Ebû Mâlik Hâris b. Âsım el-Eş’arî’den (ra) rivâyet edildiğine göre Rasûlüllah (s) şöyle buyurdu:
“Temizlik imanın yarısıdır. Elhamdülillah duası mizânı, sübhânellah ve elhamdülillah sözleri ise yer ile gökler arasını sevap ile doldurur. Namaz nurdur; sadaka burhandır; sabır ziyâdır. Kur’an senin ya lehinde ya da aleyhinde delildir. Herkes sabahtan (pazara çıkar) nefsini satar; kimi onu âzâd kimi de helâk eder.” (Müslim, Tahâret 1. Ayrıca bk.Tirmizî, Daavât 86.)
Temizlik/Abdest İmanın Yarısıdır
Temizlik diye çevirilen tuhûr kelimesi, hadisin bazı rivâyetlerinde abdest anlamında vudû’ olarak geçer. Bu sebeple buradaki temizlik, şer’î temizlik yani abdest ve manevi arınmadır.
Müslüman olmak ve iman etmek, büyük-küçük bütün geçmiş günahları yok eder. Abdest de önceki küçük günahları temizler. Bu sebeple abdest almak, günahlardan temizlenmek bakımından imanın yarısı gibi olur. İman, insanı her türlü şirk ve küfürden temizler. Abdest ise, bu kalbi arınmayı organlara yansıtır. Abdest esnasında okunan şu dua imani ve bedeni arınma niyetini ifade eder:
“Ey Allahım! Beni tevbe edenlerden ve arınanlardan kıl.” Öte yandan, “Allah sizin imanınızı boşa çıkaracak değildir” (Bakara 2/143) âyetinde görüldüğü gibi, hadisteki iman kelimesi namaz anlamında da olabilir. Bu takdirde, abdestsiz namaz kılınamayacağı, kılınsa bile sahih olmayacağı için abdest, namazın yarısı demek olur.
“Elhamdülillah ve Sübhânallah” Göklerle Yer Arasını Doldurur
Hamd, Allah’ı kemâl sıfatlarıyla övmek demektir. Bu amaçla “elhamdülillah” demenin ecir ve sevabı mizanı dolduracak ölçüde büyüktür. Zira bu kısa cümle, tevhid inancının mükemmel ifadesidir.
Tesbih ise, Allah’ı tenzih etmek yani O’nun yüce zâtını itikaden, kavlen ve amelen layık olmayan her türlü şaibeden arı ve uzak tutmak; O’nu zikredip yüceltmek ve içtenlikle O’na yönelmek demektir.
Tesbih, hamd ile tamam olur ve mükemmelleşir. Allah’ı tesbih ederken, O’na hamdetmemek düşünülemez. Bu yüzden Kur’ân’da “hamd ile tesbih” ifadesi sıkça yer alır (İsra 17/44; Hicr/98; Nasr/3 …).
İşte Allah’ı kemâl sıfatları ile anmak demek olan elhamdülillah ile O’nu noksan sıfatlardan tenzih anlamındaki sübhânellah ifâdesi bir arada söylenince, tevhid inancı tam dile getirilmiş olur. Bu hamd ile tesbih ve tenzih, kâinâtın en büyük ve yegâne gerçeğini itiraftır. Sevabı da ona göre olup yer ile gök arasını doldurur. Hadis, elhamdülillah ve sübhânallah cümlelerinin mü’mine kazandırdığı sevabın büyüklüğünü anlatmakta ve dolayısıyla sık sık ve şuurla bunların söylenmesini tavsiye etmektedir.
Namaz Nûrdur
Namaz, tıpkı bir ışık kaynağı gibi, insanı kötülük ve çirkinliklerden alıkoyup, doğruya yöneltir. Gereği gibi dosdoğru kılınan bir namaz, insanı her türlü çirkin hayâsızlıktan ve kötülükten uzak tutar (Ankebut/45). Namazlı-niyazlı müminin hem ruhunda hem de yüzünde bu nurun izleri görülür. Secde izi ve nûru müminlerin “yüzlerine” yani hem özlerine hem de tüm iş ve ilişkilerine yansır (Fetih/29). Günde beş defa abdest alıp namaz kılarak, maddî-mânevî kirlerinden arınan insan elbette yürüyen nûr olur. Namaz kılmakla kazanılan bu nur ile iyi kötüden, helâl haramdan ayrılır. Mümin bu sâyede Kur’ân’daki ifadesiyle “nûrları önlerini aydınlatan” (Hadîd 57/12) seçkin kimseler arasında yerini alır.
