Olan ve üretilen kerametler

İslam
Prof.Dr. Faruk Beşer Yenişafak gazetesindeki yazısında keramet konusunu işlemeye devam ediyor… Keramet diyebileceğimiz olayların Kur’an-ı Kerim’de pek çok örneği vardır. Bu sebeple k...
EMOJİLE

Prof.Dr. Faruk Beşer Yenişafak gazetesindeki yazısında keramet konusunu işlemeye devam ediyor…

Keramet diyebileceğimiz olayların Kur’an-ı Kerim’de pek çok örneği vardır. Bu sebeple kerameti mutlak anlamda inkâr eden yoktur. Problem, gerçekten var olan değil, üretilen kerametlerdedir. Mutezile dışında kalan bütün ehli hadis ve Ehl-i Sünnet çizgisi, selefiler dâhil kerameti kabul ederler. Çünkü kerameti kabul etmek sünneti kabul etmekle de alakalıdır. Sünneti kabul edenler zorunlu olarak kerametin varlığına da inanırlar.

Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Hızır olayı, Hz. Meryem’in babasız hamile kalıp doğurması, mabedinde kendisine sürekli yemekler gelmesi, Ashab-ı Kehf’in uyutulup uyandırılması, Hz. Musa’nın annesinin çocuğunu nehre bırakması, onun başka bir kadının sütünü almayıp tekrar kendi annesine gönderilmesi, Belkıs’ın tahtının işi bilen birisi tarafından çok uzaklardan bir anda getirilmesi olayı hep birer keramet örneğidir. Çünkü bunlar peygamber değillerdi, öyleyse bu olaylara mucize dememiz mümkün değildir, o halde keramet demek zorundayız. Bunlar bir yönüyle de bir peygamberle alakalıdır, o halde alakalı oldukları peygamberin mucizesidirler denilebilir ama kerametler de zaten bağlı olunan peygamberin mucizelerinin bir yansımasıdır.

Sahabe-i kiram efendilerimizden sahih senetle rivayet edilen kerametlerin pek çok olmasa da birden çok örneği vardır. Mağarada mahsur kalan üç kişinin kendi dualarıyla kurtulmalarını bizzat Resulüllah nakleder. Bir sığırın, üzerine yük yükleyen sahibine, ben bunun için yaratılmadım, demesi, Üseyd isminde bir sahabînin bir gece Kur’an-ı Kerim okurken meleklerin onu dinlemeye gelmeleri, Hanzala’nın cünüp iken şehit olması üzerine meleklerin onu yıkamaları böyle sahih yolla gelen keramet örneklerindendir. (Bkz. DİA, Keramet Md.). Hz. Ömer Medine’de hutbe okurken İran’da savaşan komutanı Sariye’yi sesle uyarması sahih olmasa da sahiha yakın/hasen bir senetle rivayet edilmiştir.

Bunlar keramet denen olağanüstü olayların her peygambere gönülden bağlı müminler tarafından her dönemde görüldüğünün ispatı için yeter.

Hal böyle iken kerameti yok saymak bu konudaki tefrittir. Her tefrit bir ifratın sonucu olduğuna göre muhtemeldir ki, Mutezile kendi zamanlarında görülen böyle bir ifrata tepki olarak kerameti yok saymışlardır. Diğer yönden mucizeyi yok sayanların kerameti yok saymaları da doğaldır. Bu durum ya sübjektif bir tepkinin, ya da hayatı sadece görünen âlemden ibaret saymanın ve pozitivist düşünmenin bir sonucudur. Rasyonalist demiyorum, çünkü akıl keramete ihtimal verir. Pek çok insanın gördüğü ve gerçekleşen rüyaları, kabul olmuş duaları bile kerametin delilidir. Bununla beraber keramete inanmak imanın şartlarından sayılmamıştır. Sırf keramete inanmadığı için bir insana kâfir denmez, öyle olsaydı Ehl-i Sünnet, Mutezileyi tekfir ederdi.

Bu konudaki ifrat ise müritlerin ve müntesiplerin bağlı oldukları zevatı peygamberlerin mucizelerini aşan kerametlerle anlamaları ve anlatmalarıdır. Duyduğum bir örneği vereyim; Erzurum’da öğrenci olduğumuz yıllarda bir grup mürit uzak bir şehirdeki şeyhlerini ziyarete gitmişlerdi. Vardıklarında şeyh efendi kulaklarını çekmiş ve ‘bir daha yola çıkarken hazırlıklarınızı iyi yapın, müritlerimizi tekerlek olmak zorunda bırakmayın’ diye uyarmış.

Meğer giderken bindikleri minibüsün lastiği fırlamış, efendi derhal bir müridini lastik olup minibüse eklemlenme ile görevlendirmiş. İçindekiler de hiçbir şey hissetmeden oraya kadar gelmişler. Efendi böyle deyince minibüslerine bakmışlar ve bir lastiklerinin bulunmadığını görmüşler. Olayı duyduğumda içimden; keşke mürit yerine kaliteli bir lastik taksaymış diye geçmişti.

Kalpleri bilme konusunda anlatılanlar ise hiçbir peygamberin ulaşamadığı makamlardır. On yıl kafamı kurcalayan bu konuyu ayrıca yazacağım.

İşte böyle ifratların bulunması bazılarını kerameti hepten inkâr noktasına getirmiştir. Takdis konusundaki aşırılık, gruplar arasındaki yarış, din konusundaki az bilgi ve az amel kerameti çoğaltmıştır.

Bu konuda dikkat çeken bir husus da şudur: Sahabe ve onları izleyen salih nesillerden keramet diye anlatılan olaylar iki elin parmaklarını geçmez. Onu yaşayanlar da bir ikram olarak yaşamışlar, onunla veli olduklarını göstermeyi ya da İslam’ı onunla anlatmayı düşünmemişlerdi. Çünkü esas olan istikamettir, dinin herkesin yaşayacağı ve göreceği doğallığıdır, insanın fıtratına uygunluğudur.

İlk Müslümanlar da dini kerametle anlatmadılar, onun bu doğallığını yaşayarak gösterdiler. İşte onların bu haline bakarak, sahih dindarlık keramet izharıyla ters orantılıdır, demenin yanlış olmadığı kanaatindeyim. Yani keramete ne kadar çok ihtiyaç duyuluyorsa din anlayışında da o kadar çok problem vardır demektir.

Bir başka husus Osmanlı’nın yüzakı İmam Birgivî’nin tespitiyle, haramı bilerek yapan ve bunda ısrar eden birisinden asla keramet zahir olmayacağıdır. Eğer haram itiyadına rağmen böyle bir şey görülüyorsa bu bir keramet değil istidrac’dır. Çünkü bir ikram anlamında keramet ancak peygamberi tam izlemekle oluşur.