Mine Şenocaklı’nın röportajı
“Bir terör saldırısı olduğunda polis ve jandarma başedemediği zaman, vali orduyu göreve çağırıyor. PKK çeşit çeşit eylemle saldırırken, orduyu 12 ayda sadece üç-dört operasyona çağırıp, terörle part-time mücadele yapamazsınız! Biz bunu yapıyoruz, sonuç ortada!”
Barışçı çözüm, politik görüşmeler… Hiçbirine karşı değil terör uzmanı Dr. Nihat Ali Özcan… Ama ortada, hem de ülke sınırları içinde basbayağı savaş var ve bu konuda bir söz söylemek gerek. O da dobra dobra söylüyor; “Bir terör saldırısı olduğunda polis ve jandarma başedemediği zaman, vali orduyu göreve çağırıyor. PKK çeşit çeşit eylemle saldırırken, orduyu 12 ayda sadece üç-dört operasyona çağırıp, terörle part-time mücadele yapamazsınız! Biz bunu yapıyoruz, sonuç ortada!”
Şemdinli’den korkutucu haberler geliyor. Neredeyse iki hafta oldu hâlâ tam olarak ne olup bittiğini bilmiyoruz. PKK’nın yol kestiğini, sert çatışmaların sürdüğünü biliyoruz. Ama hepsi bu kadar… Kaç şehit var? PKK Türkiye sınırları içinde mi mevzileniyor artık? Kafa karıştıran, ürküten pek çok soru var… Tabii bir de Twitter’a düşen yüzlerce haber… Ama hangisi doğru? Resmi bir açıklama olmadığı sürece şaibe sürecek gibi… Bu sebeple aradım Dr. Nihat Ali Özcan’ı… Somut bir haber almak için değil, ama ne olup bittiğini anlamak ve bu işin nereye gideceğini sormak için… Ankara’ya davet etti… Asker kökenli bir uzman Dr. Nihat Ali Özcan. Herkesin stratejist olduğu günümüzde gerçek anlamda bu iş üzerine kafa yoran ve çalışmalar yapan sayılı isimlerden… Kara Harp Okulu ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun… Doktora tezi PKK üzerine Türkiye’de yapılmış ilk bilimsel çalışma. ‘PKK (Kürdistan İşçi Partisi): Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi’ ismini taşıyor. Doktora sonrası çalışmasını ise Oxford Üniversitesi’nde “Savaşın Değişen Karakteri” konusunda tamamladı.
Dağdaki PKK’lının ortalama ömrü 26 yıl!
Ordudan emekli olduktan sonra Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde (ASAM) terörizm üzerine çalışmalar yapan Özcan, 9 Eylül, Hacettepe, TOBB Ekonomi ve Teknoloji üniversitelerinde ve Kara Harp Okulu’nda ‘Terörizm ve Politik Şiddet’ üzerine dersler verdi. Halen Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nda (TEPAV) araştırmacı olarak çalışıyor… Özcan’ın 2009’da kaleme aldığı araştırmanın adı ise ‘Kim Bu PKK’lılar? İki yıllık bir emeğin sonucu olan bu araştırmayı, hayatını kaybetmiş bin 389 PKK’lı ile ilgili verilerden yola çıkarak yapmış. O araştırmadan ilginç birkaç sonucu paylaşayım. Dağa çıkma yaşı 15! Bir PKK’lının dağdaki ortalama yaşam süresi ise 7.2 yıl, yani ölüm vadesi! Bir başka deyişle bir PKK’lının ortalama ömrü 26.3 yıl!
Anlaşılacağı üzere PKK’yı en iyi tanıyan uzmanlardan biri Özcan, belki de en bilgilisi… Zira araştırmacılığının yanında askeri bir perspektifi de var. İşte bu sebeple son gelişmeleri Özcan’la değerlendirmeye karar verdim.
