İslam’da tevbe

İslam
Peygamber Efendimizin (s) “tûbû ilâllâh” şeklinde emir kipiyle söylediği “Allah’a tevbe edip O’ndan af dileyiniz” ifadesi Kur’ân...
EMOJİLE

Peygamber Efendimizin (s) “tûbû ilâllâh” şeklinde emir kipiyle söylediği “Allah’a tevbe edip O’ndan af dileyiniz” ifadesi Kur’ân-ı Kerim’de aynı biçimde ve sıkça tekrarlanır:

“Hepiniz Allah’a tevbe ediniz, ey mü’minler! Umulur ki, böylece felâha erersiniz.” (Nûr 24/31)
Ey inananlar! Yürekten tevbe ederek Allah’a dönün ki, Rabbiniz kötülüklerinizi örtsün, sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koysun. Allah’ın Peygamberini ve onunla beraber olan müminleri utandırmayacağı o gün, ışıkları önlerinde ve defterleri sağlarından verilmiş olarak yürürler ve: "Rabbimiz! Işığımızı tamamla, bizi bağışla, doğrusu Sen herşeye Kadir’sin" derler.” (Tahrim 66/8)

Peygamberimiz (s) “Ey insanlar!” diye başlamakla, bütün insanları tevbe ve istiğfara davet ediyor. Hadis-i şerifteki bu genel ifade ile âyetlerde müminleri hedef alan ifadeler bir arada düşünüldüğünde, mânevî durumu ne olursa olsun, tüm insanların hatta peygamberlerin dahi Allah’a tevbe edip O’ndan af dilemeye muhtaç oldukları açıktır. Hiç kimse O’na karşı kulluk borcunu ve görevlerini mutlak manada lâyıkıyla yapamayacağı için, kusurları sebebiyle af ve mağfiret dilemesi bir kulluk görevi olur.

Tevbe ve istiğfâr; insanın kendisini ve kusurlarını bilmesi, Rabbini ve onun yüceliğini tanıması, Rabbine muhtaç olduğunu itiraf etmesi ve böylece mânen yükselmeyi arzu etmesi anlamına gelir.
Rasûlüllah’ın (s) bu hadîs-i şerifte günde yüz defa tövbe ve istiğfâr ettiği, bir başka hadiste ise günde yetmişden fazla tövbe ve istiğfâr ettiği rivayet edilmiştir.

Abdullah b. Ömer (ra), Hz. Peygamber’in (s) bir mecliste yüz defa: “Rabbiğfir-lî ve tüb aleyye, inneke ente’t-tevvâbü’r-rahîm: Yâ Rabbî! Beni bağışla; tövbemi kabul buyur. Şüphesiz sen tövbeleri kabul eden merhamet sahibisin” dediğini, kendilerinin de bunu saydıklarını söyler.

Esasen; tevbe ve istiğfârın belli bir sayısı yoktur. Yetmiş ve yüz rakamları çok istiğfâr edilmesi gerektiğini belirtmek içindir. Zira insan, tevbe etmesi gereken hata ve günahlara sıkça düşer.
Bu rivayetler, kulun tevbe ile yükümlü olduğunu, yegâne modelimiz Hz. Peygamber’in (s) tatbikatı ile bize gösterir. Hiç kimse ondan (s) daha üstün olamayacağına göre, herkes tevbeye muhtaçtır.

Tevbe “Nasûh” Olmalıdır

Sözlükte "pişmanlık, dönme, nedamet" anlamına gelen tevbe, İslâmî bir kavram olarak, kulun işlediği kötülük ve günahlara pişman olup, onları terkederek Allah’a yönelmesi, emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah’a sığınarak bağışlanmasını dilemesi demektir. Tevbe, kula nispet edilince, arızî olan günah halini bırakıp aslî olan salâh haline dönmek; Allah’a nispet edilince de tâli olan gazab bakışından, aslî olan rahmet bakışına dönmek anlamına gelir.

Günahlardan dolayı tevbe etmek farzdır.
Kur’ân’da tevbe ve türevleri seksen altı defa geçmektedir.
Tevbe, Hz. Âdem’le başlar ve kulluğun bir göstergesidir.

Rabbimiz tevbenin nasûh olmasını ister (Tahrîm 66/8). Nasûh tevbe ise; samimi, ciddi ve günaha bir daha dönmemek üzere yapılan tevbedir. Peygamber Efendimizin (s) ifadesi ile: “süt nasıl ki memeye geri dönmezse, işlenen günaha geri dönmemektir”.

