Prof. Dr. Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki yazısı…
Emanet tek kelime ile güven demek. Güvenilir olma ve güvenme. Mümin deyince ilk akla gelen özellik budur. İman, emn, emîn, emniyet, mümin, müstemin, temin/teminat, yümn, yemân, eymen gibi pek çok güzel anlamlı kelime hep aynı kökten ve aralarında anlam ilişkisi var. Mesela imana inanç derseniz onu bu anlam ağından koparmış ve sadece inanma boyutuna indirgemiş olursunuz.
Rasulüllah (sa) ‘zararından yanındakilerin emin olamadığı birisi vallahi mümin olamaz’. ‘Müslüman ise insanların elinden ve dilinden selamette oldukları kimsedir’ buyurur. Müminle müslüman anlamları birbirine çok yakın iki kelime. Mümin Allah’a inanan ve bu sebeple güvende olan; müslüman da O’na teslim olan, boyun eğen, söylediklerini gönülden kabullenip yapan demek. Bu anlamda her müslüman aynı zamanda mümindir. Müslüman da; selamet, selim, silm, yani barış güven, teslim, tesellüm, salim, müsellem, istislam kelimeleriyle aynı kökten.
Allah’ın isimlerinden biri el-Mümin’dir. Yani güven veren, kendisine iman edeni emniyete alan, korkulardan emin kılan, güvenin bizatihi kaynağı demek. O halde Allah kendisine inanıp güvenen kuluna kendi adından bir özellik, bir isim vermiş demektir.
Peygamberlerin bir vasfı da ’emin’ olmaktır. Yani güvenilir olmadan davanızı anlatamazsınız, sözünüz dinlenmez. Rasulüllah önce ‘Emîn’ oldu, ardından peygamber kılındı. Peygamberliğine inanmanın en temel dayanağı onun güvenilir/emin olması idi. İslam’a davete başlarken insanları topladı ve ben size şu dağın arkasında bir ordu var, sizinle savaşmak için geliyor, desem ne dersiniz diye sordu. Hep bir ağızdan, inanırız, dediler ve o davete böyle başladı. Hz. Yusuf da zindanda iki delikanlı ile birlikte yıllarca kaldı. Güvenilir biri olduğunu ispatlayıncaya kadar onlara bir telkinde bulunmadı. Gördükleri rüya sebebiyle onların artık kendisine güvendiklerini anlayınca Allah’ın bir olduğunu onlara anlatmakla işe başladı.
Darılmalar, kırılmalar, düşmanlıklar, küskünlükler, gıybetler ve müslümanda olmaması gereken ne kadar kötü haslet varsa hepsinin çıkış noktası güvenilir olmamaktır, yalandır, aldatmadır. ‘Bizi aldatan bizden değildir‘. Demek ki aldatma imanı zedeler, hatta tamamen yok olmasına sebep olabilir. ‘Müslümanın kardeşini üç günden fazla terk etmesi helal olmaz. Aman ha, yalandan sakının.Çünkü yalan kasıtlı olarak da, şaka ile de caiz olmaz. Adam çocuğuna bir şey söz verir ve yerine getirmezse bu olmaz. Çünkü yalan ahlaksızlığa götürür, ahlaksızlık da cehenneme götürür. Sözünde sadık/dürüst olma ise iyi hale götürür, iyi hal de cennete götürür. Baksanıza dürüst insana sadık ve iyi halli denir, yalancıya da kandırdı ve ahlaksızlık yaptı denir. Dikkat edin, kul yalan söyleye söyleye Allah katında yalancı diye damgalanır, cehenneme gider’. (İbn Mâce).
Rasulüllah (sa) bazı kavimlerden biat/bağlılık ve itaat sözü alırken ‘şaka ile de olsa yalan söylemeyeceğim‘ demelerini isterdi. Yalanı şakalarda dahi terk etmedikçe onu diğer alanlarda terk etmek mümkün olamaz. Bunu herkes prensip edinip hemen uygulamaya başlamalıdır. Gerçek mümin olmamızın başlangıcı budur. Hatta insanları güldürmek için söylenen yalan fıkralar bile böyledir. Rasulüllah buyurdu ki: ‘Yazıklar olsun o adama ki (üç kez) insanları güldürmek için yalan söyler, onlar da bunun yalan olduğunu bilirler, sırf onları güldürmek için böyle yapar. Yazıklar olsun ona, yazıklar olsun’. (Tirmizî, Ebu Davud).
Bazı ticaretçilerin ve siyasetçilerin ‘yalan söylemeden olmuyor’ demelerine asla aldanmayın. Böyle söylemek…