ENGİN DİNÇ’İN RÖPORTAJI
Türkiye’nin darbeler tarihine post-modern darbe olarak geçen 28 Şubat’ın en çok mağdur ettiği isimler arasında yer alan Gazeteci-Yazar Abdurrahman Dilipak, o dönemi on5yirmi5.com’a anlattı. Haftanın her günü mahkeme kapılarında olduğunu anlatan Dilipak, 28 Şubat’ın neden ve nasıl gerçekleştiğine dair ilginç analizler gerçekleştirdi. İşte Abdurrahman Dilipak’ın 28 Şubat’ı yeniden ve başka bir gözle ele aldığı çarpıcı röportajımız.
28 ŞUBATÇILAR RÜZGARA KARŞI YÜRÜMEYE ÇALIŞIYORDU
28 Şubat, bir post-modern olarak nitelendiriliyor. 28 Şubat’ı 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül’den ayıran faktörleri neler olarak yorumluyorsunuz?
28 Şubat aslında askeri bir darbe girişimi, iktidar düşürüldü ama yönetime el koymadılar. Kendi belirledikleri bir yönetim oluşturdular. Yasama, yürütme ve yargı kontrol altına alındı. Bu biraz da kendi aralarında iktidarın gitmesinde bir görüş birliği olmasına rağmen, sonrası ile ilgili bir görüş birliği olmamasından kaynaklanan bir durum.
Bu konuda uluslararası referans noktaları açısından da sorunlar söz konusu idi. AB, ABD ve NATO çevrelerinde çok farklı görüşler söz konusuydu.
28 Şubat kadrosu Sünni İslam’a savaş açmışken, batı ılımlı İslamla yola devam etmek istiyordu. Ordu yerine sivil topluma destek veriliyordu. 28 Şubatçılar rüzgara karşı yürümeye çalışıyorlardı.
27 Mayıs’a "Bizim çocuklar" işbaşı yapmışlardı. 12 Mart ordu içinde bir sağ-sol hesaplaşmasıydı. Her ikisi de ABD ve NATO’nun kontrolündeydi, ama kendi aralarında bir iç rekabet vardır. Soğuk savaştaki rollerini ciddiye almışlardı.
12 Eylül, derin devletin içinde 12 Mart’ta başlayan iç savaşı bitirmek için yapılan bir darbe idi aslında. Derin devletin yeniden yapılandırılması girişimiydi. Rejim bağırsaklarını temizlemek istedi. Bunu yaparkende, resmi ideoloji ve resmi tarih, resmi din tezi ile toplumu da yeniden dizayn etmek istedi. Tabi ki, siyaseti, ekonomiyi ve kültür hayatını da…
ÇİLLER REFAHYOL’DA BATININ MUTEMEDİ İDİ
28 Şubat, Milli Görüş hareketine, daha doğrusu dini referans alarak siyaset yapan bir siyasi harekete karşı gerçekleştirildi. Refah Partisi’ni o dönem iktidara taşıyan faktörleri nasıl açıklarsınız?
Bütün darbelerin iki sebebi var. İrtica ve terör. Tek bir çözümleri var: Kemalizm.
Aslında burada bir başka hesap var. Birileri Refahyol’a kapı aralıyor. Tıpkı CHP-MSP koalisyonuna kapı aralanması gibi. 1. MC ve 2. MC’de de gizli bir el süreci dizayn ediyor. Bu gizli el 28 Şubat öncesi, derin yapıdaki kontrol dışı unsurları tasfiye etmek istiyor. AB’nin kurulması ile NATO’da yeniden yapılanmaya gidiliyor. Rusya dağılmış, Soğuk Savaş bitmiş. Batıdaki Özel Harp benzeri yapılar yeniden gözden geçirilmiş. Ama Türkiye’deki bu derin yapı direniyor. Erbakan’ın eli ile bu derin yapıya karşı bir operasyon yapılma düşüncesi var. Mutemet olarak, batının idari komiserliği görevi ise Çiller’e verilmiş. Abdullah Çatlı da kapıda bekliyor. İllegal bir karşı atak gerçekleşirse, Çatlı’nın devreye girmesi söz konusu.
Derin yapı, bu tasfiye hareketine karşı atağa geçiyor. 28 Şubat budur aslında. Susurluk da Çatlı ve ekibinin tasfiyesidir.
RP’den beklenen bu derin yapının tasfiyesi idi. Tasfiye Emniyet İstihbarat eliyle gerçekleşecekti. Ama iktidar bu operasyona onay vermedi. Emniyet’teki Mustafa Gülcü ve ekibi tasfiye edildi.