Hz. Peygamber (s) her konuda olduğu gibi tevbe konusunda da ümmetine örneklik etmiş, hem de müminleri tevbe etmeye davet etmiştir. (Buhari, Müslim)

Küfürden îmâna dönmek kâfirlerin, kötülüklerden iyiliklere dönmek fâsıkların, kötü huylardan iyi ahlâka dönmek ebrârın (iyilerin/erdemlilerin) tevbesidir. Tevbe etmemek ise zâlim olmak, nefse zulmetmektir; imandan sonra fısktır, Allah’ın yolundan ayrılmaktır.

"İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir." (Hucurât 49/11)

Yalnız dilde kalan, amel ve davranışa yansımayan, özellikle son nefeste yapılan tevbe faydasızdır.

"Kötülükleri yapıp yapıp da nihayet ölüm gelince ‘ben şimdi tevbe ettim’ diyenlerin… tevbesi kabul edilmez." (Nisâ 4/18)

Tevbe edene tâib, tevbekâr denir.
İnsanı yeniden hayata bağlayan, ona ümit ve yaşama isteği veren, onu Allah’a yönel¬tip inanç ve îmânını kuvvetlendiren, doğru ve dürüst davranmasını sağlayan, herkesin hakkını gözeten ve kendi hakkına razı olan bir kişi haline gelmesine vesile olan tevbenin insan hayatındaki rolü büyüktür.

Tevbekâr Olmanın Faziletleri

Rağıb el-İsfehani, ez-Zerî‘a’sında tevbenin faziletine dair şunları söyler:
“İşlediği bir suç veya günah için ‘Ben yaptım ve bir daha yapmayacağım’ diyen kimsenin bu tavrını ‘tevbe’ olarak isimlendirebiliriz. İnsan, bu tevbenin kabulü için Allah’ın emirlerine uymalıdır. Tevbenin farz ve nafile türünden şartları vardır. Farz olan şartı, bir daha tekrarlamamak kaydıyla o günahı bırakmaktır. Nafile şartı ise geçmiş günahlar için hüzünlenmek, bağış dilemek ve işlenmiş bazı günahların bedeli olarak bir takım mübahları terk etmektir.

Bil ki, tevbe-i nasûh ile tevbe etmiş bir günahkârın, o günahı hiç işlememiş kimselere üç bakımdan üstünlüğü söz konusudur:

a) Tevbekâr kişi, bazı günahları işleyerek görmüş, şeytanın insana nüfuz edeceği yolları öğrenmiş olduğu için kötülükten daha iyi korunabilecektir. Nitekim hikmet ehlinden bir zata ‘Filan kişi kötülük nedir bilmez’ denilince şöyle demişti: ‘Öyleyse düşmesi yakındır.’

b) Tevbekâr bir suçlu korkuyu yürekten hisseden biridir. Kalbi korkuyla dolu olarak Rabbinin eşiğine sığınmış, kalbi kırık bir insandır. Günah işlememiş kimse ise muhtemelen kendini beğenecek, masumiyeti ile şımarabilecektir. Efendisine başkaldırıp kaçtıktan sonra korku içinde ona geri dönmüş ve affedilmiş bir kölenin hizmeti, itaat ve bağlılığıyla şımaran bir kölenin hizmeti gibi olmayacaktır.

c) Tevbekâr suçlu, zamanın iyiliğini de kötülüğünü, acısını da tatlısını da görmüş biri olduğu için günahkârlara karşı daha çekingen ve yol gösterme bakımından daha uygun biri olacaktır. Böyle biri liderliğe, suçun insan tabiatı dışında olduğunu düşünerek kendiyle övünen ve başkalarını hafife alan kimseden daha uygundur.”

Yüce Rabbimizin, tevbe ve iman edip salih ameller işleyerek davranışlarını düzeltenlere vaadi, bu söylenenler ışığında okunursa, daha iyi anlaşılacaktır:

"Ancak, tevbe ve iman edip sâlih amel işleyenler başka; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. Kim tevbe edip sâlih amel işlerse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner." (Furkan 25/70-71)

"Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak ki Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir." (Mâide 5/39)

"Sizden kim bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah eder, nefsini düzeltirse, şüphesiz Allah, ğafur rahimdir/bağışlayan ve merhamet edendir." (En’âm 6/54)

Allah (c.c) Kulunun Tevbesinden Razı Olur

Allah Teâlâ’ya en sevimli gelen amellerden biri, kullarının yüce zâtına tevbe etmeleridir.
Ebû Hamza Enes b. Mâlik el-Ensârî’den rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s) şöyle buyurdu:
“Kulunun tövbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu memnuniyet, sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden çok daha fazladır.” (Buhari, Müslim)

