Modern hayatın unuttuğu hakikat

İslam
Din sosyoloğu Taha F. Ünal Yenişafak gazetesinde yayınlanan yazısında şöyle diyor: “Tüketim şehvetini galeyana getiren reklamlar, nefislerin tatmin edilemez hazlarını kamçılayarak insanlığı...
EMOJİLE

Din sosyoloğu Taha F. Ünal Yenişafak gazetesinde yayınlanan yazısında şöyle diyor: “Tüketim şehvetini galeyana getiren reklamlar, nefislerin tatmin edilemez hazlarını kamçılayarak insanlığı daha bir doyumsuz hale getiriyor. Bütün bunların neticesinde ‘yarın ölecekmiş gibi ahirete, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışma’ düsturu ruhundan soyutlanarak ‘hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışma’ cesedi haline getiriliyor.”

Teknolojinin hayatımızdaki yeri her geçen gün biraz daha derinleşiyor. Sunduğu imkânlar insan hayatını kolaylaştırıyor, yaşam kalitesini maddi anlamda yükseltiyor. İnsanın sınırsız ihtiyaç ve arzularına cevap verebilmek için yarışan dev firma ve işletmeler birbirinden cazip projelerle arz-ı endam ediyor. Ortaya konan bir ürünün reel ömrü yıllarca kullanılmaya müsait olsa bile, yeni sürümlerinin bir sene bile geçmeden piyasaya sürülmesiyle, öncekinin cazibesi kısa zamanda ortadan kalkıyor.

Tıp alanındaki gelişmeler yaşam standardını yükselterek, nitelikli olmasa da, geçmişe nazaran daha uzun yaşama imkânına kapı aralıyor. Tedavisi yok gibi görünen hastalıkların da şifası bulunmaya çalışılıyor. Tıp, modern insanın en çok endişe ettiği yaşlılık ve ölüm gibi devası mümkün olmayan iki konuya da kendince çözümler getirmeye çalışıyor.

MODERN HAYAT VE İNSAN

Kapitalist anlayışın hâkim olduğu modern dünyanın hayattaki en önemli amaçlarından birisi kazanmak; bir sonraki yıl önceki seneye göre daha fazla gelir elde etmek. Kazanma, daha çok kar etme, sürekli büyüme, modern şirketlerin, hayatlarını devam ettirebilmesi için adeta onlara dayatılan hedefler cümlesinden. Büyük balık küçük balığı yutar mantığı işletmelerin anayasası hükmünde.

Var olma amacı insani duygu ve düşüncelerden sıyrılarak tamamen maddeye esir düşmüş zamane şirketleri ürettiklerini pazarlamak için modern teknolojinin sunduğu imkânları sonuna kadar kullanıyor. Kameranın sihriyle cazibenin zirvesinde dolaşan birbirinden cafcaflı ürünler tüketicinin beğenisine sunuluyor. Tüketim şehvetini galeyana getiren reklamlar, nefislerin tatmin edilemez hazlarını kamçılayarak insanlığı daha bir doyumsuz hale getiriyor. Bütün bunların neticesinde ‘yarın ölecekmiş gibi ahirete, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışma’ düsturu ruhundan soyutlanarak ‘hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışma’ cesedi haline getiriliyor. Modern hayat, sakinlerine, adeta bir yalancı Cennet’i vaat ederek ahiret duygu ve düşüncesinden uzaklaşılmasına neden oluyor.

Nefis, insanı, kabiliyetlerinin sonsuzluğu ve kuşatılamaz buutlarına rağmen, yutabilecek kadar azgın bir girdap. Ona tamamen kapılanın kendini çekip kurtarabilmesi imkansızlıkla eşdeğer gibi. Nefis bataklığında boğulup gitmemenin çaresi ise onun sonu gelmez istek ve arzularına ‘dur’ diyebilmekten geçiyor. Bu üç harf tek kelimeden oluşan, olmak veya olamamak kader denk noktasındaki nidayı yürekten söyleyebilmek ‘acil’ olanı arzulayıp ‘ecil’ olanı tercih etmeyen insan fıtratı için hiç kolay değil. Bu fıtratın idrakinde olan nefsi galeyana getiriciler, sundukları her türlü ürünü direkt ona hitap edecek şekilde tasarlayarak amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlar. Vicdanın bir köşesinden bir türlü sökülüp atılamayan Ahiret, Cennet gibi değiştirilemez hakikatları da kurguladıkları sanal Cennetlerle unutturmaya gayret ediyorlar.

