İslamlaşmanın afetleri

İslam
Faruk Beşer bugünkü Yeni Şafak’taki köşe yazısında nimetlerin afetlerini ele alıyor.  Afet; musibet, felâket, yıkım diye tanımlanır. Arapça aslında azaltma, yok etme anlamı vardır. ...
EMOJİLE

Faruk Beşer bugünkü Yeni Şafak’taki köşe yazısında nimetlerin afetlerini ele alıyor.

 Afet; musibet, felâket, yıkım diye tanımlanır. Arapça aslında azaltma, yok etme anlamı vardır. ‘Üf’ kelimesinden gelir, bu kelime azlığı, ufacıklığı ifade eder. ‘Annenize babanıza üf demeyin’ anlamındaki ayeti kerime, onları en küçük şekilde bile incitmeyin demektir.

Bir şeyin olumlu yönlerini yok eden ya da azaltan şeyler, ona arız olan olumsuzluklar, eksiler, felaketler, musibetler hep afettir. Allah’ın takdir ve hikmeti ile meydana gelen tabiat olayları, depremler, yangınlar, seller gibi şeyler de bu özellikleriyle afet sayılır.

İslam ahlak kitaplarında nimetlerin afetlerinden söz edilir. İnsanın sürekli hizmetine verilen, gözü, kulağı, kalbi, eli, ayağı, serveti, hatta aklı gibi varlıklarının beraberinde getirdikleri afetleri de vardır denir. Gözün harama bakması, başkalarını aşağılayarak, alay ederek bakması, lüzumsuz şeylere bakması, ibret almadan, düşünmeden, Allah’ın varlıkta nakşedilen gizi tuğrasını, imzasını fark edemeden salt bakması, yani bakması ama görmemesi gözün afetlerindendir. İlmin/bilginin bile afetleri vardır; onu kötü amaçlı kullanma, onunla kibre ve ucba kapılma onun en büyük afetlerindendir. Afetler bir bakıma imtihan konularıdır.

Böyle şeylerin afet sayılması, ilgili oldukları nimetlerin, nimet olma özelliğini, faydasını, kârını azalttıkları ya da yok ettikleri içindir. Tabii afetler de insanın maddi ya da bedensel varlığını azalttıkları, yok ettikleri, kayba sebep oldukları için afet adını alırlar.

Bu anlayışla ülkemizde son yıllarda görülen muhafazakarlaşma, ya da sevmediğim kelime ile İslamlaşma’nın da patolojik görüntülerine afet diyebiliriz. İkinci kez vereceğim şu istatistiksel bilgi, bilmiyorum size de ilginç gelir mi? Doksanlarda Türkiye’de Şeriat isteyenlerin oranı yüzde on sekiz iken, iki bin sekizde bu oran yüzde dokuza düşmüş. Bizce bu da patolojik/marazi bir görüngüdür. Oysa muhafazakarlaşma büyük oranda artmış. Bu durum, paradoksal bir şekilde dini değerlere yönelişin artmasıyla birlikte dünyevileşmenin de yükseldiğini gösterir. Yani bir taraftan insanımız dine yönelirken, diğer taraftan dinin içini de boşaltmakta, onu da sadece dünya amaçlı bir meta olarak tüketmektedir.

Bayramda bu gözle etrafıma bakınca sahih İslam açısından afet sayılabilecek şu görüngüleri fark ettim:

Otoyollar şimdiye kadar hiç görülmedik biçimde bir izdihama sahne oldu. Bu manzara insanımızın ekonomik imkânlarının gözle görülür biçimde arttığını gösterir. Elbette bunun beraberinde getirdiği pek çok olumsuzluklar da vardır.

Muhafazakâr insanlarda bile müthiş bir ‘gösteriş istihlaki’, ya da şımarık tüketim görüntüleri gözlemlenir oldu. Sonradan görmüşlüğün bir göstergesi olarak lüks arabalar ve cipler hiçbir gelişmiş Batı ülkesinde olmadığı oranda çoğaldı. Mütesettir ve de muhafazakâr bayanlarımızı bile ağızlarında sigara, türbanlarının üzerine kaldırılmış at nalı gibi güneş gözlükleri ile en lüks ciplere kurulmuş havalı bir endam ile artık sıkça görebiliyoruz.

İftar sofralarından sonra bayram ziyaretlerinde de kadınlarımız olabildiğince müteberric/cafcaflı ya da mutantan elbiseleriyle kadınlı erkekli sofralarda karşılıklı şakalaşmalar ve cilvelerin meze yapıldığı, modern kültürün adabına uygun yemek yemeler artık adiyattan görülür oldu. Buna bir İslam sosyetesi doğuyor da diyebilirsiniz. ‘Giyen çıplaklar’dan söz eden hadisi şerifi herkes bilir.

Yazının devamını okumak için tıklayınız