Bu hadisin Müslim’de yer alan benzer bir versiyonunda; kulunun tevbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın (c.c) duyduğu hoşnutluk, “ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle birlikte devesini elinden kaçıran, arayıp taramaları sonuç vermeyince deveyi bulma ümidini büsbütün kaybederek bir ağacın gölgesine uzanıp yatan, derken yanına devesinin geldiğini görerek aşırı derecede sevinen… kimsenin sevincinden çok daha fazladır.” (Müslim, Tirmizi, İbn Mace) şeklinde tarif edilmiştir.

Bazı sahabelerden gelen bu hadîs-i şerîfin diğer rivayetlerinde, devesini kaybedenin içine düştüğü ümitsizlik daha çarpıcı ifadelerle anlatılır. Adamın devesini bulmak için tepeden tepeye koştuğu, onu hiçbir yerde bulamadığı, sonunda, ‘artık devemi bulamayacağım, bu ıssız çölde açlık ve susuzluktan ölüp gideceğim’ diye bir gölgeliğe çekildiği, elbisesiyle yüzünü örtüp ölümü beklediği tasvir edilir.
Bu tasvirler, çölü, çölün zorluklarını, açlıktan ve susuzluktan ölümle burun buruna gelmenin ne demek olduğunu çok iyi bilen o coğrafyanın insanına verilebilecek en anlamlı bir temsili anlatımdır. Ölümü beklerken yeniden hayata kavuşmak, elbette insanoğlunu en fazla sevindiren bir olaydır. Ama insanın el açıp yalvarması, bağışlanma dilemesi Allah Teâlâ’yı bundan da çok memnun etmektedir.
Hadiste yer alan Allah’ın memnuniyeti, hoşnutluğu, sevinmesi gibi ifadeler mecâzî sözlerdir ve bununla Allah’ın kulundan râzı olduğu ve onun tevbesini kabul edeceği anlatılmaktadır.
Hadîs-i şerîf Allah Teâlâ’nın sonsuz merhametini çarpıcı bir şekilde ortaya koymakta, günahlarla kirlenen gönülleri bağışlanma ümidiyle serinletmektedir.

Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın (cc), aciz insanın kendine yönelmesinden ve “beni affet” diye yalvarmasından bu derece hoşnut olması ne büyük lütuftur. Demek ki insan, Allah katında basit bir varlık değil, aksine, Rabbini tanıdığı sürece, önemli bir şahsiyettir.

Hadîsteki misalden anlaşılan o ki: insan bir günah işlediği zaman şeytanın eline düşer ve adeta çölde devesini kaybeden adam gibi, helâk olmak üzeredir. Fakat Allah’a yönelip tevbe ve istiğfâr ettiği zaman şeytanın elinden kurtulur, Cenâb-ı Hakk’ın bağışını ve rahmetini kazanır.

Bu hadis-i şerif bize öğretiyor ki; Allah (c.c) kullarına karşı son derece merhametlidir. Kendisinden af diledikleri takdirde onları bağışlamaya hazırdır. Zira O’nun güzel isimlerinden biri de Tevvâb’dır ki, tevbeleri çok çok kabul eden anlamına gelir. O halde insan Rabbi’nin rahmet ve merhametinden hiçbir zaman ümid kesmemelidir. Ama insan devamlı surette kendini hesaba çekmeli, günahlarından tevbe etmelidir. İnsan bilmelidir ki, kasden yapmadığı hataları Allah Teâlâ bağışlar. Cuma hutbelerinde sıkça okunan hadis-i şerifte: “Günahlarına (gerçekten) tevbe eden kişi, hiç günahı olmayan kimse gibidir.” (İbn Mace) buyurulur ki, bu müjde günahkârlar için harika bir ümittir.

Kısaca bu hadîs, günahlarının bağışlanıp bağışlanmayacağı endişesinden insanları kurtarmakta, tevbe eden kulundan Allah’ın nasıl hoşnut olduğunu açıklayarak büyük bir güvence vermektedir.
Rabbimiz, tevbe edip salih amellerde bulunanları Cennet’le müjdelemektedir.

"Tevbe edenler, ibâdet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar (veya İslâm uğrunda seyahat edenler), rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlar; sen (işte böyle) mü’minleri (cennetle) müjdele." (Tevbe 9/112)
 

Abdullah Yıldız/ 40 hadis 40 ders-Pınar yy-kitappinari.com