“On bir ayın sultanı” olan Ramazan ayı, Müslümanlar açısından ibadet ve kulluk bilincinin en yüksek olduğu ay olarak kabul görüyor. Ramazan’da tabiri caizse Allah, biz Müslümanlara rahmet kapılarını sonuna kadar açıyor ve kendisine kulluk yapmamızı bekliyor. Biz de bu ayı en iyi şekilde değerlendirmek için neler yapılması gerektiğini, Ramazan ayının Müslümanlar için ne anlam ifade ettiğini, bu ayda nasıl bir ibadet ve kulluk anlayışıyla hareket etmek gerektiğini Ahmet Bulut Hoca’yla konuştuk.
ORUÇ BÜTÜN ÜMMETLERE FARZ KILINMIŞ
Oruç nasıl bir ibadet olduğundan bahseder misiniz? Neden Müslümanlara farz kılınmıştır? Oruç neden bu kadar önemli bir ibadet?
İslam’ın beş esasından, temelinden bir tanesi. Efendimiz’in hadis-i şerifte zikrettiğine ve Yüce Rabb’imizin Kur’an’ın Bakara Suresi’nde bildirdiğine göre, “Ey iman edenler, sizden öncekilere oruç farz kılındığı gibi, sizlere de farz kılındı.” “Niçin Ya Rabbi?” diye sorduğumuzda, “Takva sahibi bir kul olasınız diye” buyuruyor. Demek ki oruç sadece ümmeti Muhammed’e farz kılınan bir amel değil, bütün ümmetlere farz kılınmış. Hedefi ne? Muttaki bir kul olmamız. O ne demek? Sorumluluk bilincine sahip olasınız diye ya da Allah’ın emrettiklerini yapacak, yasaklarından sakınacak bir kul olasınız diye. Bir başka ifadeyle kulluk bilincine eresiniz diye Allah size orucu farz kıldı. Demek ki orucun farz kılınma hikmeti buymuş. Yani bizden öncekilere de farz kılınmış. İslam’ın önemli rükunlarından bir tanesidir. Dolayısıyla Müslümanlar Allah’ın bu emirlerine “İşittik ve itaat ettik Ya Rabbi” diye itibar ederler.
Hz. Ayşe’nin, “Hz. Peygamber’den sonra bu ümmetin başına gelen ilk gelen doyasıya yemektir. Çünkü insanlar karınlarını doldurduklarında bedenleri semizleşiyor, böylece kalpleri zayıflaşıyor, şehvetleri serkeşlik ediyor” diye bir sözü var. Oruç bu anlamda insan ruhunu ve bedenini nasıl koruyor bu bozulmadan?
Yunus Emre merhumun Risaletü’n Nushiyye isimli eserinde insan; ruh ve bedenden oluşur. Rahman’ın ordularıyla, şeytanın orduları daima mücadele halindedir diye, kitap boyunca bunun üzerinde duruyor. Dolayısıyla biz çok yediğimiz zaman nefsimizi beslemiş, tahrik etmiş, Hz. Ayşe validemizin ifadesiyle semirtmiş oluyoruz. Böylece şehvetimiz ya da şeytani tarafımız biraz daha galebe çalıyor. Oruçla beraber şehvetimizi dizgin altına alıp ruhumuzu besliyoruz. Ruhumuzu besleyince de vahyi anlayabilecek, kavrayabilecek bir kıvama geliyoruz. “Halbuki sizin en büyük düşmanınız iki yanınız arasında bulunan nefsinizdir buyuruyor” Sevgili Peygamberimiz. Terbiye edilmemiş, kontrol edilmemiş nefis insanı hayvanlar gibi yapar, hatta Kur’an’ın tabiriyle onları daha aşağı yapar. Hatta “Arzu ve heveslerini ilahlaştıranları gördün mü diyor” Furkan Suresi’nde Rabb’imiz. İnsanın arzu ve hevesini ilahlaştırmasının altında da yatan şey nefsini yine dizginlememesi, kontrol altında tutmaması ve onu beslemesinden ileri geliyor. Akıl vahiyle beslenecek, ruh vahiyle, Kur’an’la, ibadetle beslenecek ki nefsin esiri olmasın.
NEFSİ TERBİYE ETMENİN YOLU AZ YEMEK, AZ UYUMAK, AZ KONUŞMAKTIR
Bugün çağımızın en önemli hastalığı çok yemekten kaynaklanan hastalıklar. Hatta Amerika’da yaygın olan obezite hastalığının şimdi Türkiye’de de yaygınlaşmaya başladığını duyuyoruz. Bu da nefsin her istediğini vermekten ileri geliyor. Hatta insanlar, 10-15 farklı çeşit yiyecek olmasına rağmen benim yiyecek bir şeyim yok ki diyebiliyor. Halbuki biz biliyoruz ki, Efendimiz’in hayatında hatta o kadar geriye bile gitmeye gerek yok. Bizim dedelerimizin bile Çanakkale Harbi’nde iftar sofrası -bu sene siyasiler de gündeme taşıdılar- bir kuru ekmek, bir tas hoşaf ve birkaç parça şeyden müteşekkil. O dedelerin torunları bugün, yemekten içmekten “hangi diyeti yapsak daha iyi sonuç elde ederiz”in derdine düşmüşler. Dolayısıyla biz orucun hakkını verebilirsek, nefsi kontrol altına alabilir ve birçok manevi hastalıktan da kendimizi korumuş oluruz.
