Emniyet Eski Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan, “Bir ülkenin başbakanının odasını, Dışişleri’nde ülkenin güvenliğiyle ilgili toplantıyı, Milli Güvenlik Kurulunu dinlemek, ülkenin genelkurmay başkanının konuşmasını kayda almak… Bu eylemler, örgütsel plan dahilinde yapıldıktan sonra buna bir ‘terör örgütü’ denilemeyecekse hangisine denecektir?” dedi.
Arslan, Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Prof. Dr. M. Lütfü Çakmakçı Kültür Merkezi’nde düzenlenen “Milli Bir Tehdit Olarak Paralel Devlet Yapılanması Sempozyumu”nda, Türkiye’de çok çeşitli marjinal terör örgütler bulunduğunu söyledi.
Bunlardan birinin de Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) olduğunu vurgulayan Arslan, Türkiye’nin jeostratejik ve jeopolitik konumu dolayısıyla terör örgütlerinin hedefi haline geldiğini anlattı.
Arslan, PDY’nin de bu amaçla faaliyet yürüttüğünü belirterek, örgütün Türkiye’de siyasetten spora, medyadan bürokrasiye kadar birçok kişiyi hedef aldığını kaydetti.
Kendisinin de hedef alınan kişilerden biri olduğuna dikkati çeken Arslan, örgütün emniyette yapmaya çalıştıklarına, 2003 yılında hukuksuz terfilere ve örgüt üyelerinin usulsüz şekilde sınava girmelerine engel olmak gibi nedenlerle örgütün hedefi haline geldiğini vurguladı.
“Çoğu kişi örgütün şantajlarına göre hareket ediyor”
Arslan, örgütün, kendisi ve eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’yı tutuklayarak emniyet teşkilatını korkutmaya çalıştığını söyledi.
Arslan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Örgütün amacı bellidir. Kendilerinin yaptıkları hukuksuzlara, iftiralara ve kumpaslara karşı çıkacak, şantaj veya başka şeylerle saflarına çekemeyeceklerini ortadan kaldırmışlardır. Bu örgüt, ele geçirdiği emniyet, hukuk ve telekomünikasyon kurumlarındaki etkinliğiyle hedef seçtiği her kişiyi, sahte gerekçe ve isimlerle izlemeye aldı. Topladığı bilgilerle özel hayatı deşifre ederek korku toplumu oluşturdu ve siyaseti dizayn etmek istedi.
Bu bilgileri açıklayarak haklarında şantaj yapacak bilgi topladığı kişilere de gözdağı verdi.”
Arslan, şu anda bile siyaset ve medya dünyası başta olmak üzere pek çok kişinin bu şantajlara uygun hareket ettiğini anlatarak, örgütün şantaj yapacak açık bulmadıkları kişileri de sahte delilerle bertaraf ettiğini bildirdi.
“Bunları gerçekleştiren örgüt, terör örgütüdür”
Arslan, Terörle Mücadele Yasası’nda yapılan değişiklikle silahsız örgütlerin de terör örgütü sayılabileceğine dikkati çekti.
Arslan, şu bilgileri paylaştı:
“Bir ülkenin başbakanının odasını, Dışişleri’nde ülkenin güvenliğiyle ilgili toplantıyı, Milli Güvenlik Kurulunu dinlemek, ülkenin genelkurmay başkanının konuşmasını kayda almak… Bu eylemler, örgütsel plan dahilinde yapıldıktan sonra buna bir ‘terör örgütü’ denilemeyecekse hangisine denecektir?
Yasa açıktır. Terörle Mücadele Kanunu’nun birinci maddesi doğrultusunda terör eylemidir. Bunları gerçekleştiren örgüt de terör örgütüdür.”
“Himmet, hizmet döneminden çıkıp, hırsızlığa gidiyor işler”
Eski Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun da FETÖ/PDY’nin, emniyet teşkilatında devletten ayrı bir organ üzerinde çalıştığını anlattı.
Örgütün yapısını incelediğini dile getiren Uzun, bu örgütün Saddam, Esed ve Hitler gibi baskıcı model oluşturmaya çalıştığını ifade etti.
Örgüt üyesi yapılacak kişilerin genç yaşta öğrenci olarak yurtlara alındığına işaret eden Uzun, şöyle konuştu:
“15 -16 yaşındaki çocukları yurt sorunuyla yanlarına çekiyorlar. Evde yemek yemeye de başlıyorlar, ders yapmakla başlanır. Ders yapmak, beyin yıkama aşaması. Sonra o gençler biat eder hale getiriliyor. Özgür birey, yurttaş olmaktan çıkartıp, cemaat yurttaşı haline getiriyorlar. Cemaat biçimiyle yaşamaya çalışıyorlar. Gidecekleri okulları, sahip oldukları mesleği, evlenecek eşlerini seçme hakları yok. Kızlara erkeklerin, erkeklere kızların fotoğrafının olduğu albümü götürüp, ‘Bunların içinden birini seç, başkasını alma hakkını yok’ diyorlar.
