Kur’an’la öne çıkmak…

İslam
Câbir’den (ra) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s), Uhud Gazvesi’nde şehid düşenleri her mezara iki kişi konacak şekilde toplattı ve sonra: “Bunların hangisi daha çok Ku...
EMOJİLE

Câbir’den (ra) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s), Uhud Gazvesi’nde şehid düşenleri her mezara iki kişi konacak şekilde toplattı ve sonra:

“Bunların hangisi daha çok Kur’ân bilirdi?” diye sordu.

Şehidlerden hangisi gösterilirse, önce onu kıbleden yana kordu.
(Buhâri, Cenâiz 72, 75, 78, Meğâzî 26)

Bilindiği gibi, Müslümanların Mekkeli müşriklerle yaptığı Uhud Savaşı’nda yetmiş müslüman şehid düşmüştü. İslâm ordusundan birçoğunun yaralı olması ve diğer zorluklar sebebiyle, Rasûlüllah (s), şehidlerin ikişer ikişer bir mezara defnedilmelerini emretmişti…

Bu defin işlemi esnasında, her mezara konacak iki şehidden hangisi Kur’ân-ı Kerîm’den daha çok ezber yapmış, daha çok bilgi sahibi olmuş ise, onun kıble tarafına yerleştirilmesini emretmişti.

Efendimizin (s) bu uygulaması; hepsi de cennetin en üstün makamlarını hak eden şehitler arasında değil, tüm insanlar arasında, Allah katında fazilet ve ayrıcalık bakımından önde olabilmenin özellikle Kur’ân bilgisine ve birikimine sahip olmakla ölçüleceğinin fiili bir göstergesidir.

Allah Rasûlü’nün (s) diğer uygulamaları da, Kur’ân-ı Kerim’i daha çok bilen, anlayan ve yaşayanların, hem dünyada hem de ölüm sonrası muamelelerde diğerlerine önceleneceğini göstermiştir. Bu ve benzer hadisler, Kur’ân âlimlerine, hafız ve muhafızlarına, hadimlerine saygının, hem bu dünyada hem de ölümden sonra geçerli olduğunu ortaya koyar.İlim, özellikle Kur’ân merkezli zihinsel ve kalbi donanım, her yerde öncelik ve saygı sebebidir.

“De ki, bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu? Bunu ancak akıl sahipleri anlar.” (Zümer 39/9) âyet-i celilesi, insanlar arasındaki farkın asıl sebebini ilim olarak tesbit ve ilân etmektedir. Hatta “Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu?” sorusu, ‘bu ikisini nasıl birbirine denk tutarsınız’ demek olur ki, böyle bir yargının batıl, böyle bir uygulamanın da haksızlık ve zulüm olduğunu daha net ortaya çıkmış olur.

“Bilenler”; elbette sadece ilim sahibi olanlar değil, bildikleriyle de amel edenler yani Kur’ân’ın hayat verici ilkelerini yaşayanlardır. Bildikleri halde onu yaşamayanlar ise, “câhiller” yani bilmeyenler gibidirler ki, toplum içinde ve Allah katında görecekleri itibar ve muamele de ona göre olacaktır. Bu âyet sırf “ilim”den kaynaklanan seviye farkının her yerde ve her zaman geçerli olduğuna işâret eder.

Kur’ân’a Vakıf Olan Cemaatte de Orduda da Öne Geçiyor

Nitekim Peygamberimiz (s), İslâm’da iman’dan hemen sonra gelen namaz ibadetinin cemaatle kılınmasında, Kur’ân’ı en iyi bilen ve okuyanın imam olmasını emretmiştir:

“Kur’ân’ı en iyi bilen-okuyanlar cemaate imam olsun. Kur’ân bilgisinde eşit iseler, sünneti en iyi bilen; eğer sünnet bilgisinde de denk olurlarsa, önce hicret etmiş olan; hicret etmekte de aynı iseler, yaşca en büyükleri imam olsun…” (Müslim) 

(Müslim’in bir rivayetinde, ‘yaşça en büyük olan’ yerine “ilk evvel müslüman olan” kaydı vardır ki; bütün bunlar, önceliğin İslami ilim ve fazilette olduğunu gösterir.)