Şemdinli’de olup bitenlerle başladık konuşmaya… “PKK çok mu güçlendi? Ordu ve hükümet bu çatışmayı neden bitiremiyor?” diye sordum biraz tedirgin… Çok net yanıtladı; “İstese iki günde bitirir, ama hem sivil halka zarar vermek istemiyorlar hem de fazlaca şehit vermek! Bazen bu tür eylemler karşısında hiçbir şey yapmamak, yavaş yapmak en iyi seçenek olabilir. Yani öldürmemek ve buna yönelik bir operasyon yapmamak… Şemdinli’yi temizledik, ama bu sırada 40 sivil öldü’ denmesine gönlünüz razı olabilir mi?”
“Tabii ki bu herkesi üzer, ama bu bir askeri başarısızlık gibi görülmez mi?” diye sordum bu kez. Ona göre bu bir askeri başarısızlık değil, ama ortada büyük bürokratik sorunlar var; “Ankara, ‘Ben televizyonda, gazetede şehit haberi görmek istemiyorum. Aksi halde hesap sorarım’ diyor… Hal böyle olunca asker de, polis de risk almıyor… Ne oluyor? Filmi yavaşlatıyor. Normalde kahramanlık yaparak; risk alarak gideceği yere, gitmiyor, bekliyor… İki gün, üç gün, on gün… Süreç böyle işliyor…”
Şu anda 4 bin 500 PKK’lı var dağlarda
Tüm bunların sebebi ise devletin bu soruna yönelik bir doktrininin bulunmamasından kaynaklanıyor Özcan’a göre… “Dağlarınızda 4 bin 500 terörist varken, bunlar yollara mayın döşeyip, 20-30 kişiyle eylem yapıyor ve sınırdan 200 kişiyle girip ağır silahlarla birtakım politik-askeri operasyonlara girişiyorsa, bununla nasıl başedeceğinize dair, tecrübelerden de faydalanan, kapasitenizi de göz önüne alan bir doktirininizin olması lazım” diyor…
Üstüne üstlük, birbirinden kopuk ve tamamen farklı karakterde dokuz ayrı güvenlik birimi var terörle mücadele eden; Komando, Piyade, Jandarma, Jandarma Komando, Sınır Birlikleri , MİT, Özel Harekat, Polis, Özel Kuvvetler… Bir de emir komuta sorunu var ve iş daha da karmaşıklaşıyor…
Özcan zayıflıkları sıralamayı sürdürüyor; “Bitmedi… Yasalar değişiyor, yetkililer değişiyor, karşınızdaki tehdit değişiyor… Sizin de değişmeniz lazım, ama bir değişim yaşanmıyor. Bir örnek vereyim; bir terör saldırısı riski olduğunda polis ve jandarma başedemediği zaman vali orduyu çağırıyor. Oradaki komutandan operasyon talebinde bulunuyor. Senede 12 ay var, askeri üç-dört defa operasyona yollayarak bu sorunun üstesinden gelemezsiniz. Terörle mücadele part-time yapılacak bir iş değildir!”
O eksikleri sayıyor, benim moralim bozuluyor. Sorularım ardı ardına geliyor. Pek çok öneri sıralıyor, özellikle askeri çözüme yönelik… Ama son sözü hiç de iyimser değil, “Eylemler yayılacak!”
Bütün sözleri aklımda, kara kara düşünerek İstanbul’a dönüyorum. Ne yazık ki son cümlesi gerçek oluyor dün sabah… Hepinizin bildiği gibi Hakkari’de sekiz şehit daha verildi! Ve ne yazık ki devamı da gelecek!
Ankara istese iki günde bitirir!
– Neler oluyor Şemdinli’de?