SUSURLUK’A KARŞI BÇG ÖNE ÇIKARTILDI
28 Şubat sürecinin başlangıcını Susurluk’a kadar götürebiliriz. Susurluk sürecinin bu post-modern darbeye etkisi ne olmuştu?
Tabi… Susurluk ekibinin derin devletin olduğu bütün alanlarda uzantıları vardır. Bu iş, Susurluk’la başlamaz, Refahyol’un kuruluşu ile başlar. Susurluk’taki milletvekili, Çiller ekibini temsil ediyordu. Çatlı milliyetçi-muhafazakar kesimi temsil ediyordu. Bunların birbirine etkisi olduğu diye sormamak gerek. Bunlar aslında bir elmanın iki parçası idi. 28 Şubat sonrasında Refahyol’a karşı Anasol, Susurluk’a karşı Batı Çalışma Grubu öne çıkartıldı. Karşı kanat inisiyatifi ele aldı.
İşin ilginç yanı, bu hesaplaşmada bir grup tarafsız kaldı. Bir başka grup daha sonra kazananların safına geçti, bir başka grup milliyetçi refleksler gösterdi, bir başkası liberal-demokrat çizgiye kaydı. Kimi ABD de şahinlerin, kimi güvercinlerin, kimi globalistlerin yanına gitti, kimi Almanya, İngiltere ve Fransa’nın yanına, kimi İsrail çizgisine kaydı. Mozaik parçalandı.
DERİN DEVLETTE ŞEYH DE VAR, FAHİŞE DE…
28 Şubat sürecinde sonradan anlaşıldığı kadarıyla birçok insanın çeşitli provakatif oluşumlarda kullanıldığı ortaya çıktı. Örneğin Ali Kalkancı- Fadime Şahin birlikteliği ve Aczimendilerin lideri Müslüm Gündüz olayları bunlardan bazılarıydı. 28 Şubat’a giden yolda bu provakatif oluşumların etkisi neydi?
Bu işler hep böyledir zaten. Şartların oluşmasını beklerler. "Kontrollü bunalım stratejisi" dedikleri bir yöntemleri var. Tarafları kışkırtırlar, olmuyorsa, kendiler taraflar adına karşı tarafa karşı ses getirici eylemler yaparlar ve sonra da kendi eylemlerini bahane ederek hedeftekilerin tepesine inerler. Sivas, Başbağlar, Maraş, Çorum olayları hep böyledir. Aynı silahla bir gün ara ile sağ ve sol kahvehaneleri taratırlar. Birileri bizim kanlarımız ve gözyaşlarımız üzerinde kendilerine iktidar ve servet hesabı yapmaktadır.
Bunların kadrosunda şeyh de var, fahişe de… Kim lazımsa onu servis ederler.
PKK’nın ortaya çıkışı da böyledir. Apo’nun karısı, kayın pederine bakın isterseniz…
28 ŞUBAT’IN GECESİ KUDÜS GECESİ DEĞİLDİ
Bu post-modern darbede RP’nin de birtakım hataları oldu mu? Örneğin Şevket Yılmaz, Hasan Mezarcı vb. isimlerin konuşmaları, gerilim yükselirken cemaat mensuplarına yemek verilmesi vb. olaylar bu tip hatalardan sayılabilir mi? RP bu süreci daha farklı idare edebilir miydi?
Hayır, o olaylar sebebi ile bu işler olmadı. Bu işin bir kandırmacası… O olaylar olmasa idi de bahane için bir başka şey bulurlardı. Bulamazlarca yapar başkalarını suçlarlardı. 12 Eylül’ün sebebi Kudüs mitingi değildi, 28 Şubat’ın sebebi de Kudüs Gecesi değildi. Özellikle bu konuların seçilmesi, batıya, Yahudi lobisine bir mesaj aslında. Bakın biz sizin düşmanınız olan şeriatçılar, irticacılar, batı karşıtları ile mücadele ediyoruz. Bizi anlayın mesajı var burada. Yahudi lobisine selam gönderiyorlar. Ama bu işi abarttılar. Haddinden fazla şiddet gayedeki hikmeti yok eder.
Öte yandan Batı bunlara karşı ılımlı İslamcıları yeni partner olarak seçmişti. Müslümanlara karşı sopa değil havuç politikası uygulayacaklardı. BÇG, 28 Şubatçılar, tekrar sopaya dönmek istedi.