Sadaka Burhandır
Sadaka, sadaka veren kişinin imanına delildir. Zira sadaka, hem zekât hem de hayır-hasenât anlamına gelir. Bunları yerine getirmek de imandan kaynaklanır. Şefkat, yardım, çevreye karşı duyarlılık, zayıf ve kimsesizleri korumak hep iman alâmetidir. Merhametsizlik, haksızlık, duyarsızlık, kabalık ve katılık ise dinî duyarsızlıktan, sorumsuzluktan, Hesap Günü’ne inanmamaktan, kısaca imansızlıktan ileri gelir. “Dini yalan sayanı gördün mü? O, yetimi iter-kakar ve asla fakir-fukaranın doyurulmasını teşvik etmez” (Mâun 107/3) âyeti bu durumu açıkça ortaya koyar. O halde sadaka, imana ve ondan kaynaklanan üstün İslâmî değerlerin varlığına delildir. Öte yandan sadaka veren mümin, kıyamette malını nereye harcadığı sorulduğu zaman, verdiği sadaka ona delil/burhan olacaktır.
Sabır Ziyâdır
İmam Nevevi, yukarıdaki hadis-i şerifi “sabır” başlığı altına yerleştirmiştir. Hadisteki “Sabır ziyâdır” ifadesi, sabrın mâhiyetini tek kelime ile tanımlar. Ziyâ, ışığı ve ısısı kendisinden olan cisimler için, nûr ise, ışığını bir başkasından alıp yansıtan cisimler için kullanılır. “Güneşi ziyâlı, ayı nurlu kılan… Allah’tır” (Yûnus l0/5) âyeti bunun delilidir. Bu âyet perspektifinden hareketle hadisteki sabr’ı şöyle anlayabiliriz:
Sabır; müminin hem dünya hem de âhiret saâdetini temin yolunda, kendisinde tabiî olarak bulunan bir ışık kaynağıdır. Mümin bir yandan sabır sayesinde, yasakların yalancı câzibesinin arkasındaki asıl tehlikeyi görüp onlardan sakınırken, bir yandan da emirlerin yerine getirilmesinden dolayı ortaya çıkan güçlüklerin gerisindeki huzuru sezip güçlükleri sabırla göğüsleyerek sonuçtaki mutluluğa kavuşma imkânı bulur. Mü’mine bu irade gücünü verecek olan da ondaki sabır, dayanma, ğögüs germe yeteneğidir. Kısaca mümin, ışık ve enerji kaynağı kendi içinde olan bir varlıktır.
Âlimlerimiz, “beşerî duyguları akıl ve şeriat sınırları içinde tutmayı” sabır olarak tarif etmişlerdir. Haris el-Muhasibi der ki: “Herşeyin bir cevheri vardır, insanın cevheri de akıldır; aklın cevheri ise sabırdır.” Ona göre: “Bedene göre baş ne ise, imana göre sabır da odur; baş kesildiği zaman beden de gider.”
Âyet ve hadislerde sabır kelimesinin birkaç mânada kullanıldığı görülmektedir:
– İbâdetlerin yerine getirilmesine sabır ve sebat; yasakların terkedilmesine sabır ve tahammül.
– Belâ ve musibetlere, ezâ ve cefalara, kınayanların kınamalarına karşı sabır ve direnç.
– Allah’a davette, emir bi’l-ma’rûf ve nehiy ani’l-münker’de sabır.
– Savaş alanında ve kâfirlerle mücâdelede sabır.
Tüm bunlar sabrın, mümin için gerçekten bir “ziyâ”, büyük bir güç kaynağı olduğunu gösterir.
