Prof. Dr. Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki yazısı…
Bu kavramların da emanetle/güvenilir olmakla alakası vardır.
Mümin güvenilen ve güvenen insandır dedik ve ’emaneti olmayanın dini de yoktur’ hadisi şerifini hatırlattık.
Göklere, yere ve dağlara teklif edilen, onların kabul edemediği, ama insanın yüklendiği emanet nedir? Tek kelime ile sorumluluk mu? Dinin hükümlerini istenilen şekilde uygulamak mı? Yoksa emanetin, yani güvenilir olmanın bizatihi kendisi mi? Hepsi de olabilir. O ayette, insan ‘zalûm ve cehûl’ olduğu için bunu kabul etti denmesi, güvenilir olmamanın son derecede zalim ve cahil olmaktan kaynaklandığını gösterir. Aksiyle de, böyle zalim ve cahil olmayanların ancak güvenilir olabilecekleri anlaşılır.
Sadakat, sözüne ve ahdine sadık kalmak demek. Sıdk ile aynı köktendir, kalbin cefada ve sefada, lütufta ve kahirde hiç değişmemesi, her halinde Hakk’a aynı derecede bağlı kalması, ‘Elest bezmi’nde verilen söze ve ahde vefa gösterilmesi diye tarif edilir. Kur’an-ı Kerim’de zekâta sadaka da denir. Çünkü zekâtını verebilmek, müminin imanında ve verdiği sözde sadakatinin delilidir.
Kuşeyrî, sıdkı şöyle anlatır: Sıdk, kişinin hallerinde bir şaibe/leke, itikadında bir şüphe, amellerinde bir kusur bulunmaması, yaptıklarını sadece Allah’ın rızasını düşünerek ihlas ile yapması, insanların beğenip beğenmemesine aldırmamasıdır.
Sevginin kaynağı sadakattir. Ahdine sadık olan insan, Resulüllah’ı sever, ona tabi olur, böylece Allah da onu sever. Eşler arası sevginin en büyük sebebi de sadakattir. Birbirine karşı sadakat göstermeyen, gözleri dışarıda olan eşler birbirlerini sevemezler, şüphe kurdu sürekli kalplerini kemirir durur, huzurları ve neşeleri kaçar. Sevgi ve merhamet edebiyatla öğrenilemez, sev kardeşim, demekle sevilemez. Sadakatle birbirine bağlı eşler arasına Allah ‘meveddet ve rahmet koyar’. Meveddet sevginin karşılıksız ve candan olanıdır. Allah’ın bir ismi ‘Vedûd‘dur. Kulunu böyle seven ve sevginin kaynağı demek. Ayette ‘imana/emniyete giren ve yapması gereken işleri/salih amelleri yapan müminlerin arasına Allah bir süre sonra meveddet koyar‘ buyrulur. Yani sevginin oluşması bunlara bağlı.
Emanet ve sadakat peygamberliğin en önemli iki vasfıdır. Peygamberimiz, ‘Muhammedün Resulüllahi sadiku’l-va’di’l emîn’dir. Vaadine sadık ve güvenilen Resulüllah demek. Ona asıl benzememiz gereken konu budur.
Ve bu iki vasfı tamamlayan üçüncü bir vasıf da istikamet. Bu da kısaca istenildiği gibi dosdoğru olma demek. ‘İstenildiği gibi’ denmesi kişinin kendi bozuk tercihlerini doğru sanabileceği içindir. İstikamet çok kolay olmadığı için Resulüllah (sa) ‘Hûd Suresi beni ihtiyarlattı‘ buyurmuş. Çünkü ‘emrolunduğun gibi dosdoğru ol‘ ayeti bu surede geçer. Müslümanın nihai hedefi bu olmalı. Bunun için bizden günde kırk defa ‘Allah’ım bizi Sıratı müstakimde tut‘ diye dua etmemiz istenmiştir. Anlaşılıyor ki, aslanda kulu istikamette tutan Allah, ama O bunu biz istersek yapıyor. Biz bunu kalpten istemeliyiz ki, O da kabul buyursun.
Daha önce söylemiştik, Kur’an-ı Kerim’de hiçbir yerde salt ‘namaz kılın’ ifadesi geçmez, hep ‘namazı dosdoğru kılın‘ denir. ‘Namazı dosdoğru kıl, işte bu namaz insanı fahiş günahlardan ve kötülüklerden alıkoyar‘ buyrulur. Yani her nasıl olursa olsun kılınan namaz değil. Biz namaza başlarken kamet getiririz. Kametin aslı ikamettir. Bu da dosdoğru kılma demek. Sanki kamet daha namaza başlamadan, onu dosdoğru kılın diye bir uyarıdır. Siz namazı dosdoğru kılın ki, o da sizi dosdoğru kılsın.
İstikametini koruyanlar için inen şu muhteşem vaade bakın: “Rabbimiz Allah’tır diyerek dosdoğru olanların üzerlerine, melekler iner de iner. Gelecekten korkmayın, geçmişe üzülmeyin, size vaat edilen cennetle şimdiden sevinin diye. Biz sizin dünya hayatında da ahirette de yardımcılarınızız diye. Orada canınızın istediği her şey sizin, arzuladığınız her şey sizin” (Fussılet 30-31).
Kılınan namazların, tutulan oruçların gerçek olup olmadıkları…