Hayrettin Karaman’ın Yenişafak gazetesindeki yazısı….
Hem lâfzı (dili; harf, kelime ve cümleleri) hem de mânâsı Allah’a ait bulunan; yani Allah tarafından Son Peygamber’e (s.a.v.) vahyedilmiş olan Kur’ân-ı Kerim ümmetin bir başka şiarıdır ve Arapça’dır. Onu başka bir dile çevirdiğimiz zaman ortaya çıkan metin Kur’ân değil, onun çevirisidir; yani mânâsının bir kısmının başka bir dilde ifadesidir; “bir kısmının ifadesidir”; çünkü hiçbir tercüme Kur’ân âyetlerinin ihtivâ ettiği geniş ve derin mânâların tamamını -tercüme tekniğinde- bir başka dile aktaramaz. Onu gören, okuyan ve dinleyen Kur’ân olarak telâkkî etmez (onu Kur’ân olarak kabûl etmez), Kur’ân çevirisi olarak bilir; çevrildiği dili bilmeyen -başka ulustan- Müslümanlar ise böyle bir kitabı gördüklerinde veya içinden bir parçayı duyduklarında onu Kur’ân çevrisi olarak da bilmezler ve anlamazlar. Durum böyle, gerçek de bundan ibaret olunca ulaşılan sonuç şudur ki, bütün İslâm âlemi için bir Kur’ân-ı Kerim vardır; bu da Hz. Peygambere (s.a.v.) Arapça olarak vahyedilen ve asırlardır değişikliğe uğramadan nakledilen Kur’ân’dır.
“Hepiniz birden Allah’ın ipine sarılın ve asla ayrılığa düşmeyin” (3/103) meâlindeki âyette emredilen “birlikte sarılma” da ancak tek olan Kur’ân’a sarılmakla gerçekleşir. Bir Müslümanın, dünyanın neresine giderse gitsin, hangi ulus ferdinin elinde görürse görsün ve kim tarafından okunursa okunsun kendi bildiği ve okuduğu Kur’ân’ı (aynısını) görmesi ve dinlemesi, Müslümanlar arası birlik, dayanışma ve kaynaşma için eşi bulunmaz bir bağdır, vâsıtadır, durumdur ve saiktir. Kur’ân-ı Kerim Mekke ve Medine’de Arapça olarak vahyedilmiştir, ancak -belli dönemlerde de olsa- Mısır’da en güzel okunmuş, Osmanlı ülkesinde en güzel yazılmıştır. Yavuz Sultan Selim Mukaddes Emanetler’i İstanbul’a getirdiği zaman bunları yerleştirdiği özel dairede, birisi kendisi olmak üzere kırk hafıza Kur’ân tilâveti başlatmış, “burada Kur’ân ve minarelerde Muhammedî ezan” okunduğu müddetçe devletin payidar olacağına inanılmıştır.
Bir şiâr olarak Kur’ân’ın tekliğinin korunması ve ibâdet dilinin Kur’ân dili olması zarûrîdir; İslâm birliği için, ümmet bütünlüğü için, ibâdette okunan şeyin Kur’ân olması için, yapılan ibâdetin (namazın) sahîh olması için zorunludur.