Aslında Şemdinli’de olanlar çok büyük sürpriz değil. Neden değil? Çünkü sonuçta 25-30 yıllık uzun bir hikâyenin yeni bir bölümünü izliyoruz. 1984’te ikinci evresi başlayan bu meselenin bir sürekliliği var. Süreklilik ne yapıyor? Hem örgütü dönüştürüyor, değiştiriyor hem de örgüte karşı mücadele eden devletin politikalarını, stratejilerini, yaklaşımlarını dönüştürüyor. Son 1 yıldır önemli şeyler oldu. PKK ile yürütülen bir müzakere vardı, o çöktü. Arkasından doğal olarak kandırıldığını düşünen PKK, hükümeti yeniden ama bu sefer daha güçlü bir biçimde pazarlık masasına oturtabilmek için elindeki enstrümanları kullanmaya başladı. Kullandığı en önemli enstrüman ne? Tabii ki eylem yapma kapasitesi, yani terör. Bu eylem yapma kapasitesinin inandırıcı olabilmesi ve hükümeti belli bir noktaya götürebilmesi için belli bir ağırlıkta olması lazım. Anlaşılan o ki PKK bugüne kadar yaptıklarıyla istediği sonucu elde edemediği için, bu sefer taktik değiştirdi.
– Bu taktik değişikliğiyle Şemdinli gibi başka yerlerde de eylemler başlatabilir mi?
Tabii… Bu tür eylemler serisini yayabilir PKK. Çünkü bu coğrafya örgüte eylem yapma kapasitesi sağlıyor. Halkın bir kısmı da çeşitli nedenlerle, son seçim sonuçlarında gördüğümüz gibi örgüte destek veriyor… Dolayısıyla 24 saat boyunca, 60-80 km yol ağında sürekli güvenlik sağlamanız mümkün değil. Örgütün, "Yolu kapattık, yolu kontrol ettik" dediği 10-15 dakikalık periyotlar… Bir yolu, 10-15 dakika kestiğinizde zaten yeterince propaganda yapabiliyorsunuz. Burada önemli olan bunun örgüte askeri bir zafer getirmesinden çok, propaganda merkezli olması… Yani sonuçta bunun üzerinden büyük bir propaganda kampanyası başlatıyorsunuz.
– Peki, nasıl oluyor da Silahlı Kuvvetler 14-15 gün geçmesine rağmen Şemdinli’de hakimiyet sağlayamıyor?
Şu anda medyada böyle bir algı yaratılıyor. En azından alttan alta "Neden böyle oldu?" diye tartışılıyor.
– İyi de bu devam eden durum normal midir?
Normaldir. Nedeni de şu; bazen hiçbir şey yapmamak bu tür bir mücadelede en iyi seçenek olabilir. Yani öldürmemek ya da buna yönelik bir operasyon yapmamak, bırakmak…
– Nasıl? Yani PKK’yı orada öylece bırakmak mı?
Tabii… Bazen hiçbir şey yapmamak en iyi seçenektir. Bütün buradaki seçimler, kararlar aslında sizin politik düzeyde verdiğiniz kararlarla ilgili… Politikacı olarak sizi en çok ne etkiler? Mesela yolu açık tutmak için güvenlik güçlerinin her türlü fedakârlığı yapıp, "Sonunda yolu açtık. Fakat yolu açarken de 40 sivil hayatını kaybetti" demesi mi iyidir? Sırf gazeteler böyle yazdı, böyle tartışıyor diye… Karar alıcının, "Yollarımız 24 saat açık" demesi için, kaç insanın hayatını feda etmesine razı olabilir sizin gönlünüz?
– Tabii ki hiç kimsenin!
O zaman hiç kimsenin hayatını feda etmeden yolu açık tutuyorsanız, bazen hiçbir şey yapmamak ya da yavaş yapmak en iyisidir. Bazen bu işleri yapanları etkisiz hale getirmek için büyük riskler almaya lüzum olmayabilir. Onların hata yapmasını beklersiniz ve en uygun zamanda harekete geçersiniz. O yüzden sahada durumun ne olduğunu, oradaki karar alıcının hangi riskleri alıp almayacağını belirleyen faktörlerin ne olduğunu, eldeki imkan ve olayların boyutunu bilmeden bizim buradan yorum yapmamız bu manada doğru değil.
– Peki ortada hiç mi problem yok?