Öbür taraftan bir başka nokta da Nasrettin Hoca’nın çok hoşuma giden bir karikatürü var. Biz Nasrettin Hoca’nın bu fıkralarına çoğu zaman gülüyoruz, eğleniyoruz. Nedir o? Merkebe ters binmiş de Nasrettin Hoca, millet güler. Orada Hoca’nın vermek istediği hikmetli dersi biz kavrayamıyoruz. Halbuki Hoca hikmet ehli bir zattır, şaklaban değildir. En zor, çetrefilli meseleleri karikatürize ederek en alt tabakadaki insanın bile anlayabileceği bir şekilde söylüyor. “Efendimiz nefsiniz bineğinizdir” buyuruyor. Yani nefsini öldürmek tabiri vardır halk arasında, tasavvufi bir tabir olarak kullanılır ama yanlış bir tabirdir. Nefsi öldürürsen sen ölürsün. Nefsi öldürmek değil, terbiye etmek, kontrol altına almak var. Onu vahyin emrine vermek var. Bu da ancak onun gıdalarını kısarak mümkündür. Eğer nefsimizi dizgin altına alırsak, ruhumuz dirilir ve vahyi anlayabilecek ebedi bir hayat yaşayabilecek kıvama gelir. Bunun da yolu az yemektir, az uyumaktır, az konuşmaktır. Maalesef biz üçünü de yeni nesil Müslümanlar olarak yapamıyoruz. Konuşmayı çok seviyoruz. Yemek 3 öğün yetmediği gibi aralarda da tıkıştırıyoruz. Öbür taraftan 5-6 saat uyku yetecekken, 7-8 saatten aşağı uyumuyoruz ki bütün bunlar da bizim nefsimizi şımartmamıza neden oluyor. Aslında bu asrın insanının az yemeye, az uyumaya ve az konuşmaya çok ihtiyacı var ki ruhen dirilebilsin. Ramazan ayı aslında ruhumuzu dirilteceğimiz, kulluk bilincine ulaşacağımız bir medresedir, bir iklimdir.
İNSAN ORUÇLA KAMİL BİR MÜMİN HALİNE GELEBİLİR
Oruç tutarken elbette dikkat edilmesi gereken bazı hususlar var. Oruç tutan Müslümanların, bu ibadeti hakkıyla yerine getirmek için yapmaları gerekenler nelerdir?
Oruç tutma tabirini kullandınız siz de. Aslında doğrudur, imsak da tutmak manasına gelir. İmsaktan iftara kadar, diyoruz ya fecr-i sadıktan akşam güneş batıncaya kadar olan vakitte Müslüman yemekten, içmekten, cinsel ilişkiden ve kötü fiillerden kendini tutacak, koruyacak ki bu bir eğitim metodudur. Bir ay boyunca siz helal olan şeyleri yapmayarak tutmaya alışırsanız, Ramazan ayında, Ramazan mektebinde kendinizi eğitmiş, diğer 11 ayda da günahlara, haramlara, Allah’ın yasaklarına karşı kendinizi tutmayı öğrenmiş olursunuz. Dolayısıyla Ramazan ayı bize kendimizi tutmayı öğretir. Nelerden? Helal olan şeylerden bile kendimizi tutmayı öğretir. Psikolog arkadaşlarla görüştüğümüzde; “25 gün boyunca bir insan bir fiile devam ederse artık o ameli yapma alışkanlığı kazanır. Eğer 40 günden daha sonra 3 ay gibi bir zamana bunu taşıyabilirse, o bizde artık bir meleke haline gelir ve onu yapmadığınızda rahatsız olursunuz” diyorlar. Demek ki 25 gün, eğer biz kendimizi tutmayı becerebilirsek, birçok kötü fiilimizi de Ramazan’la beraber silip atma imkanına kavuşmuş olacağız. Ama oruç tutmayı sadece yemekten, içmekten, cinsellikten uzak kalmak olarak algılarsak o zaman maksattan; asıl istifade edeceğimiz 100 birimse, bunun 10 birimini, 20 birimini, 30 birimini elde etmiş oluruz.
