Prof.Dr.Hayrattin Karaman’ın Yenişafak gazetesindeki yazısı…
“Namaz müminin miracıdır”.
“Kulun Rabbine en yakın olduğu hal namazdadır”
İmam-ı Rabbânî Mektûbâtı’nın birinci cildinde yer alan 304. Mektupta namazın farzları, vacipleri, sünnetleri ve müstehapları olduğunu, bunlara tam olarak riayet edilmedikçe namazın hakikatine ermenin, huşû ve huzur devletini görmenin mümkün olmadığını kaydediyor ve aşağıda özetleyeceğim 261. Mektupta ise “namazın hakikati”inden söz açıyor.
Namaz İslam’ın beş temelinden ikincisidir, bütün ibadetleri mana ve öz itibariyle içinde toplamıştır, kulu Allah’a yaklaştıran ibadetlerin başta gelenidir. Mi’rac gecesinde Efendimiz’e (s.a.) cennette nasip olan rü’yet (Allah’ı nasıllık ve nicelikten öte görme devleti) dünyada ona, bu âlemin durumuna uygun olarak ancak namazda mümkün olmuştur; bu sebeple, “Namaz müminin miracıdır” buyurmuştur. Ümmetinin kamilleri için de bu alemde, rü’yet hariç olmak üzere o devletten büyük nasip vardır. Allah namazı buyurmasaydı, bizi maksudumuza ve matlubumuza kim kavuşturacaktı? Gam çekenlerin neşesi, ayrılık hasretiyle yanıp tutuşanların şifası namazdır. “Bizi rahata kavuştur Bilal!” sözü bu manaya, “Mutluluğumu namazda buluyorum” ifadesi bu sırra işarettir.
Namazdan başkasında elde edildiği sanılan tecelliler, vecdler, haller, makamlar, zuhurlar, renkler, nurlar… asıl değil, gölge, hayal ve vehimlerden ibarettir; çünkü bunların aslı bu dünyada gerçekleşmez, ancak hakiki namaz (hakikatü’s-salât) sayesinde mümin sanki bu dünyadan çıkarak öte dünyaya intikal eder ve oraya mahsus yüce nasiplere nail olur.
Namazın hakikatini bilmeyen ve anlamayan bazı kimseler dertlerinin şifasını başka şeylerde arıyorlar, hatta bunlardan bazıları “namaz matlup olan halden uzaktır; çünkü onda ibadet eden ile edilen ayrılıyor, bu sebeple oruç namazdan üstündür” gibi muhal sözler etmişlerdir. Mesela el-Fütûhâtu’l-Mekkiyye müellifi, “Yeme ve içmeyi terk etmekle yapılan oruç ibadetinde Allah’ın samadâniyyet (her şeyin O’na muhtaç ve O’nun ihtiyaçtan müstağni olması) sıfatı tecelli eder, namazda ise Allah ile mâsivanın ayrılmasına çıkış ve ibadet edenle edilen farklılaşması şuuruna giriş vardır” demiştir ki, bu sözler, manevi sarhoşluktan neş’et eden vahdet-i vücud meselesinden kaynaklanıyor, namazın hakikati şuuruna ermemekten ileri geliyor.
Yine bu gruptan birçok kişi manevi ıztıraplarını musiki ve raks ile gidermeye çalışıyorlar; bunlar bilmiyorlar mı ki, Allah haram ettiği bir şeyi şifaya vesile kılmaz. Hasılı hakiki namaz ile musiki nağmeleri arasında ne kadar fark varsa bu ikisine ait haller arasında da o kadar fark vardır.
Bu yanlış yolun yolcuları insafa gelseler, söyledikleri ve yaptıklarının şeriata uygunluğunu temel ölçü olarak koysalar benim söylediklerimi kabulden imtina etmezler.
“Şunları defalarca yazdım” (diyor İmam-ı Rabbâni): Tarikat ve hakikat şeriatın hadimleridir (hizmetkârlarıdır). Nübüvvet (peygamberlik), peygamberlere mahsus vilayet (ermişlik) de olsa vilayetten üstündür. Nübüvvete ait kemâlât yanında vilayete ait olan, denizden bir damla kadar bile değildir.
Yazdıklarımı okuduktan sonra sizde, namazın hakikatine bir meyil hasıl olursa bundan sonra ömrünüzün bir kısmını onu öğrenmeye ve uygulamaya ayırın.
Doğru yolu gösteren Allah’tır.
(Ömrünü İslam’a hizmet için vakfetmiş bir güzel insan Mehmed Kırkıncı Hoca’ya Allah’tan rahmet ve ecr-i kerîm niyaz ediyorum.)