Bu gençler daha sonraki hayat aşamasında çocuklarını da cemaatçi yapmak zorunda kalıyor. Polis okullarını aileden cemaatçi olarak gelen çocuklar kayıtsız şartsız kazanıyor. 500 kişi kazanacaksa hepsi cemaatçi oluyor. Meslek sahibi olduklarında bekarsa maaşın yüzde 20’si, evliyse yüzde 10’u cemaate gidiyor. Bir para cemaati doğuyor ortaya, bir hırsızlık yöntemi doğuyor. Artık himmet, hizmet döneminden çıkıp, hırsızlığa gidiyor işler.”
“Bir spor kulübü başkanı, cemaatin avukatına 700 bin dolar verdi”
“Futbolda şike davasına” da değinen Uzun, “Türkiye’de yapılan şike operasyonu cemaatin, yıllık 8,5 milyar dolar para hareketinin yaşandığı futbol piyasasını ele geçirme yöntemiydi” dedi.
Uzun, örgüt üyelerince bir yandan devlet kadrolarının diğer taraftan da paranın ele geçirildiğine dikkati çekerek, “Geldiğimiz noktada Saddam modeli gibi devlete el koyup, askeri ele geçirip, yönetime el koymanın altyapısı ele geçiriliyordu. 2011’de şike operasyonu başladı. Bir spor kulübünün başkanı, cemaatin avukatına 700 bin dolar verdi. O spor kulübünün başkanı operasyonda tutuklanmadı ama diğerleri tutuklandı” diye konuştu.
Örgütün elinde herkesin kaydının olduğunu belirten Uzun, dünyanın en güçlü arşivlerinin bunların elinde bulunduğunu kaydetti.
“Cemaat paralel devlete dönüştü”
Eski Emniyet Müdürü Avcı da PDY’nin yapısının tam anlaşılmasının kolay olmadığını dile getirerek, bu nedenle insanların dini bir cemaatin, devletin içine yerleşerek güçlü iktidarı devirmeye kadar gitmesi mantığını anlamadığını söyledi.
Şiddete dayanmayan, barışçıl yöntemlere dayanan İslami hareketlerin dünyada destek görmeye başladığını aktaran Avcı, Türkiye’deki cemaatin de bundan dolayı destek gördüğünü ifade etti.
Avcı, böyle bir ortamda devlet kadrolarına bu örgüte bağlı kişilerin girmesiyle cemaatin “paralel devlete” dönüştüğünü vurgulayarak, şu değerlendirmede bulundu:
“Bunlar bir yandan siyaseti etkilemeye çalışırken, diğer yandan kendi önlerinde duran insanları çeşitli bahanelerle karalamaya başladı. Emniyette sürekli yüksek makamlar elde etmeye çalıştılar ama emniyetin belli kuralları vardır. Kurullar vardır terfi etmek için. Bunlara engel olmak isteyenleri de şikayet, ihbar mektuplarıyla uzaklaştırdılar. Daha sonra emniyet ve yargı güçlerini birleştirerek komplolara başladılar. Onlara basit uydurma gerekçelerle ‘Örgütlerle irtibatları, suçları var’ diyerek komplo kurdular.”
PDY destekli “Ergenekon, Casusluk ve Balyoz” gibi operasyonların “Türkiye, geçmişle hesaplaşıyor” algısıyla büyük destek gördüğünü dile getiren Avcı ancak daha sonra bunların doğru olmadığının anlaşıldığını söyledi.
Avcı, örgütün zamanla çok güçlendiğini, kendi dış ve terör politikasını hükümete dayatmaya başladığını ifade ederek, şunları belirtti:
“Cemaat, toplumu susturduktan sonra iktidarla karşı karşıya kaldı. Hükümet artık cemaate yavaş yavaş ‘Dur’ demeye başladı. Dershanelerin kapatılması çalışmasından sonra cemaat, hükümeti devirmeye yönelik program hazırladı. Bazı şartlar onları durdurdu. 17-25 Aralık operasyonları, 2014’te aynı anda yapılacaktı.
Onlar başladığı zaman hükümetin ayakta kalma imkanı yoktu. Kendilerinin hesap etmedikleri bir aksama oldu ve cemaatin planı aralık ayında bozuldu.”
Bu bozulmayla geri dönüşün başladığını vurgulayan Avcı, şunları kaydetti:
“Türkiye’de dinlenmeyen, mahremiyetine girilmeyen siyasi parti yok. Dinlenmeyen holding, etkin grup yok. Devletin dış işlerindeki en gizli toplantı basına sızdırılıyor. Devletin tüm bürokratları dinlenmiş. Dünyadaki en güçlü şey bilgi. Herkesi izlerseniz çok az kişiyle ülkeyi yönetebilirsiniz. ‘Cemaat bunu nasıl yapar’ diyorlar. Mutlaka arkalarında dış güçler vardır. Mutlaka Amerika, İsrail vardır ama gerçeği görmek lazım, suçu başkalarına atarak kurtulamayız. Bu cemaati var eden bu toplumun dinamikleridir.”
Avcı, PDY’nin Türkiye’deki meşruiyetini yitirdiğine işaret ederek, terör örgütü üyelerinin yurt dışında yaşamaya çalıştığını sözlerine ekledi.