Kaldı ki bizi mahveden diğer şeyler var, “oruç tutarken şu 5 şeyden sakının” buyurmuş, Peygamber Efendimiz (sav). Bunlar oruçluya iftar ettirir manen, orucunu kaçırır. Bunların 4 tanesi dil, bir tanesi gözle ilgili. “Yalan, yalan yere yemin, gıybet ve söz taşıma”, bunlar dille ilgili olanlar. Bugün toplumda birçok problemin altında yatan en önemli 4 büyük günah, başkaları da var elbette. Öbürü de “şehvetle bakmak”. Gözümüzü kadın ya da erkek, haramdan koruyacağız. Şimdi bu 5 şeye dikkat edeceğiz. Bunların ben bir örnek olduğunu düşünüyorum. Yani Allah’ın yasakladığı her şeyden kendimizi uzak tutmayı, oruçla beraber öğreneceğiz. Bunu başarırsak Ramazan ayı dışında da kamil bir mümin oluruz ki, zaten hedeflenen de neydi, takva sahibi bir Müslüman olmaktı. Oruç bize bunları tutmayı öğretiyor. Bugün eğitimle biliyoruz ki biz, çok özür diliyorum, dağdaki hayvanı bile eğitebiliyoruz. Ben çocukluğumda biliyorum ayı oynatıyorlardı, şimdi yasaklandı. Dağda tutulmuş vahşi bir hayvan def çaldığınızda oynayabilecek kıvama geliyor ya da bir köpeği öyle bir eğitiyorsunuz ki fıtratına ters iş yaptırıyorsunuz. Yakaladığı tavuğu getirip size teslim edebiliyor. Yani insandan çok farklı yaratılıştaki hayvanlar bile eğitilebiliyorsa, eşrefi mahluk olan insan da oruçla çok kamil bir mümin haline gelebilir. Dolayısıyla oruç eğitim ayıdır.
MEDYANIN DERDİ ORUÇ TUTMAYANLARA ORUÇ TUTTURMAK DEĞİL, KAFA KARIŞTIRMAK
Her Ramazan ayında orucu bozan, bozmayan şeyler gibisinden, kimler oruç tutar tutamaz gibisinden gerekli gereksiz tartışmalar açılıyor. Bu da Müslümanlar’ın kafasını karıştırıyor. Bu anlamda Müslümanlar bu konuda nasıl aydınlanabilirler?
Bir kere fıkıh, kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir. Kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesi ister kadın olsun, ister erkek olsun farz-ı ayndır. Bu din yeni nazil olmadı, vahiy yeni gelmiyor. Efendimiz’in ifadesiyle bu dinin haramları belli, şüpheli olan şeyleri belli. 1400 yıldır açıklanmış hakikatleri yeni nazil oluyormuş gibi kafa karıştırıcı bir biçimde sormayı çok samimi bulmuyorum. En basitinden ilmihal kitapları lehimize aleyhimize olan şeyleri, özellikle ibadet ve inanç meseleleriyle ilgili şeyleri açık ve net bir şekilde ortaya koymuş. Bunu öğrenmemiz farz. Eğer hala bir Müslümanın nelerin orucu bozacağını ya da bozmayacağını öğrenebilecek kadar elinin altında bir ilmihal kitabı yoksa; yani ona ne söylenebilir.
Fakat buradaki asıl sıkıntı şu, burada insanlara bir şey öğretmekten ziyade kafaları karıştırılıyor. Mesela neler orucu bozar, şu saatte mi oruca başlayacağız, imsak şu saatte mi başlıyor, şu saatte mi başlıyor sorusunu çok samimi bulamıyorum. Niye? Bundan daha öncelikli bir meselemiz var. O da şudur; Türkiye’de orucunu tutamayan binlerce, milyonlarca insanımız var. Biz binlerce, milyonlarca orucunu tutamayan bu insanlara nasıl oruç ibadetini anlatabiliriz. Önce bunları nasıl tevhidi bir inanca sahip kılabiliriz. Birinci derdimiz bu olmalı. Bunun için Yusuf el- Karadavi’nin hoşuma giden Öncelikler Fıkhı eserini önemsiyorum. Aslında bu röportajı okuyan bütün kardeşlerin de alıp okumalarını istirham ediyorum. Neden? Çünkü bizim önceliklerimiz neler? Şimdi oruç tutanların bir saat fazla mı oruç tutuyor, eksik mi oruç tutuyor olmasından daha önemli olan şey, oruç tutamayanlara oruç tutturmaktır. Teravih namazı var mıdır, yok mudur? Varsa ne kadarı sünnettir, ne kadarı değildir? Bundan daha öncelikli mesele, namaz kılanların fazla kıldıkları namazla uğraşmak değildir. Namazını kılamayan nüfusun yüzde 70’ine ulaşan insan var Türkiye’de. Bu da ciddi bir rakam ediyor ki, bu namaz kılmayanları -eğer biz gerçekten samimiysek- nasıl Kur’an’ın 103 yerde üzerinde durduğu namazla buluşturabiliriz, bununla uğraşmamız gerekiyor. Onun haricinde kafa karıştırıcı durumlara girmemeli.Her Müslüman mutlaka namazdır, oruçtur, zekattır, haçtır vb. konularda bilgi sahibi olmalı. Ve öncelikle de akidevi konularda ‘Ben kime iman ediyorum?’, ‘İman ettiğim zat nedir?’ gibi soruların cevabını öğrenerek Rabbini tanıması gerekiyor. Bunlar bizim öncelikli meselelerimiz, bunun üzerinde düşünmemiz ve konuşmamızın daha doğru ve faydalı olacağını düşünüyorum.