Namazda kimin öne geçip imamlık yapacağı, İslâm’da sosyal hayatın tanziminde belirleyici bir göstergedir. Namazda imamlık konusunda gözetilen kişide aranacak vasıflar ve öncelikler, diğer konularda da gözetilir. Yani İslâm toplumunda kişilere verilen önem, imamlık vasıflarıyla yakından ilgilidir.

Hadisteki “أَقْرَؤهُمْ لِكتَابِ اللَّهِ  egrauhüm li-kitâbillah” ifâdesi; sadece “en güzel okuyup-seslendiren” demek değil; özellikle ‘Allah’ın kitabını en iyi okuyan, anlayan, bilen, en çok ezberlemiş olan’ manasına gelir ki, bu, Müslim’in diğer rivayetinde açıkça görülür. Orada “  وأَقْدمُهُمْ قِراءَةً  agdemühüm gırâeten: kıraatte öne çıkan” buyurulmuştur. “Kırâat” ise; hem okumayı hem de okuduğunu anlayıp kavramayı ifade eder. Nitekim ashâb-ı kirâm arasında Kur’ân-ı Kerîm’i pek güzel okuyan Übeyy b. Kâ’b, Muâz, Zeyd b. Sâbit ve Ebû Zeyd (r.anhüm) gibi zevât varken Peygamberimiz (s), Hz. Ebû Bekir’in (ra) cemaate imam olmasını ısrarla emretmiştir. Burada sesten çok ilim, fazilet ve tecrübe öne çıkmaktadır. Kaldı ki, imamda aranan diğer vasıflar, ilim ve fazilet boyutunu daha da belirginleştirmektedir.

Kur’ân-ı Kerim’i en iyi bilenin savaşta ve orduda öne çıkmasına gelince; Ebû Hureyre’den (ra) aktarılan şu rivayet hayli anlamlıdır:

Hz. Peygamber (s) büyük bir ordu göndermeye karar verdi. Hepsinin silah ve malzemeleri yerindeydi. Hz. Peygamber (s) önce askerleri tek tek Kur’an-ı Kerim’den imtihan etti. Hepsi de bildiği kadar okudu. Sıra en genç olana gelince, Hz. Peygamber (s):

“Ey filan, sen ne kadar biliyorsun?” diye sordu. Genç de:
“Ben şu şu sûreleri biliyorum; bir de Bakara sûresini biliyorum” dedi. Rasûlüllah (s) tekrar:
“Sen Bakara suresini biliyor musun?” diye sordu. O da:
“Evet” deyince, Hz. Peygamber (s):
“O halde git, sen bu ordunun kumandanısın”
dedi.

Onların ileri gelenlerinden bir kişi: “Allah’a yemin ederim, Bakara Sûresi’ni ezberlemekten beni engelleyen şey, onun hakkını yerine getiremeyeceğimden korkmamdır” dedi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (s) şöyle buyurdu:

“Kur’ân’ı öğreniniz, onu okuyunuz. Çünkü Kur’ân öğrenip okuyan kimse, içi misk dolu bir kırbaya benzer. Kur’ân’ı ezberleyip onu hafızasında tuttuğu halde yatan bir kimse, misk ile doldurulup ağzı bağlanan bir kırbaya benzer.” (Hayatü’s-Sahabe)

Peygamberimizin “misk dolu kırba” benzetmesinden hareketle meseleyi anlamaya çalışırsak; bir mümin Kur’ân’dan ne kadar çok nasib almış ve onu hayatına yansıtmışsa, o oranda Kur’ân’la konuşuyor, o oranda Kur’ân’la olaylara bakıyor, o oranda Kur’ân’la yürüyor demektir. Böyle bir mümin, orduda da, cemaatle namazda da, diğer alanlarda da elbette önceliğe sahip olacaktır.

Abdullah Yıldız/ 40 hadis 40 ders-Pınar yy-kitappinari.com