Ne olacak bu Müslümanların hali?

İslam
İşte Faruk Beşer’in o yazısı… Bu soruyu sanırım her mümin kendi kendine ya da başkalarına defalarca sormuştur. Neden Müslümanlar parça parça? Neden mezhepler, meşrepler, cemaatler, tarikat...
EMOJİLE

İşte Faruk Beşer’in o yazısı…

Bu soruyu sanırım her mümin kendi kendine ya da başkalarına defalarca sormuştur. Neden Müslümanlar parça parça? Neden mezhepler, meşrepler, cemaatler, tarikatlar hayırda yarışan birer mektep olmaktan çıkıp, birbiriyle kavga eden, birbirini kötüleyen, birbiri gıybetini eden, hatta tekfir eden topluluklar haline geldiler? Neden bugün Müslümanların kendilerinden başka düşmanlara ihtiyaçları kalmadı? Birbirleriyle savaşıyorlar, birbirlerini boğazlıyorlar? Oysa İslam’ın tevhid yani birlik, Bir etrafında toplanma dini olduğunu iddia ediyoruz.

Bundan rahatsız olmayan mümin var mıdır? Varsa onun imanı sorgulanmalı değil mi? Eğer bir grup, bir tarikat, bir cemaat farklı olmak istiyor, farklı olduğundan gurur duyuyor ve yegâne hakikat olarak kendisini görüyorsa bu kanaatte bir problem yok mudur? Hatta söylemleriyle, ritüelleriyle (ibadet demek istemiyorum) giysileriyle özellikle farklı görünmek istiyorsa farklılığı, yani ihtilafı yegâne gaye edinmiş olmaz mı?

O halde ne yapmalıyız? Hiç bir şey yapmamalı mıyız? Herkesi kendi hakikatiyle baş başa mı kalmalı? İhtilafı dert edinmemeli miyiz? En azından bazılarımız dert edinmeli değil mi?

İhtilaf; farklı olma, farklı görme ve karşıt olma anlamlarına geliyor. İlk iki anlamı insanın tabiatında zaten var. Herkes bir ölçüde diğerinden farklı yaratılmış. Zamanda, mekânda, ırkta, renkte, bilgide, zekâda… Farklı oluş, farklı görmeyi sonuç verir. Çünkü insan için mutlak anlamda objektif bilgi olamaz. Herkes baktığı yerden gördüğünü bilir. O halde buraya kadar olan ihtilaf, tabii ve kaçınılmaz olandır. Aynı zamanda bir nimettir. Çünkü her farklı duruş, farklı bir görüş demektir. Farklı görüşler farklı bilgiler üretir. Farklı bilgiler farklı kültürler doğurur ve insanoğlu bu sayede varlığı her yönüyle tanıma, ondan optimal yararlanma, böylece de onun gayesini ve var edenini anlama imkanı bulur. Kendi eksikliğini fark eder.

Hucurat Suresi’nde ‘Biz sizi kavimler ve kabileler olarak yarattık ki, tanışasınız’ diye tercüme edilen ayette ‘tanışanız’ diye çevrilen kelime ‘tearafû’ tur. Tanıma, bilme anlamındaki marifetten gelir. Kültürü, edinilen bilgilerin hayat tarzı haline gelen görüntüleri olarak tanımlarsak bu kelimeyi, tanışma yerine, marifetleşme, yani farklı kültürler oluşturma ve kültür mübadelesinde bulunma diye de anlayabiliriz. O zaman doğal farklılığın nimet ve hayır olduğunu anlarız. Bu anlamda modernizmin insanlığa vurduğu en büyük darbe farklılıkları ortadan kaldırmasıdır. Çünkü aynileşme yok olma demektir.

Demek ki, ihtilafın ilk iki boyutu, yani farklı olma ve farklı görme doğallığın, fıtratın gereğidir. İnsanların her konuda hep aynı şeyi görüp, aynı şeyi anlamaları hayatı anlamsız kılar. İslam da doğal olanın korunmasıdır, fıtrat dinidir.

O halde kötülenen ihtilaf bu olamaz. Eğer din bize ihtilafı kötülüyorsa bunun tabii olanın dışındaki bir ihtilaf olması gerekir. Bizim ‘zarurât-ı diniye’ diye bir kavramımız var. Dinin olmazsa olmazlarını, din denen şeyin var olabilmesi için zorunlu olarak bulunması gereken esaslarını anlatır. ‘Usulü’d-din’ de yaklaşık aynı anlamdadır. Amelden önce neye nasıl iman edileceğini ve istenildiği gibi iman edilmemesi durumunda dinin varoluşunun yok oluşa döneceğini ifade eder. İşte yerilen ihtilaf bu sahada, yani sabit doğrular sahasında olan ihtilaftır. Oysa düşünme ve anlamadaki farklılık fıtratın gereğidir, nimettir, rahmettir.

Ama farklı düşünme, ya da ihtilaf bir yerde; tezâd, tefavüt, şikâk, tefrika ve hidâd’a dönüşüyorsa orada asli ve fıtrî tabiatından çıkmış, nefsî alana girmiş, kavgaya ve düşmanlığa dönüşmüş demektir. Çünkü be son beş kavramın her biri farklı tonlarda karşıtlığı ve zıtlığı anlatırlar. Zıtlaşma ve kavga etme haline gelen bir farklılaşma varsa bunun her iki tarafının da hak olması, hakkın tabiatına aykırıdır. İşte bu anlamda bir ihtilaf dinin reddettiği, kötülediği ve giderilmesini istediği ihtilaftır.

Fıtrî/tabii olan düşünce farklılıkları sebebiyle meşreblerin ve mezheplerin hiç olmaması mümkün değildir. Herkesin ders ve feyiz aldığı hocasının etrafında toplanması, onu diğerlerine göre daha çok sevmesi ve sayması tabiidir. Fıkıh mezhepleri ve ardından tasavvufun mezhepleri olan tarikatlar böyle oluşmuştur. Ama bir mezhebin ya da meşrebin öncüleri, biz farklıyız, hakikat bizimle beraberdir. Bizden başka herkes hatalıdır diyorsa, orada kitaba göre izahı mümkün olmayan sapmalar var demektir.

Yazının devamını okumak için tıklayınız!