Özellikle bu tür spekülasyonlar insanları bir yerden bir yere taşımak değil. Bunu gündeme getirenler kendilerini gündemde tutmak istiyor, psikolojik olarak böyle bir şey çıkarıyorum. İkinci olarak da bu meseleleri konuşan medyanın birinci derdi oruç tutmayanlara oruç tutturmak değil, kafa karıştırıp yine kendilerini gündemde tutmak, bir yere götürmek değil, tam tersine insanları ortada bırakmak.
MÜSLÜMAN ZEKATINI HAKKIYLA VERMEZSE KARDEŞİNİN HAKKINI YEMİŞ OLUR
Ramazan ayında verilecek fitre ve sadaka ile zekatın önemi nedir? Müslümanlar fitre, sadaka ve zekat verirken nelere dikkat etmeli?
Öncelikle Kur’an’da Rabb’imizin biz Müslümanlara emrettiği bir farzdır zekat. Bu ayda verilmesi bir hikmete binaendir. O da şudur; bizim bütün ibadetlerimiz Kameri takvime göredir, haccımız öyledir, zekatımız öyledir, orucumuz öyledir. Hatta bazı şaşkınlar, bu sene hac kurbana denk geldi filan diyor. Yani İslam’dan bihaber olduğunun resmidir. Rezilliğin alametidir o. Yani Müslümanların haccı kurbana denk gelir, ikisi aynı tarihte yapılır çünkü. Zekat Ramazan ayında farz değildir. Ama zekatın bu ayda verilmesi Efendimiz’in bir teşvikine dayanıyor. Şundan dolayı; Efendimiz (sav) buyurmuş ki; “bu ayda verilen bir zekat ya da farz bir amele, Ramazan dışında yapıldığından 70 kat fazla farz sevabı verilir”. “Bu ayda yapılan gönüllü bir işe, hayırlı bir amele Ramazan ayı dışındaki bir farz sevabı verilir” diye müjdelediğinden dolayı, Efendimiz’in bu hikmetine binaen Müslümanlar zekatlarını ve infaklarını bu ayda arttırırlar.
Yine Efendimiz’in buyurduğuna göre Ramazan ayı, eşitlik ve denklik ayıdır. Yani zengin kesesini açacak, infakını çoğaltacak, fakir kardeşlerini gözetecek. Zaten oruçla açlığın kıymetini anlayınca diğer Müslüman kardeşlerinin derdiyle dertlenmeye başlar kıvama geliyor. Ondan dolayı bu ayda bunlar yapılıyor. Ama zekat başlı başına müstakil bir ibadettir, vakti geldiğinde üzerinden bir yıl geçtiğinde Müslüman’ın o borcunu fakir kardeşine ödemesi farz-ı ayındır. Ödediği zaman, kafasına göre de hesaplayamaz. Neden ne kadar vereceğini yine Rabbimiz bildirmiştir. İlmihal kitaplarımızda açık bir şekilde ifade ediliyor. Biz istediğimiz kadar değil, Rabbimiz’in istediği kadar vermek zorundayız. Fakir Müslümanın zengin Müslüman üzerindeki hakkıdır bu. Eğer Müslüman zekatını hakkıyla vermezse Müslüman kardeşinin hakkını yemiş, haram yemiş olur. Helal kazancına haram karıştırmış olur. Dolayısıyla haram lokma yerse bir Müslümanın haccı da umresi de orucu da namazı da bundan zarar görür. Çünkü haramdan bir lokma yediği zaman insanın manevi haline 40 gün tesir edermiş. Efendimiz (sav) de “yediği haram, giydiği haram, içtiği haram ellerini açmış dua ediyor, Allah bunun duasını kabul eder mi” diye uyarmış. Dolayısıyla Ramazan ayında biz infak şuurunu, bilincini arttırıyoruz, belki bu biraz aç kalmamızdan kaynaklanan bir şey. Doğru da az önce bahsettiğim sebeplerden dolayı.