AKILDAN ÇIKARILMAMASI GEREKEN GERÇEK

Oysa asıl, kalıcı, bütün dert ve sıkıntılardan uzak hayatı dünyada aramak serap peşinde koşmaktan farksız. Ahiret var, ölüm hak, kabir kapısı açık ve bir başlangıcı olan her faninin oraya gitmesi, alnına silinemez kalemle yazılmış bir kaderi.

Bu yüzden olsa gerek Hz. Lokman, kendisinden nasihat isteyen insanlara çağlar ötesine seslenerek, ‘Namazda iken kalbinizi koruyunuz, Allah’ın büyüklüğünü ve ölümü hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayınız’ diyor.

Yani, bin bir zorlukla, (!) şeytanın esiri olmadığınızı göstererek, dünyadaki amacınızı unutmayarak Rabbinizin karşısına geldiniz; orada bari ruhunuzun teneffüs merkezi olan kalbinizi koruyunuz, onu dünya levsiyatından temizleyiniz, bari namaz esnasında olsun içerisine Allah’tan gayrısının girmesine müsaade etmeyiniz.

Kim olursanız olun makam ve mansıbınız ne olursa olsun, sizden büyük Allah olduğunu hatırınızdan dur etmeyin. Size verilen, sağlık başta olmak üzere sayısız nimetlerle şımararak dünyada kalıcı olduğunuz vehmine kapılmayın. Ölüm gerçeğiyle bir gün yüzleşeceğinizi hatırınızın bir köşesinde daima canlı tutun ki istikametinizi kaybetmeyin diyor galiba kalp ve kafaların da hekimi.

EN KUVVETLİ RABITA: NAMAZ

İnsan için istikameti muhafaza edebilmek kolay değil. Dünyanın cazibesini arttırdığı zamanlarda ise daha zor. Gençlik, sağlık, zenginlik gibi nimetlerin bir araya geldiği dönemlerde ise zorlardan da zor. Bütün bu zorlukları aşıp istikameti muhafaza edebilmek, araç ile amacı birbirinden ayırabilmek, dünyanın süs ve zinetlerine dalıp giderek ebedi yaşam zannına kapılmamak için ruhları dinlendirip niyetleri tazelemek gerekiyor. Bu rabıtayı ise mü’minin miracı olan namaz sağlıyor.

Bu rabıtanın layıkıyla yapılması, onun, fani duygu ve düşüncelerle kirletilmemesi ve bu vesileyle insanlığın dibine sukut etmekten kurtularak, zirvelerde gezilebilmesi için ‘namazda kalbimizi korumamızı’ tavsiye ediyor Hz. Lokman.

İşte o zaman insan, hakikatine inkılap edecek. Arzu ettiği ebedi hayatın numunelerini fani hayatta yaşamaya başlayacak. Ruh ve mana güzelliğinin kanatlarıyla yıldızlar ötesine seyahat edebilecek. Maddenin esiri olmayıp mana yüklü eserlerin banisi olacak. İnsani meziyet ve faziletlerin gönüllü temsilcisi haline gelecek. Tüketim şehvetinin esaretinden kurtularak paylaşabilmenin ruhani zevkini tadacak. Tatmin edemediği arzularının ruhunda açtığı yaraları bir bir tedavi edecek.

Ebedi cennetleri unutarak yalancı cennetlerle vakit geçirmenin neden olduğu sıkıntılardan kurtulmanın yolu iki cümleden geçiyor: Allah-ü Teala’nın büyüklüğünü unutmamak ve O’nun huzurunda iken kalbi O’ndan başkasıyla paylaşmamak…