Ulusalcı laikçiler kokuşmuş, toplum üzerinde denetimi kaybetmiş, tufeyli bir gruptu. Batının çıkarlarını da koruyamıyorlardı, sadece konuşuyorlardı. Gırtlaklarına kadar yolsuzluğa batmışlardı. Sonunda döktükleri kan ve gözyaşında boğuldular.
28 ŞUBATÇILAR CİDDİ KATLİAM PLANLARI YAPMIŞTI
Dönemin belki de en akılda kalan olaylarından biri, Sincan’da tankların yürütülmesiydi. Sincan’da tankların yürütülmesi post-modern darbe süreci yerine silahların konuştuğu bir darbenin işareti miydi?
Eğer karşı bir direniş olsaydı, Ergenekon ve Balyoz davasındaki belgelerden öğreniyoruz ki, ciddi şekilde katliam planları yapmışlar. Yüzbinlerce kişiyi fişlemişler. Yani kendilerini güvende hissetmeseler şiddete başvurabilirlerdi.
Aslında şiddet de uyguladılar… Faili meçhullerle infazlar da yaptılar. Daha çok da kendi aralarındaki görüş ayrılıkları yüzünden 28 Şubat, post modern bir darbe olarak kaldı. Batıdan yeterli destek de görmediler, sonuç böyle oldu.
MEDYA ANDIÇLAR YÖNETİLİYORDU
28 Şubat sürecinde medyanın da çok büyük rolü oldu. Bugün pek çoğu medyadan silinen isimler, bu süreçte demokrasiden yana değil de, ordu ve post-modern darbeden yana tavır almıştı. Medyanın bu rolünü ve süreçte medyada yaşananları nasıl yorumluyorsunuz?
Medya tetikçiliğe soyundu. Akredite gazetecilik dönemi… Andıçlarla yönetildi medya. Medya patronları aynı zamanda banka sahibi oldular. Banklara emekli generaller üşüştü. Medya, mafya, sermaye, siyaset, bürokrasi, STK birlik oldular. Bu menfaat ortaklığı çeteleşme döndü. Sonuç ortada.
Bir yandan da kendilerine karşı çıkanlara karşı terör estiriyorlardı. 312 General davası, Hurşit Tolon davası, Güven Erkaya davası… Brifingli yargıçların elinde hukuk ayaklar altına alındı. Üniversitelerde terör estirdiler… DGM’lerde dava patlaması yaşandı.
Sonunda keskin sirke küpüne zarar verdi ve bu günah teknesi patladı. Bu gün 28 Şubat’ın karanlık, kirli, kanlı hesapları görülmeye çalışılıyor mahkemelerde…
TÜSİAD, 28 ŞUBAT’TA “AĞIR ABİ” ROLÜNDEYDİ
Sermayenin tavrı da 28 Şubat’ta çok etkili olmuştu. Sermayenin, -özellikle de TÜSİAD’da kümelenen İstanbul sermayesinin- bu süreçteki rolü açısından neler söyleyebilirsiniz? “Beşli Çete” gibi STK’ların bu sürece etkisi neydi?
TÜRK-İŞ, TESK, DİSK , TOBB ve TİSK’in de işin içinde olduğu bir grup, darbecilere açık açık destek verdi o dönemde. TÜSİAD “ağır abi” rollerindeydi. Bir irade TÜRK-İŞ ve DİSK’i, İşveren sendikaları ile birlikte bir araya toplamıştı. "Genç Subaylar rahatsız" der gibi, "işçisi işvereni rahatsız" mesajı veriliyordu. İsmail Hakkı Karadayı bizzat bunlarla görüşüyordu. Çevik Bir zaten kral gibi… “Kazıklı voyvoda” mesajları veriyorlardı. Bu dava hala açılmadı. Akredite Medya gibi akredite derneklerde öne çıktı. ÇYDD dernekleri, ADD’ler… Cumhuriyet mitinglerine destek veren herkes. Şehid annelerini, gazileri, Kuva-i Milliye derneklerini meydanlara çekmeye çalıştılar.
ÖZAL’IN PARTİSİNİN İÇİ BOŞALTILMAYA ÇALIŞILDI
28 Şubat’ta siyasi partilerin ve siyasetçilerin de demokratik açıdan sınıfta kaldığı söylenebilir. Özellikle de DYP’den istifa ederek ANAP’a milletvekili transferi o döneme damga vurmuştu. Dönemin siyasi atmosferinde nasıl bir tablo vardı?