Efendimiz’in bir de uyarısı var; “Eğer zenginlerin zekatı fakirlere yeterli gelmeyecek olsaydı Allah ayrıca bir sadaka tahsis ederdi. Eğer bugün açta açıkta olanlar varsa, zenginlerin zulmündendir” buyuruyor. Dolayısıyla Ramazan ayında bizim kardeşlerimizi gözetmemiz gerekiyor. Bir de Ramazan Bayramı’nda ya da yaz tatilinde yolculuklara çıkılıyor. Peygamber Efendimiz “Az sadaka, çok belayı def eder” buyuruyor. Bayram ziyaretlerine gideceğimiz zaman manen kendimizi Rabbimiz’e sigortalayalım. Birçok kazalar, üzücü olaylar oluyor. “Ah etmemek” için de yolculuğa çıkmadan önce belli bir miktarda infak edelim; kendimizi, Rabbimiz’e kendimizi manen sigortalayalım diye düşünüyorum. Böyle yaptığımızda hem kendimizi, hem sevdiklerimizi korumuş oluruz. Biliyorsunuz araçların bir trafik sigortası var, bir kaskosu var. Niçin? Zarar geldiğinde korunmak için. Halbuki Rabbimize sigortaladığımızda, bu sigortalar mala ve cana bir zarar geldikten sonra telafi etmeye çalışır. Cana gelen zararı ne kadar telafi edebilirsin ama Rabbiniz’e sigortalarsanız kendinizi, malınızı o gelmeden önce gelecek kaza ve belayı önleyeceğinden dolayı kendimiz için, sevdiklerimiz için daha faydalıdır diye düşünüyorum.
KUR’AN’IN NAZİL OLDUĞU AY BİR ÖMRE BEDEL KILINIYOR
Ramazan ayı Kur’an’ın nazil olduğu bir ay. Dolayısıyla bu nedenle “Ramazan ayı Kur’an ayı” deniliyor. Bu anlamda Müslümanlar Kur’an’la ilişkilerini nasıl kurmalı?
Sevgili Peygamberimiz’in Şaban ayının son günlerinde yaptığı bir konuşmayla ashabını ve bizleri uyardığını görüyoruz. “Ey insanlar, sizin üzerinize öyle feyizli, bereketli bir ayın gölgesi düştü ki o ayda Kadir Gecesi vardır” diyerek Kadir Gecesi’ne dikkat çekiyor. Kadir Gecesi’ni anlatan müstakil bir sure vardır. Kur’anca tescilli mübarek gecedir Kadir Gecesi; “bin aydan hayırlıdır”. Bu da içinde Kadir Gecesi bulunmayan, 83 sene 4 aya tekabül ediyor ki bir ömre bedel. Kadir Gecesi’ni bu kadar muteber yapan nedir diye sorduğumuzda, Kur’an’dan aldığımız haber, “o gece Kur’an’ın nazil olmaya başlamış olmasıdır. Kur’an nazil olduğu geceyi bin aydan hayırlı kılmış, bir ömre bedel. Bizi demek ki Kur’an’ın nazil olduğu ayı bir ömre bedel kılıyor. Nazil olduğu Abdullah’ın yetimini evlere rahmet kılmış. Peki Kur’an bizim hayatımıza nazil olursa, biz konuşan Kur’an, yürüyen Kur’an olursak, bizim değerimiz kaça katlanır diye sormamız gerekiyor.
Peki Kur’an bize nazil oldu mu? Maalesef bu soruya baktığımızda üzücü sonuçlar var. Oruç ne kadar Müslüman hayatına nazil oldu? Namaz ayeti Müslümanların sadece yüzde 30’una nazil olmuş, çünkü namaz kılma oranı Türkiye’de en iyimser sonuçla yüzde 30. Geçen sene Türkiye genelinde 200 bin boşanma davası açılmış, 117 bini boşanmayla neticelenmiş. Kur’an’da en ayrıntılı bilgi aile hukuku ile ilgilidir. 200 bin boşanma davası açan insanımızın yüzde kaçı acaba mahkemeye müracaat etmeden önce Rabb’ine sordu? Hakemimiz kimdi? Bunlara baktığımız zaman henüz Müslümanların hayatına Kur’an’ın nazil olmadığını görüyoruz.