Kimileri sabrı, haksızlıklara boyun eğmek, tepki göstermemek zannedebilir. Oysa sabır, müminin asıl dinamizminin adıdır. Sabır, dayanıklı olmak, zorlukları göğüslemektir. Bu sebeple Yüce Rabbimiz, müminlere, kurtuluşa erebilmeleri için “sabretmelerini, sabır yarışında düşmanları geçmelerini” (3/200) emretmiştir. Allah’ın yardımının sabredenlerle beraber olmasının hikmeti de bu olsa gerektir.
Sabır, müslümanın öz sermâyesidir. Buna potansiyel güç de denebilir. Müslüman, birilerinden yardım beklemek yerine kendi aslî güç kaynağı olan sabır ile ayakta durabilirse, en büyük zorlukları aşacak, ulaşmak istediği hedeflere kavuşacaktır. Bu sebeple sabrın ziyâ olduğunu aslâ unutmamak, daima sabır ışığını önde tutmak gerekir. “Birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler”in hüsrân ve zarardan kurtulacağını haber veren Asr sûresi, hakk’ın ancak sabır’la ikame edileceğini belgeler.
Hadiste sabrın “ziyâ”, namazın “nûr” diye tanıtılması, sabır ve namazın belirleyici rolünü gösterir.
Rabbimiz işte bu iki kuşatıcı ve kurtarıcı güç kaynağına yaslanarak kendisinden yardım dilememizi emreder: “Ey iman edenler! Sabırla ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 2/153) Zorluklar karşısında sabır ve namaz silahına sarılarak Allah’tan yardım dileyen müminler, ilahi yardımın bu iki vesileye bağlı olduğunu bilmelidirler. Zorluklara göğüs germeden başarılı olunamayacağı gibi, günde beş vakit namazla Allah’ın huzurunda boyun bükmeden de Allah’ın yardımı celb edilemez. “Allah size yardım edince size galip gelecek yoktur. Eğer sizi yüzüstü bırakırsa, artık size kim yardım edebilir? O halde müminler yalnız Allah’a güvensinler.” (Âl-i İmran 3/160) Namaz bütün ibadetlerin başı ve özeti, sabır da bütün ahlâkî davranışların başı ve özüdür. Bu sebeple Allah’ın yardımı bu iki üstün meziyete bağlanmıştır. İslâmî hedeflere, ancak devamlı ve huşû içinde kulluk yapmakla ve bu uğurda karşılaşılacak güçlüklere göğüs germekle varılabilir.
“Sabır ve zamanın halletmediği mesele yoktur” denmiştir. O halde zorluklar karşısında hemen teslim olmamak, doğruda ve hakta direnmek gerekir. Halledilmez gibi gözüken problemler bile sabır ve zamanla çözülür. Sabır ve zaman en iyi ilaçtır. İşte sabrın “ziyâ” olduğuna bir başka delil de budur.
“Ey iman edenler! Sabredin, sabır yarışında (düşmanlarınızı) geçin!” (Âl-i İmrân 3/200) âyet-i de kurtuluşun en temel şartı olarak sabırlı olmayı ve sabır yarışında düşmanı geçecek bir dayanıklılık göstermeyi emreder. Devamında da sürekli uyanık bir şekilde sınır bekçiliği yapmayı ve Allah’a karşı daima saygılı bulunmayı tavsiye eder. Kısaca “Zafer ve başarı, gösterilecek sabra bağlıdır” mesajını verir. Elmalılı M.Hamdi Yazır merhum, Âl-i İmrân sûresinin son âyetinde, kâfirlere karşı Allah’tan yardım ve zafer isteyen mü’minlere, Allah Teâlâ’nın yukarıdaki âyetle cevap verdiğini belirtir.
Esasen, hayat bir imtihandır ve bu hayat sınavı, sabrı kuşanmayı gerektirir; korku, açlık, mal, can ve ürün kaybı gibi zorlukların üstesinden gelmek, ancak sabra sarılmakla mümkün olur.
“Sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz eksiltmekle elbette deneriz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara 2/155)
“İçinizdeki mücâhidlerle sabredenleri ortaya çıkarıncaya kadar elbette sizi deneyeceğiz.” (Muhammed 47/31) âyeti ise, sabır sınavının en zorlu ortamının cihad meydanı olduğunu anlatır. Cihad babayiğitlik ise, sabır da aynı şekilde yiğitçe bir tavırdır. Cihad meydanı sabır, sebat, korkusuzluk ve kararlılığı gerektirir. Asıl zorlu imtihan işte budur.