Türkiye yeniden dizaynı diliyordu. Ekonomik, politik, kültürel ve sosyal parametreler yeniden dizayn ediliyordu. Özal’ın partisinin içi boşaltılmaya çalışıldı. Yasama, yürütme, yargı kontrol altına alındı. Kimi işmarla, kimi güçlüden yana durarak, kimi tehditle, kimi şantajla hizaya getirildi. “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle” anlamına gelecek şekilde bir linç kampanyası başlatıldı.
BATILILAR YESİNLER BİRBİRLERİNİ DİYE DÜŞÜNDÜ
Pek tartışılmasa da dış aktörlerin de bu post-modern darbe sürecine etkileri olmuştu. Özellikle Erbakan’ın Libya gezisi ve D-8 çalışmaları bunda etkili olmuştu. ABD ve AB gibi aktörler 28 Şubat’a nasıl bakıyordu?
Batılılar önce seyrettiler. Yesinler birbirlerini diye düşünmüş olabilirler. “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir" hesabı… İki taraf da birbirini zayıflatsın ki, daha kolay lokma olsunlar.
Ama sonuçta batının tercihi belliydi. Batıcı, laikçi, ulusalcı çeteler, Batıya karşı da tehdit ve şantajlarda bulunmaya başladılar. İran, Rusya alternatifinden söz etmeye başladılar. Ya bizimle yola devam edersiniz ya da sizinle hesaplaşırız demeye getirdiler. Batı da iplerini çekti. Bu gün devam eden çete davaları, bir yanı ile de Batının kontrol dışına çıkan eski elemanlarını cezalandırması şeklinde yorumlanabilir. Özden Örnek olayı Batının servis ettiği bir şeydi.
DEMİREL 28 ŞUBAT’TA KÖTÜ DEŞİFRE OLDU
28 Şubat’ın belki de en önemli aktörlerinden biri dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’di. Demirel’in 28 Şubat’a etkisi nasıl olmuştu? Demirel demokrasiden yana tavır koysaydı 28 Şubat süreci böyle şekillenir miydi?
Takdir böyleymiş. Demirel oportünist biri… Sistemin adamı… Başka türlü davranmazdı. Demirel tercihini darbecilerden, derin devletten yana yaptı. Çünkü onu oralara getirenler de onlardı. 28 Şubat’ın içinde etkin ve aktif bir rol oynadı.. Askerlerin Çankaya’daki mutemetleri oldu. Zaman zaman akıl veren, yol gösteren "iyi polis" rolleri oynadı. Ama bu süreçte kötü bir şekilde deşifre oldu.
28 ŞUBAT 1000 YIL SÜRECEK DENDİ AMA ERKEN BİTTİ
28 Şubat kararlarının ardından kurulduğu ortaya çıkan BÇG’nin toplumun büyük bir kısmını fişlediği sonradan görüldü. BÇG gibi yapılar gazeteciler, bürokratlar vb. birçok insanı mağdur etti. O süreç hakkında neler söyleyebilirsiniz?
1000 yıl sürecek diyorlardı, ama erken bitti.
Aslında Batı değerlerini korumak adına örgütlenmişlerdi, ama bir yandan da Batının ılımlı İslam politikasına karşı çıktılar ve batıya meydan okudular.
Bu konuda dayandıkları bir belge vardı. Rusya’nın dağılmasından sonra NATO kozmik belgelerinde “kızıl tehlike”nin yerini “yeşil tehlike” aldı. Batı “yeşil tehlike” olarak kendine göre bir radikal İslam tanımı yapıyordu ve ılımlı İslam’a destek verecekti. Bizim BÇG İslam’ın her çeşidine karşıydı. Laikçi bir tepki verdi. Sonuçta keskin sirke küpüne zarar verdi.
TÜRKİYE, K. KORE’YE BENZETİLMEYE ÇALIŞILDI
28 Şubat krizinin ardından siyaset büyük bir çalkantıya düştü. DSP-ANAP ve MHP koalisyonu bir anlamda iflas etti. 2001’deki ekonomik krizle ülke büyük bir kaosa sürüklendi. Kısacası post-modern darbe ülkeyi yönetilemez hale getirdi. 28 Şubat toplumda nasıl izler bıraktı?
Her anlamda bir çöküş. Zulüm ve ekonomik kriz. Yükselen terör dalgası, faili meçhuller… Piyasa çöktü.
Ecevit’i de kendileri getirdi, Ahmet Necdet Sezer’i de kendileri getirdi. Sezer ve Ecevit arasındaki çatışma, Ecevit’in illegal yollardan tasfiye girişimleri, hepsi büyük bir oyunun parçası gibiydi.