Bununla ilgili 2007 yılında ANAR’a yaptırdığımız bir anketin sonuçları da var. O da şu; can alıcı sorular… Evinizde ‘Kur’an var mı?’ diye sorduk. Türkiye’de yaşayan insanların yüzde 95’i evet cevabını verdi ki; Türkiye’de yaşayan 100 kişiden 95’inin evinde Kur’an varmış. İkinci soruyu sorduk; ‘Kur’an’ın Türkçe açıklaması, meali var mı?’ Bu soruda cevap ‘küt’ diye aşağı düştü yarıya, yüzde 45. Yüzde 95’in yüzde 45’inin evinde Kur’an’ın Türkçe açıklaması varmış. Üçüncü can alıcı soruyu sorduk ki, ‘Hayat kitabınız Kur’an’ı sürekli ve düzenli okuyor musunuz?’ Bu soruya aldığımız cevap yüzde 4.9. Türkiye’de yaşayan insanların yüzde 4.5’i hayat kitabı Kur’an’ı bir defa okumuş ya da okumaya çalışıyor. Okumadan nasıl anlayacağız, anlamadan nasıl yaşayacağız…
Demek ki Türkiye’deki Müslümanların hayatına Kur’an henüz nazil olmamış, Kur’an’la araları açık. Ramazan ayı Kur’an’ın doğum ayı… Sevgili Peygamberimiz (sav) her sene Ramazan’da bir defa Kur’anı -ne kadarı nazil olduysa- Cebrail a.s. ile okurdu, gözden geçirilirdi. Vefatı senesinde 2 defa gözden geçirdiler, mukabelede bulundular. Bizim de ananevi olarak Kur’an’ı okuma adetini devam ettirmemiz gerekiyor. Fakat Müzemmil Suresi’ndeki ihtarı da göz önünde bulundurarak… Gecenin bir kısmında kalkmayı ve Kur’an’ı tertil üzerine okumamızı Rabbimiz bize emrediyor. Ayşe validemize, tertilin manası sorulduğunda, “Resulullah okuduğu her harfi sayabilecek kıvamda tane tane okurdu” diyor. Tertil ise okuduğunu anlamak, anladığını yaşamak manasına geliyor. Gerçekten bugün Kur’an’ı tertil üzere okuyor muyuz? Kur’an’ı tertil üzere okuyorsak az önce verdiğimiz rakamlar, sonuçlar nedir? Kur’an’ın hükümlerine karşı duyarsızlığımız nedendir diye sormamız gerekiyor. Maalesef bugün Kur’an’ın yüzünü okuyoruz. Kur’an bizim hayatımıza nazil olmuyor. Bu Ramazan ayını başlangıç olarak bilelim. İnşallah kendimize yapacağımız en büyük iyilik, bu Ramazan’da Kur’an’ı tertil üzerine okuma alışkanlığı başlatmak olsun. Bir kez olsun hiç değilse, “Rabbim bana ne diyor” diye şu mesajın ulaştığı kardeşlerimiz kendilerine bir iyilik yapsınlar. Kur’an’ı bize vahyeden Rabbimiz’den özür dileyerek, kitabımız Kur’an’dan özür dileyerek; kitabımız Kur’an’ı tertil üzere yani sindire sindire, anlaya anlaya, hayatımıza tatbik ede ede okumayı Rabbim bizlere nasip eylesin.
Abdullah İbn-i Ömer’in bir hatırası var. Ben Kur’an’ın Bakara Suresi’ni 8 yılda ezberledim diyor. Abdullah İbn-i Ömer sahabenin alimlerinden, Bakara’yı 8 yılda ezberleyemeyecek kadar zeka problemi yok. Ama “okuyup da anlamadığım, anlayıp da hayatımda uygulamadığım bir ayet kalmasın diye arzu ettim, onu da ancak bu kadar zamanda becerebildim” diyor. Abdullah İbn-i Ömer, Hz. Ömer’in oğludur. Günümüz Müslümanları olarak bizler kendimizi onunla kıyaslamamız gerekiyor. Onların Kur’an okuyuşuyla bizim Kur’an okuyuşumuz arasındaki fark bu. Onları yıldızlar gibi yapan Kur’an’dır, bugün bizi bu kadar zelil durumda bulunduran sebep Kur’an’la aramızın açılmış olmasıdır. Ne diyelim, Ramazan ayı da inşallah bizim diriliş ayımız olsun. Kur’an’la aramızdaki engelleri kaldırdığımız ay olsun.
