Modern-gelenek çıkmazında kabir ve türbe tartışmaları

İslam
Prof.Dr. Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki yazısı… Bir kez daha söyleyelim; birileri bizi gelenekçi ve modernist kategorilerine ayırıyor, biz de saf saf bunlardan birini kategorik ola...
EMOJİLE

Prof.Dr. Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki yazısı…

Bir kez daha söyleyelim; birileri bizi gelenekçi ve modernist kategorilerine ayırıyor, biz de saf saf bunlardan birini kategorik olarak kendimize uygun buluyoruz. Oysa ben bunlardan hiçbirisi değilim, geçmişi hesaba katıp geleceği doğru yaşamaya çalışan bir müslümanım diyebiliriz.

Geleneği tanımlayıp birilerini o kompartımana dolduran modernistler de geçmişte ne söylenmişse hepsini gelenek diye vasıflayıp, bakın gelenekte böyle zayıf ve tutarsız görüşler var, o halde geleneği hesaba katamayız derler. Onların fütursuz, indî ve usulsüz görüşlerini gören ve “gelenekçi” olmayı kabullenenler de geçmişte ne söylenmişse hepsini din bilip savunma ihtiyacı duyuyorlar.

Oysa doğru olan şu: Hiçbir düşüncenin, sanatın, hele de dinin geçmişiyle irtibatı koparılarak doğru anlaşılması mümkün olamaz. Neden Allah bize Hz. Âdem’den beri bütün peygamberlerin hayatını uzun uzadıya anlatır. Kuranıkerim’in neredeyse üçte ikisi peygamber kıssaları değil midir? Bu durum, onların ‘gelenek’ dediklerinden başka neyi ifade eder?

Ama biz geçmişi/geleneği ihmal edemeyiz derken, geçmişte din adına ne söylenmişse hepsi kabulümüzdür demiyoruz. Geçmişsiz olmaz demekle “gelenekçi” olmak farklı şeylerdir. Bugün modernist dediklerimizin söyledikleri bile yarın geçmiş olacaktır. Hesaba katmak zorunda olduğumuz geçmiş, dinin özü konusunda ‘Sevad-ı Azam‘ haline gelen ortak birikimdir. Buna aynı zamanda zarurât-ı diniyye, ya da manevi icma da diyebiliriz. Yoksa akli/içtihadi alanda söylenenleri sade bir bilgi zenginliği olarak görür, işe yarayanını alır, yaramayanını bırakırız. Böyle baktığımızda onlar bile faydalı bir birikim olmuş olurlar.

Bu açıdan türbe ve kabir ziyaretlerine bakalım: Resim, heykel ve kabir ziyareti gibi hususlar şahitle gaibin, maddi ile manevinin, imanla şirkin temas noktasını oluşturan hususlardır. Bu sebeple Resulüllah bidayette her türlü kabir ziyaretini yasaklamıştı. Çünkü bunda şirk içeren kanaat ve uygulamalar vardı. Sonra insanlar tevhidi ve şirki iyi kavrayınca Resulüllah buna belli şartlarla izin verdi. Çünkü bunun Ahireti hatırlatma gibi önemli bir faydası da vardır. Resim ve heykel için ise sonradan böyle bir izin çıkmadı ve bu konudaki yasak sürekli kılınmış oldu. Bundan, onlarda böyle bir fayda umulmadığı sonucunu da çıkarabiliriz.

Bilgiye dayalı bir iman kabir ziyaretinden hâsıl olabilecek şirke kayma tehlikesini önleyebilir ve onun faydasını ortaya çıkarabilir. Ama resim ve heykel yapanların kendilerinde böyle bir bilgi ve bilinç olsa bile onların ortaya koyacakları ürünler sadece kendilerinde kalmaz. Başkasında yanlış inançlara sebep olabilir.

Şimdi, “gelenekçi” olmayı kabullenmiş görünen bazı hocalarımız, bazı zevatın kabirleri üzerine kubbe yapılması bizim geçmişimizde var, Osmanlı bunu yapmış, caiz olmasaydı yapmazdı mantığıyla tam bir “gelenekçi” gibi davrandıktan sonra Kur’an-ı Kerim’den buna destek aramaya kalkışıyorlar. Ashab-ı Kehf’e muttali olununca bunları ne yapalım tartışmaları içerisinde “duruma hâkim olanlar, kesin kararımız, onların üzerine bir mescit yapacağız dediler” (Kehf 18/21). İşte ayette bu anlamda bir cümle geçmesi sebebiyle, demek ki, önemli zatların üzerine mescit ya da türbe yapılabilir sonucunu çıkarıyorlar. Bu görüşü güya usulle de destekleyip, ‘önceki dinlerde olanlar bizim için de dindir’ deliline tutunuyorlar.

Durum böyle olunca biz de meseleyi sufi bir müfessir olan Âlusîye sorduk. Bir uygulamanın bid’at ve/veya haram olduğunu âlim bir sufi söylüyorsa o şey kesin öyledir. Çünkü sufiler böyle hususlarda çok zayıf tutamaklarla da olsa var olanı savunurlar. Yerimiz olsaydı onun söylediklerinin bir kısmını buraya alırdık. Çok kısa bir özetini vermekle yetinelim:

Ayette geçen ‘duruma hâkim olanlar‘ın kim olduğu belli değildir. Bunların Ashab-ı Kehf’e baskı uygulayan zorba yöneticiler olması kuvvetle muhtemeldir. O halde onların söylediği ‘önceki dinin’ bir uygulaması olamaz. Kaldı ki, önceki dinlerde var olduğu söylenen şeylerin bizim için de din olması, onların Kur’an-ı Kerim ve Sünnet tarafından inkâr edilmemesine bağlıdır. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’deki ihtimalli hususlarda Sünnetin hakemliğine ve beyanına başvurulur. Sünnete baktığımızda kabirlerin üzerine kubbevari binaların yapılmasını kesin bir dille yasaklayan onlarca hadisi şerif olduğunu görürüz. Bunun ardından Âlusî bu hadisi şerifleri sıralar. İşte iki tanesi:

‘Kötü insanlar içlerinden saygın birisi öldüğünde üzerine mescit yaparlar ya da kabrini duvarlarla çevirirler. İşte Kıyamet günü insanların şerlileri bunlardır’.

yazının devamını okumak için..