O gizli el nasıl oluyorsa, DİSK’i ve Türk-İş’i ile TOBB’u ve TİSK’i,TESK’i bir araya getirebiliyorsa, MHP, ANAP ve DSP’yi de bir araya getirmeyi başarmıştı. Güya liberal, milliyetçi ve solcu bir araya getirilip bir koalisyon oluşturuldu. ANASOL-MEE diye mizah konusu olan bir koalisyon bu… Rezalet bir dönem. Militarizmin kol gezdiği bir ülke. Türkiye sanki Kuzey Kore’ye benzetilmeye çalışıldı. Yasama, yürütme ve yargı kontrol altına alındı. Askeri vesayet rejimi kurulmaya çalışıldı. İnsan hakları ayaklar altına alındı. EMASYA Genelgesi ile valilerin yetkileri garnizon komutanlarına devredilmeye çalışıldı. Ülke bir açık cezaevine dönüştürülmeye çalışılıyordu bir yandan, öte yandan Olağanüstü Hal yönetimi yaygınlaştırılırken, Bölge valilikleri ihdas edilerek adeta sıkıyönetim uygulamaları yapılıyordu. Üniversiteler kışlaya dönmüştü.
28 ŞUBATÇILAR 40 PARÇAYA BÖLÜNDÜ
3 Kasım 2002’de AK Parti’nin iktidarıyla Türkiye tabiri caizse yeni bir döneme girdi. Ama sonradan ortaya çıktığı kadarıyla –Ayışığı, Sarıkız, Balyoz- birçok darbe girişimi olduğu tespit edildi. Ergenekon gibi derin yapılar ortaya çıkarıldı. Toplumun artık bu yeni darbe girişimlerine geçit vermeyeceği anlaşılınca bu girişimler sonuçsuz kaldı. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de darbeler çağının sona erdiğini söyleyebilir miyiz?
Darbeciler iddialarından vazgeçmiş değiller. Buradan çıkacak, tekrar hesap soracağız diyorlar. Hala CHP, Ergenekon’un avukatlığını yapıyor. MHP cezaevinden adam kaçırma çabası içinde. Muhalefet el birliği ile Anayasa değişikliğini engelleme çabasında.
Hala darbe anayasası ile yönetiliyoruz. Darbe rejimi hala devam ediyor. Arşivler kapalı. Faili meçhuller çözülmedi daha, Eşref Bitlis davası açılmadı daha. Muhsin Yazıcıoğlu davası da… Ergenekon, Balyoz sonuçlanmadı. Resmi ideoloji dayatması devam ediyor. Resmi tarih de öyle. Devletin geçmiş döneme ilişkin arşivleri de açılmadı.
Gelişmeler doğru yönde ileri doğru, düne göre çok önemli mesafeler katedildi, ama henüz varmamız gereken yere daha oldukça uzun bir mesafe var.
Bu arada önemli olan bir şey, halk özgürlüğün tadına vardı. Oynanan oyunun da farkına vardı. Geri dönüş çok zor. Bunların uluslararası destekleri de yok artık. Dahası, kendi aralarında da 40 parçaya bölündüler. Onun için geri dönüş mümkün değil.
BİR GÜNDE 5 KEZ VE HAFTADA BEŞ GÜN YARGILANDIM
Son olarak söylemek istedikleriniz nelerdir?
Söylenecek belki daha çok şey var ama hangisini anlatayım ki… O günlerde 500 yıldan daha fazla mahkumiyet talebi ile yargılandım. Bir günde 5 kez ve haftada beş gün yargılandığım günler oldu. Sonuçta bu gün onlar içeride ve ben hala dışarıdayım…
Bu iş burada bitmeyecek, bu işin bir de ahireti var. Onlar Kur’an kursu talebelerine kadar kim hangi gazeteyi okuyor, kim çocuklarını Kur’an kursuna, kim İmam Hatip’e gönderiyor, kimin karşısının başı örtülü, kim namaz kılıyor, kim gümüş yüzük takıyor, kimin pantolonun dizinde secde izi var, ona kadar fişlediler. Başörtülülere kamusal alanı yasaklamaya çalıştılar… Ve işte Türkiye’nin geldiği nokta.
Onlar ne kadar fişlerlerse fişlesinler, “kiramen katibin” kadar olamazlar…
“Kiramen katibin” de hepimizi fişledi. Fişleyenlerin fişleri ortaya çıktığında, asıl o zaman onların halini görmek gerek.
Keşke tevbe etseler, özür dileseler…
on5yirmi5