İTİKAF ÜMMETİN ADINI BİLE UNUTTUĞU KUVVETLİ BİR SÜNNET
Kadir Gecesi’ni Ramazan ayının son 10 günü arayın diye Peygamber Efendimizin bir hadisi var. Ama malumunuz şu anda sondan 3. güne sıkıştırıldı. Bu konuda ne söyleyeceksiniz? Peygamber Efendimiz’in Ramazan ayında gerçekleştirdiği en önemli sünnetlerden biri de itikaf. Bu sünnet bugünlerde yeterince yerine getirilmiyor sanırım…
Hikmet bakımından baktığımızda bir önceki soruda cevapladım; Kadir Gecesi Kur’an’ın bize nazil olduğu gecedir. Ama Efendimiz’in (sav) birçok teşviki var Kadir Gecesi’yle ilgili. Kur’an Ramazan ayında nazil oldu, Bakara Suresi’ndeki Ayet-i Kerime’den biliyoruz. “Kur’an nazil olmuştur” buyuruyor. Kur’an Ramazan ayında nazil olduğuna göre, Kadir Gecesi de Ramazan ayında. Ne zaman nazil oldu? Belli değil. Ramazan ayında nazil olduğu kesin. Efendimiz’den gelen rivayetlerde, sıhhat dereceleri farklı olsa bile son 10 günde olma ihtimali yüksek. Son 10 günün tek gecelerinde olma ihtimali biraz daha yüksek. Bir ihtimal de 27. gecesi. Ama biz bunu ananevileştirmişiz. Bir yönüyle güzel, en azından bir geceyi diriltmeye çalışıyoruz. Ama genel hikmete baktığımız zaman çok eksik. Halbuki biz Ramazan ayında her gecemizi Kadir Gecesi bileceğiz ki, o Kadir Gecesi’nden maksadı elde edebilelim. Her gecesini Kadir Gecesi bilmek için de bir kere yatsı ve sabah namazlarını cemaatle kılacağız. Efendimiz’in hadis-i şerifleri var: “Kim yatsı namazını cemaatle kılarsa, gecenin yarısını ibadetle geçirmiş olur. Sabah namazını da cemaatle kılarsa, diğer yarısını da ibadetle geçirmiş olur.” Bir de geceleri kalktığında sahura kalktığımızda, – ki Peygamber Efendimiz (sav), “Sahur berekettir. Diğer ümmetler arasında orucumuzun farkıdır” buyuruyor- teheccüdle gecemizi taçlandırırsak, böylece her geceyi ihya etmiş, Kadir Gecesi’ni en azından yakalamış oluruz.
Bir başka nokta, Efendimiz özellikle Medine döneminde bir yıl hariç, her yıl itikaf etmiş. Kuvvetli bir sünnet ama ümmetin adını bile unuttuğu kuvvetli bir sünnet… Türkiye’de son birkaç yıldır elhamdülillah yaygınlaşmaya başladı. Benim çocukluk günlerimde böyle caminin bir köşesini perdeyle kapatırlardı, biz de merak ederdik ne var burada, ne yapıyorlar içeride diye… Halbuki o bölgenin piri fanisi girerdi itikafa… Kuvvetli müekked bir sünnet…
Bir Müslüman yapıyorsa bunu, diğer tüm Müslümanlar da mesul oluyor. Çok hikmetleri var. Bir kere Efendimiz’in sünnetidir. İki geceleri diriltmek adına güzel bir şeydir. Üç, mescitte bulunduğumuz süre boyunca kendimizi haramdan korumuş oluruz. Dört, Kadir Gecesi’ni yakalama ihtimali çok yüksektir. Beş, bütün namazlarımızı vaktinde cemaatle kılacağımız için bu ecri alırız. Altı, gözümüzü, kulağımızı orucumuzu iftar edecek bütün haramlardan kendimizi korumuş oluruz. Daha birçok camide, mescitte olacağımız için birinci safta bulunacağımız için birinci safın sevabını alırız. Bunlar gibi birçok hikmetler sıralayabiliriz. Ama maalesef unutulmuş. Hiç değilse ömürde bir defa Müslümanlar Efendimiz’in bu sünnetini diriltmek adına girişimde bulunmalı. Bu kardeşinize de Rabbim nasip etti. Çünkü herkesin yapması gereken bir şey olduğu için riya olacağını düşünmüyorum. İnanın o 10 gün boyunca insan kendi haline bile, şeytanın tuzaklarına karşı daha uyanık, nefsin arzu ve amellerini dizginlemek bakımından da güzel bir şey oluyor. Rabbim inşallah bu unutulmuş sünnetleri diriltmeyi bizlere nasip eylesin.
Toparlayacak olursak Kadir Gecesi, hikmet bakımından Kur’an’ın bize nazil olduğu gecedir. Bizim Kur’an’la buluştuğumuz gündür. Allah Kur’an’la aramızdaki engelleri kaldırsın da Efendimiz’in dediği gibi diyelim; “Ya Rabbi, Kur’an’ı kalbimizin ilkbaharı kıl.” İlkbaharda ne oluyor? Ölümünden sonra toprak dirilir. Ağaçlar çiçeğe durur, yaprak açar, meyve verir. Ölümünden sonra kainatın dirildiği aydır. “Kur’an’ı kalbimizin baharı kıl” derken de farklı bir teşbih var orada. Ölümümüzden sonra kalbimiz, bedenimiz, ruhumuz Kur’an’la dirilecek, baharlaşacağız biz de inşallah. Vahiy çiçekleri bizde açacak, vahyin meyveleri olan namaz bizde dirilecek, oruç bizde dirilecek, hac gerçek anlamını bulacak, cihad ruhumuz yeniden şahlanacak.
