Âlim ve yılbaşı kutlamaları

İslam
Prof. Dr. Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki yazısı… Bugün belki geçmiş yılbaşı kutlamalarından söz etmemiz gerekirdi, ama baktık ki burada da ifrat ve tefrit tezahürleri var; bazı hoc...
EMOJİLE

Prof. Dr. Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki yazısı…

Bugün belki geçmiş yılbaşı kutlamalarından söz etmemiz gerekirdi, ama baktık ki burada da ifrat ve tefrit tezahürleri var; bazı hocalar işi saldırganlığa ve tekfire götürüyor, diğer bazıları da, mahalle baskısından etkilenmenin sonucu olsa gerek, kültürel mağlubiyet havası içerisinde, bırakın insanlar eğlensin deme kolaylığına kaçıyorlar. O halde biz bu her iki cenahtaki hocaları bırakıp yine âlimi tanımaya devam edelim.

Bir önceki yazımızda dedik ki, âlim ilmiyle amel eden ve görünüşüyle bile alem haline gelen insandır, ehl-i zikir ile kastedilenler de yine gerçek âlimlerdir.

Bugün âlimin diğer bazı özelliklerini görelim.

Allah’tan hakkıyla ancak âlimler korkar” diye çevrilen ayeti kerimedeki korkma, ‘haşyet’ kelimesinin karşılığıdır. Kur’an-ı Kerim’de korkma anlamında on kadar ayrı kelime vardır ve bunların her biri farklı bir korku türünü ifade eder. ‘Haşyet’, bir şeyin heybetinden, azametinden, yüceliğinden ürperme anlamında bir korkudur. Yani haşyet edilen şey adeta görülüyor gibidir. Sanki Âlim, elde ettiği ilimle Allah’ı o kadar yakından tanımıştır ki, O’nu artık görür gibi ürperir, haşyet eder. İlmi olmayanların Allah korkusu haşyet düzeyinde olamaz, olsa olsa ‘havf’ düzeyinde olabilir. Havf, bir şeyin geleceğinden, akıbetinden endişe etme anlamındaki korkudur, geleceğe dönüktür. Sonucu çok yakından görmüyorsunuz ama endişe duyuyorsunuz. Arif havf duyar, buna mehafetullah denir, ama âlim haşyet eder. O Allah’ı görür gibi ibadet edeceği için (ihsan), görüyormuş gibi O’ndan ürperir. Onun için ilme değil de hayale ve tasavvura dayanan cezbe hali hakiki değildir, aldatıcıdır.

O halde Allah’a karşı böyle bir haşyet hissi duyamayan âlimler, ayeti kerimede sözü edilen âlimlerden değildirler. Şimdi kısaca haşyeti de âlimin özelliklerinden biri olarak kaydedebiliriz.

Kur’an-ı Kerim’in övdüğü âlimin bir başka özelliği ‘inzâr‘dır. İnzâr, kötü gidişin sonucuyla insanları uyarma demektir. Uyarabilme de haşyet gibi bir seviyedir. Sözünü ettiğimiz haşyeti yaşamayan âlim, tabii olarak sonuçtan da o kadar endişe etmez ve insanları uyarma ihtiyacı duymaz. Bu noktada âlimle fakihin benzer anlamda olduğunu tekrar hatırlayalım. Daha önceki bir yazımızda bağımsız olarak anlattığımız gibi fakih, Kitabullah’ı dinin özünü, maksadını, hedefini kavrayarak bilen âlimdir. Allah (cc) “hep birlikte nefer olmanıza gerek yok, her kesimden bazıları da dinde tefekkuh için çıksın ki, döndüklerinde kavimlerini inzar etsinler/uyarsınlar” buyurur. ‘Dinde tefekkuh‘ önemli bir kavramdır ve dini, sözünü ettiğimiz fıkıh düzeyinde anlama çabası demektir. O halde insanları kötü akıbetle uyarmayı, yani inzarı sonuç vermeyen bir bilgi fıkıh olamaz. İnzar ihtiyacı duymayan bir âlim de fakih ve gerçek anlamda âlim olamaz. Bu uyarmaya ‘emr bil-maruf‘ da diyebiliriz. Oysa günümüzde emr bil-marufu mollaların işi görüp küçümseyen ilim adamlarımız vardır. Buna küçümseme değil, küçülme demek daha doğru olabilir. Tabi, emr bil-maruf yapanların küçümsenmesinin bir sebebi bu mühim işi hakkıyla yapamıyor olmaları da olabilir. Yani küçümsenen şey, emr bil-maruf değil, onu eline yüzüne bulaştırma olabilir.

Tek bir âlimin değil, ancak âlimler topluluğunun gerçek anlamda ‘ulü’l-emr‘ olduğunu söylemiştik. “Allah’a itaat edin, Resulüllah’a itaat edin, sizden olan ulü’l-emre de“, anlamındaki ayeti kerime, âlimlerin bir özelliğinin de müminler için Allah’tan ve Resulüllah’tan sonra en yüksek otoriteyi temsil etmeleri olduğuna işaret eder. Ayetin bunu çoğul kalıbıyla bildirmiş olması anlamlıdır ve bu otorite olmayı tek başına bir âlimin değil, her kesimden âlimler topluluğunun, sevâd-ı azamın oluşturabileceğini anlatır. Yanlış isimlendirme ile ‘cemaat’ dediklerimizin, cemaat değil aslında fırka olmayı öteye geçememelerinin sebebi de budur. Fırkalar böler ve cehenneme götürür, cemaat, sevâd-ı azam ise toplar ve kurtuluşa götürür. O halde gerçek âlim bir fırkanın, hatta bir mezhebin âlimi değil, ümmetin âlimidir. Âlim dediğimiz insanlar eğer …

yazının devamını okumak için…