Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki “Kitap, mizan ve demir” yazısı…
Sağlıklı bir toplum için gerekli iki temel düzenleyici; ahlak ve hukuk. Hangisi daha öncelikli ve önemli? Dedik ki, bize göre elbette ahlak. Çünkü asıl ve gaye olan ahlaktır. Hukuk ise onun kaçınılmazı ve vasıtası. Ama dünya nizamı için sadece bu ikisi de yetmeyebilir. Bu açıdan şu mealdeki ayet çok önemli bir gerçeğe işaret eder:
“Hakikat, biz peygamberlerimizi çok açık delillerle gönderdik, onlarla birlikte Kitabı ve mizanı indirdik ki, insanlar adaleti gerçekleştirsinler. Demiri de indirdik ki, onda insanlara hem zorlu bir sıkıntı hem de pek çok faydalar vardır. Ta ki, Allah kendisini görmediği halde O’na ve elçilerine kim destek çıkacak bilsin. Allah hem Kavidir/güçlüdür, hem Azîzdir/mutlak galiptir” (57/25).
Demek ki öncelikli olan Kitaptır. Kitap, insanın hiçbir zorlama olmadan, yani sadece ahlakı ve vicdanı ile yapması gerekenleri yapmasını, yapmaması gerekenleri ise yapmamasını ifade eder. Yani ahlaka işaret eder.
Mizan, yani terazi ise ölçüdür, dengedir. Her şeyi gereği kadar ve sınırında tutmaktır. Bu da sınırların bilinmesini ve duygular karışmadan onların korunmasını gerektirir ki, bu da hukuktur. Çünkü her insan vicdanı ve bilgisi ile yani salt ahlakla bu sınırları bilip gözetemeyebilir. Onun için hukuk vardır ve onun için adaletin simgesi terazidir/mizandır.
Üçüncü düzenleyici ise demirdir. Demir ülke içinde hukuki yaptırımları, dışa karşı ise gücü ve savunmayı, silahı ifade eder. Bu olmadan ne kendi içinizde nizamı sağlayabilirsiniz, ne de düşmanlara karşı varlığınızı koruyabilirsiniz. Surenin adının da Hadîd/Demir olduğunu hatırlayalım.
İşte bütünüyle nizam-ı âlemi sağlayan, bu üç temel faktördür.
Allah Kavidir ve Azîzdir, yani O istese bunu yapmaya kadirdir ve kimse ona karşı gelemez. Ama O kulunu bunu sağlamakla imtihan etmektedir.
Ahlak ne kadar güçlü bir düzen sağlayıcıdır ki, onu gerekli görmeyen hiçbir inanç ya da sistem yoktur. Fakat ahlak nedir, nereden alınır, nasıl öğrenilir? İşte mesele budur. Felsefenin bir dalı olan Etik, yani Ahlak Felsefesi bunun üzerinde durur. Acaba ahlak, yani güzellik ve çirkinlik, ya da iyilik ve kötülük yargısı insanların hamurunda, belki genlerinde zaten varolan bir duygu mudur? Yoksa insan bunu sonradan ve ancak tanrının söylediklerinden mi öğrenebilir. Aklın bu konuda fonksiyonu ne kadardır?
Bu ve benzeri soruların cevabı elbette bizim burada halledebileceğimiz şeyler değildir. Ama şu kadarını biliyoruz: Evet, mutlak doğruyu ve yanlışı, güzeli ve çirkini, iyiyi ve kötüyü bize öğreten Allah’tır. Ama O bunların detaylarını kullarına bırakmış, onlara akıl ve irade vermiş, ayrıca doğruyu bulmalarında yardımcı olsun diye içlerine vicdan ve hayâ gibi hassas alıcılar koymuştur. O halde insan ahlakın temel unsurlarını ancak Kitap’tan ve onun uygulayıcısı olan Peygamberden öğrenir.
İkinci olarak insanda bir bakıma vahyin temsilcisi olan akıl, vahye bağlı olarak bazı şeylerin iyiliğini ya da kötülüğünü, güzelliğini ya da çirkinliğini anlayabilir. Bir halife olarak yarattığı insana Allah bu özelliği, ya da kerameti vermiştir.
Üçüncü olarak insanın içinde yaradılıştan varolan vicdan ve haya gibi ilahi programlar, birer müeşşir/indikatör gibi ona iyiyi, güzeli ve doğruyu bir nebze hissettirebilirler.
Hz. Peygamber’in şu muhteşem hadisi şerifi bize hayâ programının bu etkisini anlatır: “Bütün peygamberlerden beri gelen bir sözdür ki, utanmıyorsan dilediğini yapabilirsin” (Buhari). Yine der ki, “İnsana, bir meleğin dürtüsü/lemmesi, bir de şeytanın dürtüsü gelir…” (İbn Hibban). Lemme, yani ufacık bir hissettiriş, üfrüntü, bir an gelip geçen bir algı. ‘Günah nedir?’ diye soran birisine de buyurur ki, “günah kalbini tırmalayan şeydir. Bunu hissettiğin şeyi bırak” (İbn Hibban).
İşte bunlar da vicdan dediğimiz programın fonksiyonlarıdır.
Ne var ki, nefsin arzularına uyma, aklı ve hikmeti devreden çıkarıp hayvanlar gibi yaşama bu hassas programların sensorlarını bozar ve ahlaklı olmada artık işe yaramaz hale gelirler. Çünkü bunlar insanı mecbur edecek ve zorlayacak etkenler değildir. Öyle olsaydı insanın aklına ve iradesine müdahale edilmiş olurdu.
yazının devamını okumak için….