Demokratikleşme paketi ile beklentilerin “çok yüksek tutulmaması” gerektiğini söyleyen Altaç, yeni bir anayasa yapılmasının, vatandaşlık tanımının değiştirilmesi, kişi hak ve özgürlüklerinin garanti altına alınmasının önemini vurguluyor.
Altaç gerçek bir barış süreci yaşandığını ancak bunun kalıcı ve sürekli hale getirilmesinin önemli olduğunu söylüyor.
Bu konuda bazı risklerin hâlâ bulunduğunu, PKK’nın Lice’de yol keserek kimlik kontrolü yaptığını ve bunun tedirginlik yarattığını vurguluyor.
BDP’nin ana taleplerinden biri olan anadilde eğitim ile ilgili olarak ise, bugüne kadar kendilerine gelen bir talebin olmadığını belirtiyor.
21 Mart’ta Diyarbakır’daki Newroz kutlamalarında PKK’nın cezaevindeki lideri Abdullah Öcalan’ın mektubunda, kendilerinin başından beri savunduğu düşünceleri paylaştığını söyleyen Altaç, “Silahların olduğu yerde baskı, şiddet, gerginlik olur. Nihayetine baktığınız zaman kan olur, gözyaşı olur. O yüzden bu bölgenin silahlı unsurlardan arındırılmış olması gerekir diyorduk” diye devam ediyor.
Ateşkesin sürmesine rağmen Mayıs ayının sonlarından itibaren süreçte bir yavaşlama olduğunu sözlerine ekliyor: “Ne olduysa bir süre sonra sanki yurtdışına çıkmamak için bir direnç oluştu.”
Yereldeki gözlemlerinin neler olduğunu sorduğum Aytaç, Lice’de yol kesme eylemlerinin, Diyarbakır’ın merkezindeki Fiskaya’da akşam 8’den sonra yol kontrolü yapıldığını söylüyor.
Altaç, bu örneklerin geçmişteki kötü olayları hatırlattığını da ekliyor: “2009’da Reşadiye’de karakol basıldı. Askerlerimiz şehit düştü. O zaman da çok iyi bir hava yakalanmıştı. Aradan birkaç ay geçti, Hatay’da Dörtyol’da yine saldırı oldu.”
‘Çekilmenin durması gerginliği arttırır’
Mayıs sonlarından bu yana PKK ve BDP’de gözlemlediğini söylediği değişimin nedenlerinden birinin halkın AKP’ye olan güveni olduğunu düşünüyor: “Bunu Kürt halkının burada süreci yüzde 100 desteklemesine bağlıyoruz. Bu sürecin mimarının Recep Tayyip Erdoğan olduğunu halk söylüyor. Erdoğan’ı ve AK Parti’yi sahipleniyor. BDP ve örgüt tarafı bundan rahatsız olduğu için, bu sürecin kendileri üzerinden gittiği algısını oluşturmak için keskin bir dönüş yaptılar ama buna rağmen yine süreci götüren hükümettir.”
KCK Eş Başkanı Cemil Bayık’ın, PKK’nın çekilmeyi durdurduğunu açıklamasının bölge açısından yansımasını ise “gerginliği arttırır” diyerek yorumluyor. Bayık’ın Gezi eylemleriyle ilgili yorumlarının kaygılarını arttırdığını belirtiyor. “En son Cemil Bayık’ın yaptığı, aslında ulusalcılar bu sistemde iyi bir ekip oldu, Gezi olaylarına bizim de destek vermemiz gerekirdi yönündeki açıklamaları kafamızdaki soru işaretlerini arttırdı” diyor.
Bayık, BBC Türkçe’den Mahmut Hamsici’nin yaptığı söyleşide “Gezi’de yanlışlar yaptık” demişti.
‘Anadille ilgili ciddi bir talep gelmedi’
Anadilde eğitim ile ilgili beklentileri sorduğum Altaç, bununla ilgili yapılacak kapsamlı bir çalışmanın halkın beklentisinin yönünü anlamaya yardım edeceğini ancak bugüne kadar kendisinin bu yönde ciddi bir talep gözlemlemediğini söylüyor: “Çok samimi söylüyorum, dün Silvan’daydım. Sabah Yenişehir’de toplantıdaydım. Bugüne kadar girdiğim ortamlarda, anadilde eğitimle ilgili biz istiyoruz kardeşim, sağlayın bize, bu bizim olmazsa olmazımızdır diyen vatandaşımız kaç kişidir hatırlamıyorum. Çok ciddi bir talebin bana geldiğini söyleyemem.”
Altaç aynı zamanda anadilde eğitimin insan kaynağı, materyal gibi nedenlerle hayata geçmesinin hızlı olamayacağını da belirtiyor.
‘Vatandaşlık tanımı değişmeli’
Peki bu hafta açıklanması beklenen demokratikleşme paketiyle ilgili ne düşünüyor? Bu soruma paketlerin değil, anayasanın önemli olduğunu söyleyerek yanıt veriyor Altaç.
“Vatandaşlık tanımı değişmelidir. Türkiye’de yaşayan herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Çok basit. Bunun tartışılacak bir tarafı yok. Herkes Türk olmayabilir, bu bir realite. Bugün Türkiye’de 1920’lerden kalma Yunan vatandaşları da var. Ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.”
“Eğitim öğrenim hakkıyla ilgili değişiklik” de yapılabileceğini söyleyen Altaç, “Resmi dil Türkçe olur ama bunun yanında diğer yerel dil ve lehçelerle ilgili bir imkan da tanınabilir” diyor.
Bölgede geçmiş ile bugün arasındaki farkı sorduğumda ise, “Kıyaslamak mümkün değil. Bir kere Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana, 1920’den 2002’ye kadar olağanüstü hal ve sıkıyönetimle yönetilmiş bir bölge burası” diyor ve AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından beri özgürce siyaset yapılabildiğini, sivil bir hayatın kurulduğunu söylüyor.
‘Karakol yapımı değil, tadilat’
Son olarak özellikle Lice’de halkın tepkisiyle gündeme gelen karakol yapımlarını sorduğumda, bu uygulamanın yeni karakol yapımı değil, var olanların “tadilatı” olduğunu söylüyor Aytaç.
Halkın tedirginliklerini hatırlattığımda, “Halka bunu iyi anlatmak gerek. Burada sorumluluk bizlere düşüyor. Bizim algıyı yönetmemiz gerekiyor. Karakolların yapılması hepimiz açısından, hem can hem mal açısından zorunluluktur. 400 kişinin yaşadığı bir yeri otoritesiz bırakamazsınız” diyor.
BBC