Ancak bir başka babayiğitlik hatta asıl yiğitlik de öfkesini yenebilmektir. Kendisine yapılanlar karşısında öfkesine yenilip kin ve nefretle hareket edenler, denizi geçip derede boğulabilirler.
“Kim sabreder ve bağışlarsa, işte bu, elbette azmedilmesi gereken işlerdendir.” (Şûrâ 42/43) âyeti, öfke ve kızgınlık durumlarında sabredip affedici olabilmenin kolay bir iş olmadığını ortaya koyar. Böyle anlarda sabredip başkalarının hatalarını bağışlamak gerçekten önemli ve sebep-sonuç açısından birbiriyle yakından ilgili iki tavırdır. Bu iki davranışta bulunan kişiler ancak örnek alınmaya lâyıktır.
İşte bütün bunlar karşısında sabırlı davranan ve Allah’a güvenini, teslimiyetini bozmayan, itidalini, dengesini kaybetmeyen mümin ancak kazançlı çıkar. Bu kazancın niteliğini ise şu âyet haber verir:
“Sabredenlere, zorluklara karşı direnip göğüs gerenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer 39/10)
Ödülün hesapsız olması, sabrın önemini göstermektedir. Acılar, zorluklar, sıkıntılar ve felâketler karşısında gösterilecek sabır, pek büyük bir meziyet olmasaydı, hesapsız mükâfat vadedilmezdi.
Kur’ân-ı Kerîm Hidâyet Rehberidir
İslâm’ın ana kaynağı Kur’ân’dır. İnsanlar ona inanmakla, müminler de hükümlerini yaşamakla yükümlüdür. Kur’ân-ı Kerim, inananlar için bir hayat rehberi ve kılavuzudur.
“Ramazan ayı ki; insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olan Kur’ân kendisinde indirildi.” (Bakara 2/185) Kim ona tutunursa o asla sapmaz. Kur’ân, ona bağlı kalmaya çalışanların lehinde, “inandım” dediği halde hükümlerine uymayanların da aleyhinde delildir. Çünkü o, her şeyi açıklamış ve kimseye bahane bulma imkânı bırakmamıştır. Diğer taraftan müminler, aralarındaki ihtilafları çözmek için Kur’ân’a başvuracaklar, o da onların ya lehinde ya da aleyhinde delil olacaktır. Yani müminler Kur’ân’a göre yargılanacaklardır.
Nefisler Pazarda
Hayat bir pazar sahnesidir. Bu pazarda, bir bakıma insanın dünya ve âhireti alınıp satılmaktadır. Kimileri meşrû sınırlar içinde kalmaya çalışır, kendileri için kârlı bir gün geçirmiş olur; kimileri de sınırlara dikkat etmez, ne pahasına olursa olsun arzularına ulaşmak isterler. Böylece kimi iyi bir gelecek kimi de kötü bir gelecek hazırlamış olurlar. Bu sebeple disiplinli bir müslüman olmaya, her gün yeniden niyet ve gayret edilmelidir. “Nefislerini Allah’ın satın aldığı müminlerden” (Tevbe 9/111) olmaya bakılmalıdır. Her müslüman bu nefis pazarında “iyi bir müslüman” olarak yerini almalıdır.
Yukarıdaki hadîs-i şerîfin birbiriyle irtibatsız gibi gözüken cümlecikleri arasında aslında tam bir uyum ve bütünlük bulunmaktadır. Tahâret ile namaz arasında, elhamdülillâh duası ile iman ve Kur’ân arasında, sadaka ile pazardaki alış-veriş arasında ve bütün bu unsurlar ile sabır arasında sıkı bir bağ vardır. Hadis-i şerif, ideal bir Müslümanı; sabra dayalı bir iman, ibadet, zikir, hayır ve ticaret hayatının sahibi olarak tanımlamakta ve bizim de böylesi müslümanlardan olmaya çalışmamızı istemektedir.
Abdullah Yıldız/ 40 hadis 40 ders-Pınar yy-kitappinari.com