Bölünmek azaptır

İslam
Abdullah Yıldız’ın Yeniakit gazetesindeki yazısı.. Yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim’de (En’âm suresinin, 65. âyetinde); genelde insanların, özelde ise Müslümanların tarihsel süreç...
EMOJİLE

Abdullah Yıldız’ın Yeniakit gazetesindeki yazısı..

Yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim’de (En’âm suresinin, 65. âyetinde); genelde insanların, özelde ise Müslümanların tarihsel süreçte ve bugün içine düştükleri parçalanmışlığı ve bu parçalanmışlığın sonucunda birbirine şiddet uygulayan farklı gruplar haline gelmelerini bir azap türü olarak tanımlar:

De ki; ‘Allah size üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeye ya da si­zi birbirinize muhalif gruplara (şîalara) ayırıp kiminize kiminizin hıncını/şiddetini tattırmaya kadirdir.’ Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!”

Fahreddin Razi, Tefsir‘inde “üstten ve alttan gelen azab”a dair farklı görüş ve yorumlara yer verir: 

1) Âyetin lafzını esas alanlara göre; azap onlara “üstlerinden”, yani Nûh (a.s) kıssasında olduğu gibi üzerlerine gökten inen yağmur ve yıldırımlar gibi; Lût (a.s) kavminin taşa tutulması ve Fil ashabının taşlanmasında olduğu gibi, üzerlerine gökten gelen taş, sayha, korkunç çığlık şeklinde iniverir. Azabın, “ayaklarının altından” gelmesi de; yer sarsıntısı, Karun’un yere geçirilmesi vb. şeklinde olur. Bu azapların yağmurun yağdırılmaması ve bitkinin bitirilmemesi şeklinde olduğu da söylenmiştir. Kısaca bu âyet, gökten inmesi ve yerden ortaya çıkması mümkün olan her türlü azabı içine alır.

2) Âyeti mecazî manada anlayanlara göre ise; burada kasıt ümmetin ayrılığa düşmesidir. İkrime’den gelen rivayette, İbn Abbas (r.a), “üstten gelen azab”ın yöneticilerden; “ayakların altından gelecek azab”ın da, köleler ve ayak takımından gelecek şeyler olduğunu söylemiştir.

“Si­zi birbirinize muhalif gruplara (şîalara) ayırıp…” ifadesindeki şî’a kelimesi; bir şey üzere birleşen, ittifak eden topluluğa denilir. Dolayısıyla bu kelime, ‘birbirini izleyen, birbirlerine tabi olan insanlar’ anlamındadır. Âyetteki bu tabiri, “Sizin işlerinizi öylesine karıştırır ki, bu karışıklıktan sonra bir daha bir araya gelemezsiniz; böylece O sizi, çeşitli fırkalar haline getirir de, artık bir daha tek bir fırka olamazsınız; fırka fırka olduğunuz zaman da birbirinizle savaşırsınız” mânasında anlayan Zeccac; ‘İşte, “kiminize kiminizin hıncını tattırmaya kadirdir” tabirinin mânası da budur’, der.

İbn Abbas’dan (r.a) rivayet edildiğine göre, Cebrail (a.s) bu âyeti getirdiğinde, bu Hz. Peygamber’e (s.) çok ağır geldi ve “Bu şekilde muamele görürlerse, ümmetimin sonu ne olur?” dedi. Bunun üzerine Cebrail (a.s), “Ben de senin gibi bir kulum. Dolayısıyla, ümmetin için Rabbine duâ et!” dedi. Efendimiz (s.) de, Rabbinden, ümmetine bunu yapmamasını istedi. Ve Cebrail (a.s) şu haberi getirdi:

“Muhakkak ki Allah, ümmetini şu iki çeşit azaptan emîn kıldı: Yani, Nûh ve Lût’un kavimlerine gönderdiği gibi “üzerlerinden”; Karun’u da yere geçirdiği gibi, “altlarından” bir azap vermeyecektir. Ama onları, çeşitli hevâ ve hevesleri sebebiyle, fırka fırka olmaktan ve kılıçlarla/silahlarla vuruşarak birbirlerine hınçlarını tattırmaktan emin kılmamıştır.” 

Nitekim “Ümmetim yetmiş iki fırkaya ayrıla­caktır. Kurtulacak olan tek bir fırkadır.” (Bir rivayette “…Hepsi cennette olacaktır ama zındıklar hariç.”) hadisi de bu bağlamda yorumlanmıştır (Tefsir-i Kebîr).

Âyetin bölünüp parçalanmayı bir felâket olarak gösteren kısmı şöyle de anlaşılmıştır: Allah’ın emir ve yasakları uyarınca hayatla­rını düzenlemekten uzaklaşan toplumlar genellikle ortak inanç, fikir, istek ve ideallerden uzaklaşmakta, sonuçta bu farklı fikir ve isteklerin çatışması insanları fiilî çatışmalara, fitne ve fesada, nihayet savaşlara kadar götürür ki, âyet-i kerîmede bu durum, insanların Allah’tan yüz çevirmelerinin, O’nu unutarak fâni şeyleri putlaştırıp onların peşine takılmalarının, nihayet onla­rı Allah’a eş ve ortak tutmalarının bir sonucu olarak gösterilmiştir.

İnsanoğlu malın mülkün, şan ve şöhretin, ihtiras ve şehvetin ve nihayet hak yol­dan saptıran sahte önderlerin esiri olmaktan, onlara tapmaktan kurtularak yalnız Allah’ı ilah ve rab bilip sadece O’ndan yardım dilemediği, O’nun buyruklarını kesin yasalar olarak tanıyıp bunları hayata hâkim kılmadığı sürece âyetlerde işaret edilen bu tehlikeleri hak edecek, bilinen ve bilinmeyen birçok felâkete, azaba uğrayacaktır… (Kur’ân Yolu).

Mazharuddin Sıddîkî‘ye göre, âyetin “Allah sizi muhalif gruplara ayırabilir” bölümünün anlamı; bir toplumun sosyal ve siyasal birliğinin kırılabileceği, böylece o toplumun tek bir halk oluşturamayıp aksine birbirlerine şiddetle muhalif olan uyumsuz ögeler toplamı olacaklarıdır ve Kur’ân-ı Kerîm, her türlü parçalanmayı, bir toplumun ahlâkî sapıklıkları ve yanlışlıkları dolayısıyla elde ettiği azap biçimleri olarak görür… Böylece, insanları birbirinden ayıran bu sorunlar; büyük toplumsal sefalet, karışıklık ve ekonomik kayıpla sonuçlanan şiddetle çözüme kavuşturulur… Eğer onlar salih (düzgün ve düzeltici), diğerkâm ve âdil kimseler olsalardı bu belâlara uğramayacaklardı (Kur’ân’da Tarih Kavramı, s. 31).

İşte Allah Teâlâ (c.c) salih, diğerkâm ve âdil kullar olalım diye âyetlerini bizlere böyle açıklıyor…