Hayır, var. Birincisi, ortada çok ciddi bir doktrin sorunu var. Yani sizin dağlarınızda 4 bin-4 bin 500 silahlı terörist varsa, bu silahlı adamlar yollara bomba koyuyorsa, 20-30 kişiyle eylem yapıyorsa, sınırdan 100-200 kişiyle girip ağır silahlarla birtakım politik askeri operasyonlara girişiyorsa, bununla nasıl baş edeceğinize dair ortaya koyulmuş, geçmiş tecrübelerden de faydalanan, kapasitenizi de göz önünde bulunduran bir planınızın olması lazım… "Böyle bir problemle karşılaştığımda ne yaparım?" diye bununla ilgili temel kurallarınızın olması lazım. İlk evvela buna uygun bir teşkilatınızın, bir emir komuta yapınızın olması lazım. Ama sadece Şemdinli örneğinde birbirlerinden farklı karakterde 9 ayrı güvenlik birimi var.
– Nasıl?
Herbirinin ucu başka taraflarda… Emir komuta sistemleri farklı, kültürleri farklı, oluşum biçimleri farklı ve bunların orkestrasyonunda çok ciddi bir sorun var.
LAZIM OLUNCA BEN SENİ ÇAĞIRIRIM KANUNU!
– Bu 9 güvenlik birimi hangileri?
Komando, Piyade, Jandarma, Jandarma Komando, Sınır Birlikleri, MİT, Özel Harekat, Polis ve Özel Kuvvetler… Bunların sadece karakterleri değil, yasal yetkileri de birbirinden farklı… Bunların hepsinin herhangi bir anda oyuna girmesi, yetkileri, sorumlulukları, coğrafi, zaman ve olay olarak birbirlerinden tamamen farklı. Bu kadar çok birbirinden kopuk enstrümanın bir araya getirilip, senkronize bir vaziyette kullanılması ciddi bir sorun.
– Bu 25-30 yıldır böyle mi?
Siz geçmişte fayda sağladığını zannettiğiniz bir şeyin bugün de fayda sağlayacağını düşünüyorsunuz ama böyle değil. Dün size başarı getiren bir yöntem bugün başarı getirmez bu işlerde. Çünkü sürekli değişen bir güvenlik ortamıyla karşı karşıyasınız. Yani karşınızda sürekli olarak sizin zayıf noktanızı arayıp bulup oradan eylem yaparak, sizin üzerinizden toplumu, siyasetçiyi manüple etmeye çalışan ve buna savaş gözüyle bakan bir örgüt var. Size düşman gözüyle bakıyor. Oysa siz ona “suçlu” olarak bakıyorsunuz. Yani PKK, buna politik, askeri bir mesele olarak bakıyor, tıpkı düşman gibi. Fakat siz geçmişte bir başarı sağladığınız aynı davranış biçiminin size her gün başarı getireceğini düşünüyorsunuz. Öyle değil. Neden? Çünkü ortam sürekli değişiyor. Yasalar değişiyor, insanlar değişiyor, karşınızdaki tehdit değişiyor, sizin de değişmeniz lazım. Öğrenen bir organizasyon olmanız lazım. Biz olamıyoruz. Sebebi de şu; organizasyonlar öğrenemiyor, insanlar öğreniyor. Sizin insanlarınız gidiyor, 2 yıl çalışıyor terör bölgesinde, tam oluyor, öğreniyor, yerine yenisi geliyor… Siz Haziran’da, Temmuz’da insanları tayin ediyorsunuz. Oysa bu aylar terör örgütünün eylem ayları. Arkadan biri geliyor, tecrübe kazanan gidiyor. Ya tayin olmuş ya da tatile gidecek. Tabii ki sonuçta güvenlik personeli de insan ve demokrasilerde bunlar da ‘Üniformalı Yurttaşlar!’ Sadece görevleri değil hakları da var. Bu nedenle demokrasilerde mücadele pahalı ve zor iştir. Buna çözüm bulmak gerekir.
