Prof. Dr. Faruk Beşer Yenişafak gazetesindeki yazısında; Müslümanların ahlaki zaaf içinde olduğunu söyleyerek, “Ahlak zaafımız sebebiyle iki yakamız bir araya gelmiyor. Birbirimizi sevemiyoruz, çünkü imanımız samimi ve içten değil ve birbirimize güvenemiyoruz.” diyor. İşte o yazı…
Güzel ahlak dindir, ya da din güzel ahlaktır. İslam’ın bütün emir ve yasaklarının hedefi bireyin ahlakını güzelleştirmesidir, ya da zaten var olan güzelliğini bozmadan korumasıdır.
Resulüllah’ın (sa) ‘ben sadece güzel ahlakı tamamlamak için görevlendirildim‘ buyurması çok anlamlıdır. Demek ki din güzel ahlaktan ibarettir. Allah’ın ona, “sen zaten yüce bir ahlaka sahipsin” (Kalem 4) dediğini biliyoruz. Yani sen Allah’ın verdiği bu ahlaka, ta doğuştan sahipsin, seni Allah zaten bu ahlak ile yaratmıştır demektir. Bu ayeti, “sen çok yüce bir ahlak üzeresin” diye çevirirler ki, ancak bu anlamda düşünürsek doğru olabilir.
Ahlak/huluk, halk ve Halik kelimelerinin birbirleriyle ilişkili olduğunu söylemiştik. Yani ahlakın, Allah’ın insanı yarattığı fıtratın, ya da O’na özel formatın aynen korunması olduğunu söyleyebiliriz.
Ahlakın temelini ise emanet, yani güven ve dürüstlük oluşturur. Emanet aynı zamanda bütün peygamberlerin özelliklerinden biridir ve Allah’ın da bu kökten bir ismi vardır. ‘O el-Mümin’dir‘. Güvenin ve emanetin asıl kaynağı O’dur, kendisine inananı, yani müminlerini güvende kılar.
Resulüllah (sa) “sizin iyileriniz, ahlakı güzel olanlarınızdır” buyurur. ‘Kişi sadece güzel ahlakıyla oruç ve namaz kılanların derecesine ulaşır… Mizanda güzel ahlaktan daha ağır basan bir şey olmayacaktır’ der.
Müslümanlar kazandıklarını güzel ahlakla, güvenilir ve emin olmakla kazandılar, bu ahlaktan uzaklaştıklarında kaybettiler. Kaybetmeye de devam ediyorlar. Bütün mesele bunu yeniden kazanmaktır. ‘Şaka ile dahi olsa yalan söylemeyeceksiniz ki, gerçek mümin olabilesiniz‘ hadisi şerifi muhteşem bir ölçüdür. Deneyenler bunun başarılabileceğini söylüyorlar.
Bu mesele sadece söylenip geçilecek bir vaaz konusu olmamalıdır. Her mümin bu konuda kendisini eğitmenin gayretinde olmalı ve bunun için kendi çabası yanında dürüst insanlarla kuracağı beraberliklerden de destek almalıdır. Tasavvufun görevi de budur.
Duygu eğitimi sanıldığı kadar kolay değildir. Yoksa güzel ahlakın ve güvenilir olmanın güzel olduğunu herkes bilir ve söyler, ama insanların çoğu bunu başaramaz. Bunun için bilgi, azim, sabır ve de başarabilenlerden destek almak gerekir, sürekli eğitim gerekir. Çünkü şeytan ve nefis sürekli bozmak ve ifsat etmek için vardır. O halde sürekli düzelten, ıslah eden güçlere de ihtiyaç bulunur.
Müminler önce birbirlerine güvenmeliler ki, Allah’ı da el-Mümin olarak bulabilsinler. Güvenebilmek dürüst ve hayırhah olmayı gerektirir. ‘Din samimi ve candan olmaktır. Allah’a, O’nun kitabına, resulüne, müminlerin önderlerine ve bütün müminlere karşı samimi ve candan olmaktır’.
Sevgi dahi güvenmenin sonucunda oluşur. “İman edip güzel amelleri yapanlara Allah bir süre sonra meveddet verecektir‘. Meveddet sevginin ileri derecesi ve candan olanıdır.
‘Kendiniz için istediğinizi kardeşiniz için de istemedikçe gerçek mümin olamazsınız’ hadisi şerifi kulağımızda her ay belki de birkaç kez yankılanır da bunun ne demek olduğunu düşünerek kendimizin böyle olup olmadığımızı test etme ihtiyacı duymayız, diğer benzerleri de öyle. Bu korkunç bir duyarsızlıktır.
Bu ahlak zaafımız sebebiyle iki yakamız bir araya gelmiyor. Birbirimizi sevemiyoruz, çünkü imanımız samimi ve içten değil ve birbirimize güvenemiyoruz. Haset, gıybet, itibar katilliği, çekememezlik virüsleri içimizdeki bütün hayırlı dosyaları, programları kemirip yok ediyor da haberimiz bile olmuyor. Varsa salih amellerimiz de boşa gidiyor. Mısırlı Müslüman Suriyeliyi, Suriyeli Mısırlıyı çekemiyor. En küçük bir farklılıktan ötürü kardeşlerimize buğzediyor, aleyhlerinde konuşuyoruz. Bu durum kesinlikle bir küçüklük, hamlık ve olgunlaşmamışlık belirtisidir.
Böyle olunca da Allah’ın yardımı ve desteğini alamıyoruz. O bize yol gösteriyor, kendisinden şunu talep etmemizi istiyor: “Ey Rabbimiz, bizi de, bizden önce iman eden kardeşlerimizi de mağfiret et. Kalplerimizde iman edenlere karşı kin ve nefret bırakma. Rabbimiz sen Raûf‘sun/ Şefkat edip koruyansın, Rahîm‘sin/çok merhametlisin” (Haşr 10).Kardeşlerimize karşı duyabileceğimiz kötü duyguların kontrolü ya da izalesi böyle duygular beslediğimiz her kardeşimize içten dua edebilmemizle mümkündür. Allah’ın ona bahşettiği hayrını çoğaltmasını, ona da bize de hakikati göstermesini, sağlık ve afiyet vermesini samimice isteyebilirsek kötü zannedilen duygular iyi meyveler verirler. Yoksa ona zarar veremeyiz ama kendimiz sürekli kaybederiz. Amellerimiz eriyip gider de…