Türk-ABD ilişkileri tarihin değişik dönemlerinde farklı seyirler izlemiştir. Bu bağlamda Türk-ABD ilişkilerini dört döneme ayırabiliriz.
Bir, 1830’da imzalanan ‘’Ticaret ve Seyr-i Sefer Antlaşması’’ ile Osmanlı imparatorluğu dönemidir. İki, NATO öncesi Mili Mücadele ve Lozan dönemidir. Üç, NATO sonrasında Soğuk Savaş dönemdir. Dört, Soğuk Savaş sonrasında devam eden süreçtir.
Her dört dönemin kendine has özellikleri olsa da, yazımızın esas konusu ‘’RAND Corporation’’ adlı düşünce kuruluşunun yayınladığı son Türkiye raporu bağlamında dördüncü dönemle ilgilidir.
Hatırlanacağı gibi Türk-ABD ilişkileri, dördüncü dönemle ilgili olarak ilk kırılma ‘’1 Mart tezkeresiyle’’ yaşandı. Daha sonra ABD’nin Kuzey Irak’ta Türk askerlerinin başına çuval geçirmesi, Suriye’de başlayan iç savaştan sonra YPG’li teröristlere silah vermesi, 15 Temmuz darbe emrini veren Feto’yu iade etmemesi iki ülke ilişkilerinde krizi derinleştirdi.
RAND’ın son Türkiye raporu hem iki ülke ilişkilerindeki krizin boyutlarını hem de ABD’nin Türkiye’ye karşı nasıl bir tutum içinde olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Örneğin: ‘’Demokratik muhalefet yükselip de Türkiye’nin tekrar yakın bir müttefik ve güvenilir bir ortak olma rolünü tesis edebilirse, stratejik ortaklık da yeniden inşa edilebilir.” Bu ifadeler egemen bir ülkenin iç işlerine açıkça karışmak anlamına gelir. Türkiye’yi yönetenlerin halkına değil, ABD’ye hizmet etmesi durumunda ‘’güvenilir ortak’’ kabul edilecek.
Ayrıca muhalefet partilerini kast ederek, PKK’nın Suriye koluyla yakınlık kurmasını şöyle dile getiriyor: ‘’Türk müttefikler ve YPG’li ortaklarla diplomatik yakınlık kurmalıdır.” Tabi burada kendilerine rota çizmeye çalışılan muhalefet partilerin bu rapora sert tepki göstermelerini bekliyoruz.
Raporda: ‘’ABD ve NATO’nun Türk Silahlı kuvvetleriyle askeri iş birlikleri’’ ifadesi geçiyor. Geçmişte her on yılda bir Türkiye’de gerçekleşen askeri darbelerin arkasında ABD’nin olduğuna dair var olan yaygın kanaat bu raporla pekişmiş oldu.
Raporda dikkat çeken bir başka husus Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile ilgili şu ifadelerdir: ‘’Hulusi Akar’ın artan önemi göz önüne alınarak, ABD ile Türk askeri yönetimleri arasındaki diyalog derinleştirilmelidir.” Sayın bakan üzerinden yeni bir tartışma mı oluşturmak isteniyor?
Türkiye’nin geleceği ile ilgili askerlere bir misyon yükleyen raporda şöyle diyor: “Milli Savunma Üniversitesinin müfredatına müdahil olunmalı ve Türk askeri okul öğrencilerinin ABD’deki okullara gelmesinin önü kapatılmamalıdır. Bu adımlar, Türk askeriyesinin gelecekte izleyeceği yol üzerinde oldukça etkili olacaktır.”
Ciddiyetle bağdaşmayan cüretkâr bu ifadeler gücün vermiş olduğu şımarıklık mı? Yoksa sonuçları hesaplanmış bir strateji mi? Eğer şımarıklıksa üzerinde durmaya değmez ama eğer bu bir strateji ise, o zaman şu sorunun cevabını aramalıyız; ABD bu raporla hangi stratejiyi gerçekleştirmek istiyor?
Bu soruyu siyaset bilimi uzmanı değerli dostum Arif Arcan’a sordum gelen uzun cevabı şöyle özetledim: ‘’RAND gibi Amerikan düşünce fabrikaları bu doğrultuda analizler hazırlar ki, gelen tepkileri ve beklentileri toplayıp ana stratejilerini oluştursunlar’’ Açıkçası bende Arcan’la aynı kanaati paylaşıyorum. O zaman RAND bu raporda ‘’neyi söylediğine değil, neyi söylemediğine?’’ Odaklanmalıyız.