öğün: Tabi başından itibaren aslında bütün projeleri tartışmaya açık olurdu, soru sorabilirdiniz yani. Hatta dışarıdan gelen ani eleştirileri önemsediği de olurdu. Özellikle alternatifler üzerine sizi çalıştırırdı fakat hep onun zihninde olan şey sonuçta geçerliliğini korurdu. Bu anlamda demokratik olmadığını söylemeliyim. İnancından kaynaklanan temel tercihlerini tartışmaya açmazdı yani.Mehmet Öğün: Tabi önce Turgut Bey’in bir çalışmaya başlayabilmesi için projeyi kabul etmesi gerekirdi. Turgut Bey’in az proje bitirmiş olmasına rağmen reddettiği çok sayıda iş olmuştur. Mesela, Halaskargazi’de 13 katlı bir otel binası teklifi geldiğinde, ben böyle bir şey yapmam deyip, projeyi getirenlere beş katı aşmamak üzere daha da küçük bir şey yapabileceğini söylemişti. Veya Yeşilköy’de bir apartman teklifi gelmişti. Adam Turgut Bey’e gelip ‘Hocam, ne olursunuz lütfedin her şey sizin istediğinizi gibi olacak, ne şartı sunuyorsanız kabul ediyorum’ demişti. Bana ‘git bir bak bakalım’ demişti Turgut Bey, Yeşilköy’de apartman sıralarının arasında boş bir arsa, adam oraya ev yaptırmak istiyor. Turgut Bey fotoğrafları görünce, ‘Bu kötü oluşumun içine heyecan duyacak bir şey nasıl yapabiliriz, bizim yapmamızı gerekli kılan bir argüman yok benim kafamda, biz yapmayalım’ demişti. Bunun gibi pek çok örnek.
İbn Arabi, her daim masasının üzerindeydi
Turgut Cansever neler okurdu’yu da konuşabiliriz biraz. Malum kaynakları büyük önem arz ediyor…Mehmet Öğün: Turgut Bey’i, Turgut Bey yapan birikiminin yoğun olarak bizden önceki dönemde sağlanmış olduğunu tahmin etmek zor değil. Ben kendisini tanıyınca okumaya çok vakti de kalmamıştı açıkçası. Ama konuşmaya başladığında verdiği referanslar o kadar genişti ki herkesi etkileyecek bir entelektüel düzeyi vardı. ,
En çok okuduğu Fusüs’ul-Hikem’miş mesela.
Mehmet Öğün: Fusûs’ul-Hikem ve Fütûhat-ı Mekkiyye zaten masasının üzerinde duran eserlerdi. İbni Haldun ve Gazali de eklenebilir buna. Seyyid Hüseyin Nasr, Ananda Coomaraswamy, Alfred North Whitehead, Titus Burckhardt, okuduğunu hatırlıyorum.
Şiirle rabıtası nasıldı?
Mehmet Öğün: Ahmet Haşim hayranıydı. Ezbere okurdu bazı mısralarını. Tanpınar’ı, Asaf Halet Çelebi’yi beğenirdi. İsmet Özel’i Kanal 7’de program yaptığı sıralarda dikkatle takip ederdi, önemserdi.. Emine Öğün: Tabi Turgut Bey, lisede resim hocası olan Halil Dikmen’den pek çok açıdan etkilenmiştir. O sıralarda Halil Dikmen’den ney dersleri alıyor. İki neyi vardı Turgut Bey’in, birini Süleyman Seyfi Öğün’e hediye etmişti. Epey de sevdalıydı müziğe. ‘Hayatta bir tek, güzel sesi olan insanlara özendim’ derdi. Aslında Turgut Bey, dedemin muhalefetiyle karşılaşana kadar ressam olmak istiyor. Okuma bahsi, üniversite yıllarında ise yine bazı isimler etrafında dönüyor haliyle. Nietzsche çok ilgiyle okuduğu isimlerden biri… Elmalı Hamdi Yazır’ın tefsirini dikkatle okuyor.
TURGUT BEY’İ KOMÜNİST OLMAKLA SUÇLADILAR
Hocanın eserlerinin dışında, belediyede danışmanlık yaptığı sırada İstanbul’a pek çok kez dokunduğunu biliyoruz. Küçük çaplı projeler ama bunları toplu olarak görme imkânı söz konusu mu?
Mehmet Öğün: Maalesef, büro çalışmaları değil, belediye bünyesinde yapılmış çalışmalar bunlar. Turgut Bey’de olsa olsa belki bir kopyası olur. Ancak o zaman toplu yayın söz konusu olmadığı için bilinebilir değil. En çok önemsediği bildiğiniz gibi Beyazıt Meydanı Projesi. Hatta 1984’te Venedik Bienali’ne davet edilen bir proje o. Ama Türkiye’de üstü örtüldü o projenin. Biliyorsunuz, yapıldığında Turgut Bey, doğal tarihi çevreye uyum göstersin diye, meydanın tabanını kırmızı kiremitlerle kaplamayı planlıyor ancak komünist diye yaftalamıyor, ‘Kızıl Meydan yapmak istiyor’ diye.
Bu yüceliğe kalbim dayanmıyorTurgut Cansever’in Osmanlı müziğine de özel bir ilgisi olduğunu biliyoruz.
Emine Öğün: 2000 senesi sanıyorum, bir gün Bodrum’da akşam saatlerinde, çok da güzel bir gece idi, Abdi Coşkun’un tambur kaydını dinliyorduk. Turgut Bey konuşturmazdı kimseyi müzik dinlerken. Abdi Coşkun’un icrasını çok önemsiyordu, ‘Mehmet’cim, bu yüceliğe daha fazla kalbim dayanmıyor, ne olur ara verelim’ demişti. Abdi Bey’in bir kaseti vardı Turgut Bey’in dosyaları arasında bulmuştuk. Tabi daha sonra biz Abdi Bey’i stüdyoya soktuk, yeni kayıt yaptırdık. Abdi Bey, yapması gereken şeyi, tam yapmaya gayret eden, işinin hakkını veren bir tambur ustası idi.
Son projesi adalet sarayı idiBenim zihnimde şöyle canlanıyor eskiden beri, Hoca boşluk bulduğunda İstanbul’da düzeltilmesini istediği bir yer varsa oturup oraya proje çalışıyordu…
Mehmet Öğün: Belediyede 50’li yılların sonunda, mesela Beyazıt’tan başlayıp ta Fatih’e kadar, bütün oraları kendi el çizimleriyle düzenliyor. Oturup kendi kendisine ödev vermiş yani.
Şu anda Hoca’nın bu el çizimleri elimizde değil mi? Yani bir yetkili buna kulak vermek isteyecek olsa…
Mehmet Öğün: Harika olur ama o kadar zayıf bir ihtimal ki… Beyazıt Meydanı, o projenin küçük bir parçası sadece ona bile müdahale ediliyor malum.
Turgut Cansever’in son projesi neydi, uygulandı mı?
Emine Öğün: Adalet Sarayı projesi. Kartal’da yapılan Anadolu Sarayı projesi. Bir külliye olarak ele alıyordu. Hoca’nın bizzat çalıştığı son projesidir o. Kabul edilmedi.