– PKK ile mücadelede başarısız olunmasının en büyük sebebi bu mu?
Bu sebeplerden biridir. Mesela bir kere moral motivasyon çok önemli konu. Moral motivasyon Çukurca’da inşa edilmez. Moral motivasyonu Ankara’da inşa edersiniz, televizyonda, gazetede inşa edersiniz. Çünkü medyanın çarpan etkisi vardır. Ama siz Çukurca’daki bir güvenlik görevlisinin ruh halini düzenleyen işlerin kararını Ankara’dan veriyorsunuz. Dolayısıyla o da bütün bunları gördüğünde risk almak istemeyebiliyor. Oysa bu iş tabiatı gereği risk alınarak yapılması gereken bir iş. Ama önündeki örneklere bakınca kimse risk almak istemiyor. Risk almadığınız zaman filmi yavaşlatıyorsunuz. Çünkü siz diyorsunuz ki, "Risk alma, ben gazetede, televizyonda şehit olmuş, yaralanmış adam duymak istemiyorum. Eğer olursa senin hakkında yasal işlem yaparım." Ya da ciddi kamuoyu baskısı oluşuyor. Ne yapıyorsunuz o zaman siz de? Normalde kahramanlık yaparak, risk alarak gideceğiniz yere, gitmiyor, bekliyorsunuz. İki gün, üç gün, on gün… Süreç böyle işliyor. Sorumlu olacak kimse yok, emir komuta sistemi, sivil asker ilişkisi birbirine girmiş durumda… Dolayısıyla da işlemiyor. Dediğim gibi bir doktrininizin ve bunu işletecek mekanizmanızın olması ve bununla ilgili yasal düzenlemeyi gözden geçirmeniz gerekiyor.
SADECE HAKKARİ’DE 25-30 BİN ASKER VAR!
– Yani açılımla birlikte yapılan yasal düzenlemeleri mi gözden geçirmeli?
Açılım meselesi değil. Şuna bir karar vereceksiniz; dağlarınızda 4 bin 500 tane silahlı terörist varsa ve bu sizin için önemli bir sorunsa, "4 bin 500 tane silahlı teröristle nasıl baş ederim?" diye oturacaksınız, buna teknik bir mesele olarak yaklaşacaksınız. Dünyanın neresinde bu işin uzmanına sorarsanız sorun; “Böyle bir sorununuz varsa bir doktrininiz olacak” diyecektir… İkincisi, uygun yasalarınız olacak. Üçüncüsü, uygun bir organizasyonunuz olacak. Dördüncüsü, bununla ilgili olarak görevlendireceğiniz adamların bilgi düzeyi yeterli ve moral motivasyonları yüksek olacak. Çok adam demek, maksimum düzeyde güvenlik demek değildir.
MAO NE DİYOR? SEN GELİRSİN, BEN GİDERİM
– PKK ile mücadele eden ne kadar asker vardır?
Sadece Hakkari’de tahminen 25-30 bin asker vardır. Ama dediğim gibi çok adam çok güvenlik değildir. Minimum adamla maksimum güvenlik sağlamak esastır. Ama bugün ortada bir kaos var. Bir kere insanlar adım atmaktan ürküyor, birilerine veya kendine zarar gelecek diye. Bu sadece Türkiye’nin değil, tüm bu tarz sivillerle iç içe girmiş askeri karakterdeki sorunlarla uğraşanların problemi. Dolayısıyla part-time terörle mücadele olmaz. Yani bir kanunumuz var; lazım olunca ben seni çağırırım kanunu…
– Nasıl?