Maalesef Müslümanların unuttuğu kavramlardan bir tanesi cihad. Biraz konumuzdan dışarı çıkıyoruz ama dünyada ve ülkemizde planlanan bir şey; cihad ruhu, sinirleri alınmış bir İslam. Şimdi İslam’a karşı ciddi bir yöneliş var. Bunun önüne geçebilmek için cihad ruhunu söndürmek istiyorlar Müslümanlar’da. İkincisi de dünyada ve Türkiye’de ciddi manada bir tasavvufa yöneliş var. Burada da şeriatsız bir tasavvuf maalesef pohpohlanıyor. Bunları Türkiye ve dünya açısından ciddi birer tehlike olarak görüyorum. Bunun için işte Kur’an kalbimizin ilkbaharı olursa, bizde Kur’an’ın hikmetleri çiçek açacak, meyveye duracak. Rabbim o günleri hem nefsimizde hem neslimizde, toplumumuzda göstersin inşallah.
ÖMRÜ RAMAZAN OLANIN, ÖLÜMÜ DE BAYRAM OLUR
Cihadsız İslam, şeriatsız bir tasavvuf dediniz. Belki de ibadetsiz bir Ramazan anlayışı da gelişti. Özellikle kültürel etkinlikler, sosyal etkinlikler bu anlamda sorun oluşturuyor. Bu konuda ne söyleyeceksiniz?
Bu tam bir faciaydı Sevgili Kardeşim. Refah Partisi ile başlayıp, sonra diğer hükümetler ile devam eden, İslami hassasiyeti olan belediye başkanlarımız ile devam eden Ramazan ayında kültürel etkinlikler adı altında birtakım faaliyetler başlatıldı. İlk başlandığı dönemlerde, az çok bunlara şahidiz, çığırından çıktı maalesef. Basit bir örnek vereyim; Eyüp Sultan’da, Feshane’de Ramazan etkinlikleri yapılıyordu. Eyüp Sultan’da yanı başında teravih namazı saatinde, Zal Mahmut Paşa Camii’nin yanı başında, o gürültü patırtıdan teravih namazı kılamıyorsun, yatsı namazı kılamıyorsun. Bir de camide ciddi cemaat problemi var, eksiklik var. Öbür tarafta iğne atsan yere düşmeyecek, yeme-içme stantları, eğlence, folklorik faaliyetler… Bu tam bir faciaydı. Bu Ramazan’ın ruhuyla asla bağdaşmayacak bir şeydi. Ramazan ayı Kur’an ayıdır, ibadet ayıdır, oruç ayıdır, nefsi terbiye etme ayıdır. Ama biz Ramazan ayını eğlence, kültür, yeme-içme ayına çevirmiştik.
Bu son yılda herhalde Başbakan’ın ya da akil insanların eleştirileri sonuç verdi diye düşünüyorum. Bu sene en azından şunu gördüm, katıldığım etkinliklerde de; bir, teravih saatine denk gelecek etkinlikler konulmamış. Ya teravih öncesine ya da sonrasına konulmuş. Daha çok bilinç yönünü arttıracak kültürel etkinlikler arttırılmış. En azından benim katıldığım belediye etkinliklerinde bu böyle. Bunu hayra alamet olarak görüyorum. Ama keşke imkan olsa da Ramazan ayına tatilimizi denk getirsek; itikafıyla, mukabelesiyle, orucun asıl hikmetine yakışır bir şekilde çalışmalarımızda, sohbetlerle, zikirlerle, dualarla, gece ibadetlerimizle; Müzemmil Suresi’nde belirtildiği gibi kendimizi ve toplumumuzu dirilteceğimiz bir Ramazan mektebine dönüştürebilsek diye arzu ediyorum. İnşallah bu yönde başlangıçlar var. Bu söyleşiler havada kalmıyor, elhamdülillah güzel sonuçlar veriyor… Daha da arzuladığımız günlere doğru gideceğiz. Mustafa İslamoğlu Hoca’nın hoşuma giden bir sözü var. “Ömrü Ramazan olanın, ölümü de bayram olur” diyor. Demek ki bu bir aylık Ramazan mektebinde iyi bir eğitim alırsak, yılımız Ramazan’laşacak. Sütün yoğurt mayasını mayaladığı gibi ömrümüz mayalanacak da, böylece bütün ömrümüz Ramazan’laşacak. Ramazan ayındaki takva bilincimizi bütün ömre yayacağız. Böyle olunca da önümüz Şeb-i Aruz olur Hz. Mevlana’nın ifadesiyle.
Son olarak okuyucularımıza neler söylemek isterseniz?
Teşekkür ediyoruz. Kırık dökük cümlelerimizi Rabbimiz tamamlasın, hayra vesile kılsın. Mehmet Sait Kotku Rahmetullahi Aleyh Hocamız’ın çok hoşuma giden bir nasihati var, onunla bitireyim. “Evladım” diyor, “yazmak kolay, söylemek kolay; zor olan bunları icraata koymak yaşamaktır”. Zaten Kur’an da yaşansın diye Allah bize gönderdi. Rabbimiz bizleri yaşayan Kur’an kılsın inşallah…
on5yirmi5.com