5442 sayılı İl İdare Kanunu var. Bizim hikâye şuradan başlıyor; bir teşhis yanlış. Yani bizim dağlarımızda teröristler yok. Biz bir ayaklanma hadisesinin askeri boyutuyla karşı karşıyayız. Bir ayaklanma hadisesinin askeri boyutu terörizmden farklıdır. PKK bugün bir ayaklanma stratejisi izliyor. Oysa terörizm, bir polisiye meseledir. Fakat PKK sorunu salt bir polisiye mesele değil, ağırlıklı olarak politik-askeri bir sorundur. Bunu güvenlik açısından söylüyorum… Kürt meselesi ayrı bir tartışma. Neden? Çünkü PKK hibrit bir yol izliyor. Bunun içinde terörizm var, sokak gösterileri var, bomba koyma var, havaya uçurma var, askeri karakollara saldırı var, ağır silah var… Bazı bölgelerde tamamen askeri karakterde bir hareket. Dolayısıyla buna bizim mevcut yasal düzenlememiz olan 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu ile cevap vermemiz mümkün değil. Yani ne oluyor? Polis ve jandarma olaylarla baş edemediği zaman vali oradaki komutandan, yani askeri birimden operasyon talebinde bulunuyor. Ama bu tür problemle baş etmek part-time yapılacak bir iş değildir. Yani senede 12 ay var, 3-4 defa operasyona çıkıp bu sorunu çözemezsiniz. Sebebi de şu; kendi mantığı içinde PKK’lı şunu söylüyor; “Sen gelirsin, ben giderim.” Mao’nun söylediği gibi… Yani "Sen kışlana döndüğünde, ben geri gelirim" diyor. Şimdi o zaman sizin yaptığınız iş nafile bir iş. Geliyorsunuz, adam sizi görüyor, gidiyor. Siz geri gidiyorsunuz adam geri geliyor. Şimdi adam bunu değiştiriyor. İddiası şu Karayılan’ın; "Biz artık gitmeyeceğiz. Sen geleceksin biz oralarda yine görüneceğiz, sen yorulacaksın, gideceksin biz gene orada kalacağız, halkın içinde olacağız!" Böylece sizin güç kullanma kapasitenizi sınırlıyor. Şemdinli için ortaya koyduğu, belki daha ileri bir aşamada Botan diye tarif ettiği, Kuzey Irak’ı da içine alan Van Gölü’nün güneyi için iddia ettiği bu…
Eylemler Van’a doğru yayılabilir!
– Eylemlerin yayılacağını söylemiştiniz. Maalesef Hakkari’den 8 şehit haberi geldi… Ne oluyor sizce?
Örgüt önümüzdeki dönemde bu eylemlerini kuzeye doğru yaymak istiyor, Van Gölü’nün güneyindeki alana doğru… Bu bölgeyi de Kuzey Irak’ta kendi kontrol ettiği bölgeyle birleştirmeyi planlıyor. En azından psikolojik olarak zihinlerde böyle düşünülmesini istiyor. Bir yandan güvenlik birimlerinin üzerinde baskı kurmaya, onları hareketsiz hale getirmeye çalışıyor, bir yandan da halka mesaj vermeye çalışıyor. "Bakın ben bu bölgelerde çok etkinim, istediğimi yaparım, dolayısıyla bana itaat edin" diyor. Dolayısıyla bunun için zaman zaman gücünü göstermesi lazım. Yani bununla hem güvenlik güçlerine hem bölgedeki merkezi otoriteye hem Ankara’daki siyasetçiye hem de yereldeki ahaliye bir mesaj vermeye çalışıyor. Şimdi bunun tabii ki birtakım politik güvenlik çıktıları olacak. Yani dolayısıyla önümüzdeki günlerde bu tür saldırıların sadece Hakkari’yle sınırlı kalmayıp, Şırnak’a, kuzeye doğru yayılması hiç sürpriz olmaz.
– Kuzeye derken?
Siirt’e, Bitlis’in güneyine, Van’a, Batman’a, Tunceli’ye ve Mardin’in kuzeyine doğru….
– Peki Hakkari’de de çatışmalar Şemdinli’deki gibi sürer mi?
Bu mümkündür. Çünkü dediğim gibi örgüt orada varolduğunu göstermek için bunu yapmak zorunda.
Gazete Vatan